Bir Tatlı Huzur Almaya Geldik!

Foto: Kokia Sparis

Geçen yazıdasorduğum soruya verdiğiniz cevaplar için teşekkür ederim. Sorunun bir tek doğru cevabı olmadığını siz de anlamışsınızdır sanırım. Sorunun tek bir cevabı yok ama herkesin içine düştüğü durumun tek bir adı var: O da huzursuzluk. Fiziksel rahatsızlık psikolojik huzursuzluğa yol açıyor. Yoga dersinde hocamız bizi bir pozda uzun uzun tutarken hissettiğimiz şey huzursuzluk.

Yorum yapan okurlardan Özgür’ün pek güzel belirttiği üzere şimdi burada yazacaklarım yogaya özgü durumlar değil. Başka araçlar kullanarak da benzer dönüşümler, hayatı kısıtlayan kalıpların kırılması süreci yaşanabilir. Sanmayın ki yoga tek ve mutlak yoldur. Benim yolum yoga olduğu için oradan çıkarak dönüşümü anlatabilirim. Sizin yolunuz başka ise siz yazacaklarımı o yola uyarlayarak düşünebilirsiniz.

Huzursuzluk ruhu, bedeni, nefesi ele geçirdiği zaman yaşadıklarımız çok aşamalı bir süreç.

İlk aşama Saldırı/Suçlama aşaması. Bir diğerini ya da kendini suçlama aşaması bu.

Hepimizin bir iç sesi var. O konuşmaya başlıyor. İlk ses, ilk tepki en alışık olduğumuz, ve içine doğduğumuz kültürden ve daha çok da aileden getirdiğimiz tepkimiz. Büyürken etrafımızda gördüğümüz ilişki şekilleri ve ana-babamızın bize bizimle ilgili anlattıkları hikaye ile oluşuyor bu ilk tepki. Ana-babamızın bizlere kendimiz hakkında verdiği bilgi illa ki sözle ifade edilen bir bilgi de değil. Onların durumlara verdikleri duygusal tepkiler, yüz ifadeleri, davranışları, nelere sevinip, nelere üzüldükleri gibi durumlardan bizim çocukken toplamış olduğumuz verilerle hayat buluyor bu bilgi.

Aileden getirdiğimiz alışkanlıklar doğrultusunda bazılarımızın iç sesi onu derhal suçlayacak bir öteki arayışına itiyor. Huzursuzluğuma sebep olan birisi/bir şey var. İlk önce tabii hocaya kızıyor, psikolojisi bozuk diye düşünüyor, kendi egosu vs yüzünden bizi burada tutuyor diyor. Bu aşamada takılmamak için tecrübesine ve size zarar vermeyeceğine güvendiğiniz bir hocanız olması çok önemli. Huzursuzluk anında hep bir diğerini suçlamaya alışmış zihin, içine düştüğü huzursuzluğun sorumluluğunu eşlerinde, dostlarında, ana-babalarında veya sınıftaki diğer öğrencilerde, ya da ne bileyim aşağıdaki caddede kornaya basan adamda veya stüdyonun kapısının önünde gülüşen kızlarda bulabilir.

Huzursuzluk anında okları çevirdiğimiz bir diğer kişi de elbette kendimiz. Kendi huzursuzluğundan kendinin sorumlu olduğunu kavramış zihinler bu sefer aynı saldırı/suçlama kalıbını kendi üzerlerinde denemeye girişiyorlar. İç ses başlıyor oklarını yağdırmaya. Kendimize.

Mesela yorumcularımızdan birisi beceriksizliğinden dem vurmuş. Örnek verdiğimiz yoga dersinde o pozda uzun uzun dururken (duramazken) ne kadar beceriksiz olduğunu düşünüyor. Huzursuzluk anında iç ses ona kendisiyle ilgili şüphesini (beceriksizim ben galiba) tekrarlıyor.

“Evet sen beceriksizsin, bak duramıyorsun bile şu pozda.”

Bu şüphenin gerçekle bir bağlantısı yok tabii.  Öğrenci gayet becerikli. Ama bir şeye inanmış zihnin gerçeği görmesinin ne kadar  zor olduğunu hepimiz biliyoruz.  Hani bir resim vardır. Bir bakarsınız yaşlı kadın, bir bakarsınız genç kadın görünür. Sadece genç kadını görenler orada başka bir resim daha olduğunu söyleseniz bile göremez, bir de sizi saçmalamakla suçlarlar. Öyle bir durum. Kendi zihin-ego-nefs sistemi ile ilişkimiz.

Belki de beceriksiz olduğuna inanan öğrencim bu karara ne zaman ve nasıl varmış? Ana-babası büyürken bunu kendisine tekrarlamış olabilirler. Annesi kendini de dahil ederek kızına beceriksiz olduğunu hissettirtmiş olabilir. “Beceriksiz ailenin beceriksiz kadınları olarak bakalım bu işin üstesinden nasıl geleceğiz vs” gibi iyi niyetli yorumlarla. Ya da “Dur sen yapamazsın, bırak ben yapayım” gibi aşırı korumacı tavırlarla kızına beceriksiz olduğunu hissettirtmiş olabilir. Belki de babası annesine şöyle söylemiştir. “Bu kız yazık senin gibi becerikli olamadı, ablama çekmiş.”

