Aralık 2011’de Kuraldışı Dergi’de Yoga Bitti başlığı ile yayınlanmış yazım:
Geçenlerde bir karar verdim: Artık derslerimin dışında yogadan söz etmeyeceğim. Biliyorsunuz benim işim yoga öğrenip, öğretmekten ibaret. Günlerim, dünyanın hangi köşesinde olursam olayım, kendi yogamı yaparak açılıyor, ders vererek devam ediyor. Günün ilerleyen saatlerinde, evi toparlayıp düzenledikten, karınlarımızı (Bey’in ve kendimin) doyurduktan sonra evde veya bir kahvede okuyorum, yazıyorum. Güneş batarken aynı düzen bir kez daha tekrarlanıyor ve sonra yatıyorum.
Anlayacağınız, günümün geniş bir zaman dilimi yogaya ayrılmış durumda.
Babam Mavi Orman’ı okuyup bitirdiğinde “Keşke her bölümü yogaya bağlamasaydın. İlla ki kafamıza yoga kakıyormuşsun gibi hissettim” demişti. Çocukken bana gizlice tereyağı yedirdiğini söylediği gün yüreğimi sıkıştıran o soru geldi dudaklarımın ucuna: “Peki ama ne gereği var şimdi bunu bana söylemenin?”
Yuttum. Bana çaktırmadan vişne reçelinin altına sürdüğü tereyağını yuttuğum gibi.
Ah bu laflar! Yaralarımızın çekirdeğini oluşturan o sözcükler… Tekme tokat ile değilse bile söz ile çocukluk hassasiyetimize atılmış çentikler. Hesapsızca, düşünülmeden… Belki güvensizlikten, belki alışkanlıktan.
Sözün gücünü yadsımamak lazım. Sadece çocuklarla değil, dostlarla, sevgililerle, eşlerle konuşurken de ağzımızdan çıkanların diğer benliğe bir çentik daha atacağını unutmamalı. Her sözü, geldiği gibi savurmamalı önümüze gelene.
Ne demiş Claudius: Her bildiğini söyleme ama her söylediğini bil!
Sözü fazla da dolandırmamalı. Yogadan bahsetmeme kararımdan bahsedeceğim bir yazı yazmaya giriştim, biliyorsunuz.
Artık yazılarımda ve sohbetlerimde yogadan bahsetmeyeceğim çünkü yogadan konuşmak, müzikten konuşmak gibi bir şey. Müzik şudur, müzik budur, müziğin iyisi şöyle yapılır, kötüsü böyle anlaşılır. Ay, ne sıkıcı değil mi? Bas düğmeye çalsın. Doldursun odayı, havayı. Kapat gözlerini dinle. O kadar.
Ama hayatında hiç müzik dinlememiş birisine müziği ne kadar anlatabilirsiniz?
Yoga da işte ancak o ölçüde söze taşınabilir.
Biz yogacılar ne vakit bir araya gelsek söz döner dolanır gelir yoganın ne olduğuna. Boğazımız patlayana kadar teori, felsefe yarıştırırız. Yogacılar arasında yükselen değerlerden biri uyum olduğu için tartışmalarımız alçak sesle gerçekleşir ve sözlerimiz birbirini destekleyen fikirlerden ibaretmiş gibi gelir kulağa. Sık sık, “hepsi bir zaten”, “bütün yollar, sistemler aynı yere” vs gibi bütünleştirici ve affedici söylemler kullanırız. Çatışsa da fikirlerimiz, onlardan bir dağ inşa eder, tepesine çıkıp insancıkları seyre (veya dedikoduya) dalarız.
Bizi dışarıdan dinliyorsanız müthiş sıkılabilirsiniz. Sıkılırsınız da. Yoga ile ilgilenmeyen arkadaşların, yogacıların çoğunlukta olduğu toplantılara, davetlere, partilere itibar etmemesi bundandır.
Biraz bu yüzden istemiyorum yogadan konuşmak. Sıkıcı bir insan olmayayım diye yani.