Ne olmuşsa olmuş, hepimiz kendimize dair bir takım şüpheler geliştirmişiz. Fiziksel rahatsızlıktan doğan psikolojik huzursuzluk durumunda da bu şüpheler hemen su yüzüne çıkmış. (ki çıkmalı, yoganın işleyiş biçimi bunu gerektiriyor. O yüzden huzur arayışı içinde yoga dersine gelenler bir şaşalıyorlar ilk önce.)

İlk iç ses kendimize dair duyduğumuz en derin şüpheyi su yüzüne çıkarıyor. Bakınız ne şüphelerimiz var:

Beceriksizim, başarısızım, yeteneksizim, herkesten kötüyüm, rezilim, utanç kaynağıyım, disiplinsizim, ideal öğrenci değilim, bana göre değil bu işler, tembelim, daha fazla çalışmalıyım, yeterli değilim.

Şüpheler de kişiden kişiye değişse de aşağı yukarı “yeterince iyi değilim” teması etrafında döndüklerini söyleyebiliriz. Ötekinden çok kendini suçlamaya meyilli öğrenciler bu şüpheler listesini suyunu çıkarana kadar kullanıyorlar huzursuzluk anında
Peki suçlamayacaksak kimseyi ve kendimizi o halde ne yapacağız? Bu işte ikinci aşama. Kaçma aşaması. Pes etme, hoca bakmazken pozdan çıkma, bahane uydurma (kendine ve hocaya karşı) ve kendi kendine karar verme mekanizması çalışmaya başlıyor. Yine hocaya güvenmemekten gelen bir bahane. “Ben kendim için iyi olanı  herkesten iyi bilirim.”

Fiziksel rahatsızlık geçince psikolojik huzursuzluk da geçti sanıyoruz ve bir kısmımız işte böyle böyle yoga yapıyoruz. Kaçarak. Hayatımın ennn kötü dersinde benim gösterdiğim seriyi yapacaklarına  burunlarının dikine giden o öğrenciler de aslında benim gösterdiğim serinin bedenlerinde ve ruhlarında yarattıkları rahatsızlıkla yüzleşmek istemedikleri için başka hareketler yapmaya başladılar. Onlar yogaya bir tatlı huzur bulmaya gelmişlerdi, huzursuzlarının aynasındaki akislerini seyretmeye değil.

Oturup da huzursuzluğu seyretmektense ondan kaçınmak daha kolay, daha iyi bildiğimiz, daha çok alışık olduğumuz bir şey. Canımız sıkılınca yemek yemek, içki, sigara içmek, hemen birilerine telefon etmek, sokağa çıkmak, internette oyalanmak…Bunların hepsi huzursuzlukla yüzleşmemenin yolları. Huzursuzluk geçmiyor tabii. O pozdan çıkınca zayıf bacaklarımız güçlenmiyor elbette. Sadece onların güçsüzlüğünün verdiği rahatsızlığı artık hissetmiyoruz. Aynı poz bir dahaki sefere aynen kaslarımızı, kulaklarımızı yakacak. Aynı şey günlük hayatta duyduğumuz huzursuzlukla yüzleşmek yerine ondan kaçındığımızda başımıza geliyor. O orada duruyor, biz sosyalleşerek, ya da sigara içerek, ya da yemek yiyerek onu bir süreliğine hissetmiyoruz sadece.

Saldırı, suçlama ve kaçma adımlarını aştıktan sonra en son aşamaya varıyoruz. Bazı yorumlarda çok güzel ifade edilmiş bu aşama. Bir az önce duyduğumuz acının birden bir ferahlama hissine dönüşmesi, zihnin kalıplarının çözülme anı. Huzursuzluğun gözünün içine dosdoğru bakabilme, onu olduğu gibi (analiz bile etmeden) yaşayabilme anı. Dönüşüm, özgürlük aşaması.

İşte bu yoganın başladığı an!

Eh şimdi, yogaya giden yol böyle çetrefilli, böyle huzursuz bir şey iken bir tatlı huzur almaya gelenleri tutamıyorsunuz tabii sınıfta!

 

 



“Bir Tatlı Huzur Almaya Geldik!” için 8 cevap

  1. Sıdıka uğurluel Avatar
    Sıdıka uğurluel

    Yogaya yeni başladığımda bu duyguları yaşıyordum ama keşfetmeye başlayıp değişim yaşadığımda evet orda kalmalıyım dedim ve hikayenin arkasını görmeye başlamak kaçınılmaz .Derse gelip böyle huzursuzluk yaşayan bedenleri kolaylıkla görebiliyorsunuz onların tatlı bir huzur almaya geldikleri belli arayış içindeler zamanı değil belki muhakkak o an geldiğinde onlarda bedenlerini ruhlarını zihinlerini huzura kavuşturacaklardır evrende yerlerini bulacaklardır bir tatlı huzur değil bedene yerleşen huzuru bulmaları dileğiyle sevgi ve ışıkla

  2. yoga öğrencisini sınıfta tutmak senin işinin bir parçasıymış gibi görünse de, aslında değil. kendi yogasını yapacak adamın sabah kalkıp başka insanların dersine gitmesi masraftan ve israftan başka bir şey değil.
    en başında beyefendiyi sınıftan bu gerekçeyle çıkartıp, insanların dikkatini dağıtmamasını talep etmeliydin beki de. -işine karışmak gibi olmasın balım-
    sana bol bol değerini bilecek öğrenciler diliyorum.

  3. korkunç bir karmaşa var içimde ve milim göremiyorum önümü, ve senin yazın geliyor geliyor, karmaşanın en gizli yerindeki en ince damara nokta atışı yapıyor!
    iyi ki varsın sevgili Defne ve iyi ki yazılarını görmüşüm günün birinde ve gördüğüm o günden beri de iyi ki takip etmişim hep.
    tesekkür ederim.

    1. Sen de iyi ki varsın ve iyi ki okuyor, sonra da yorum yazıyorsun!

  4. Zeynep Aksoy “hangi model yogisiniz?” diye eğlenceli bir yazı yazmıştı (http://www.cihangiryoga.com/hangi-model-yogisiniz/?lang=tr). Orada Shadow yogacılar savaşçı olarak betimlenmişti. Ben senin dersine hiç girmedim ama yazılarını takip ediyorum, Z.A. çok doğru demiş bence. Misyondan bahsediyor orada, ki sen de buna sık sık değiniyorsun. Bu yazındaki acıdan küçük bir nirvana çıkarma fikrinde de net görülüyor bu.

    Gel gör ki, Z.A.’nın da isabetle tespit ettiği gibi, başka yogiler de var.

    Sen Defne’sin, o ağaçtan muhtemelen hem güç hem ilham alıyorsun. Ağaçlar görkemli olurlar. Ormanlar gölgeli. Dallar tekinsiz. Sen bunlardan besleniyor olabilirsin. Acıya, sıcağa, soğuğa, yılmadan dayana dayana büyüyor olabilirsin.

    Ama sen ağaçsın diye huzur bahçesindeki gülü de hor görme!

    Böyle konuşuyorum, kendimi gülden gördüğüm sanılmasın, alakam yok! Ama var böyle insanlar ve çok da güzel insanlar olabiliyorlar, bunu biliyorum.

    Bendense olsa olsa sardunya olur! Mümkünse kedi purultusu, köpek hırıltısı, çocuk zırıltısının eksik olmadığı cıvıl cıvıl bir evin camındaki dizi dizi saksılara kurulmuş :o) Neşeli ama telaşsız, nasıl olsa yaz gelecek havalarında!

    Demem o ki, sen yükselmek istiyorsan mesela benim derdim yayılmak, başkası da başka birşeyin peşindedir.. Bir tatlı huzur almaya gelenden de çok hakiki bir yogi çıkabilir.

  5. Tabi ki, dersi terk ederek sana ve sınıftaki diğer öğrencilere saygısızlık eden kişiden bahsetmiyorum, hakiki olabilir diye. Neyse, anlamışsındır..

  6. “Annesi kendini de dahil ederek kızına beceriksiz olduğunu hissettirtmiş olabilir. “Beceriksiz ailenin beceriksiz kadınları olarak bakalım bu işin üstesinden nasıl geleceğiz vs” gibi iyi niyetli yorumlarla. Ya da “Dur sen yapamazsın, bırak ben yapayım” gibi aşırı korumacı tavırlarla kızına beceriksiz olduğunu hissettirtmiş olabilir. Belki de babası annesine şöyle söylemiştir. “Bu kız yazık senin gibi becerikli olamadı, ablama çekmiş.”
    Cık, burası geleneksel Türk ailelerine uymamış. Biz Türkler de becerikli olan “bize” benzer. Beceriksiz ise halaya, dayıya, teyzeye, amcaya yani söyleyene göre karşı tarftaki akrabaya. :)))

  7. Aynen yoga yaparken zihnimdeki tek ses hep bu olurdu. Yapamıyorum, bacak kaslarım yeterince esnek değil, kilo fazlam var, taytım yeterince güzel değil. Ensenin katlandığı pozlar hele. O sıkışmışlık hissi. Herkes destek oh şahane muhteşem modunda çıkardı bende de tek duygu olurdu, “umarım gelişiyorumdur” özellikle bir derste zırıl zırıl ağlamıştım. Simdi anlıyorum ki tek hoca ile devam etmemek, aç gözlüklülükle her derse girmek biraz vücut psikolojimi de bozmuş 😀

Yorum bırakın