Ama esasen sebebim şu:
Her ne kadar popüler kültüre girmiş, televizyonlarda, gazetelerde, taksilerde hakkında konuşulmaya başlanmış olsa da yoga bize yabancı bir yol. “Biz” derken Hint kültüründen gelmeyen bütün insanları kastediyorum. Hintliler için yoga babanın, ananın, büyükbabanın, yedi kuşak atalarının, bakkalın, aşramda yaşayan bilge hocanın, sokağın köşesinde dilenen sadhu’nun ilahi olana bağlanmak için izlediği bir yol.
Yoga yapmayan bir Batılı’nın zihninde ise yogaya dair bir his, bir görüntü yok. Yoganın tecrübesel karşılığı olmayınca sözler boşa gidiyor. Ya da çok boş sözler ediliyor: “Ah sen çok rahat, çok sakin olmalısın o halde. Zayıflatıyor diyorlar, doğru mu? Bir arkadaşım yogaya başladı, sigarayı bıraktı. Neden namaz kılmıyorsun yoga yapacağına?”
Anadolu kültüründe yogaya en yakın yolu tasavvuf olarak düşünebiliriz ama kaçımızın hayatına, yüreğine tasavvuf bilgisi aktarılmış ki? İlahiyata inancımız bulanık ve O’nunla buluşacağımız yol konusunda kafamız karışık ise yoga da, namaz da, tasavvuf da, sadece kavramlar veya kurallardan ibaret kalır. Ünlü yoga metinlerinden biri olan Hatha Yoga Pradipika’nın son cümlesinde üstat Svatmarama şöyle buyurur:
Bu kitapta yazanları kendi hayatınızda, bedeninizde tecrübe etmediğiniz, yüreğinizde hissetmediğiniz sürece, okuduklarınız boş gevezelikten öteye bir anlam taşımayacaktır. *
Ben de işte o yüzden artık yogadan bahsetmeyeceğim.
Yogadan bahsetmeden yazmayı sürdürebilecek miyim peki?
Elbette!
Zaten yogadan yazmıyordum ki! (Babam ne derse desin!) Kendi yaptığım yoga, insanlığı, hayatı, varoluşu sorgulamama ve belki birazcık anlamama yardımcı oluyor. Yaratıcı gücümü ortaya çıkarıyor, dikkatimi keskinleştiriyor, doğruyu yalandan ayırt etmemi, duygusallığın hâkimiyetinden özgürleşmemi kolaylaştırıyor. Yoga sonrasındaki hayatıma denk gelen otuzlu yaşlarımda kendimi ilk gençliğimdeki halime nazaran daha mutlu, tatminkâr ve dengeli hissediyorum.
Bu dönüşümü yaşamak için illa ki yogaya mı başlamamız gerekiyor? Yo… Bazı insanlar benim yoga sonrasında girdiğim bu dönüşümü geçirmiş olarak doğuyorlar zaten. Daha çocukluktan itibaren tatminkâr, tatlı dilli ve mutlu insanlar olarak biliniyorlar. İlahi olana ilgileri ve yüreklerindeki bağ sayesinde fazla bir şeye ihtiyaçları olmadan yaşayabiliyorlar. Onlar, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar içsel asaletleri ile dikkat çekerler.
Hepimizin hayatına böyle ışık dolu bilge adamlar ve kadınlar girmiştir, bilirsiniz.
Bazı insanlar ise, yan yana büyüdüğüm bir sürü arkadaşım mesela, yogacı olmadılar ama benim geçirdiğim dönüşümün benzerinden geçtiler. İlk gençliğimiz zaaf, zevk ve korkularımızın hâkimiyetinde geçtiyse, ikinci gençliğimizde çoğumuz daha tatminkâr, daha neşeli, hayırlısını kabul etmeyi bilen, daha akıllı ve yaratıcı insanlara dönüştük.
Yoga yapsak da yapmasak da.
Demek ki insanın dönüşümünü yazarken yogadan bahsetmeye ihtiyacım yok. Zaten yoga yapıp da dengesini şaşıran, hırstan gözü dönen, birini ötekinden üstün tutan, hâkimiyeti kayıtsız şartsız duygusallığa teslim eden nice insan var. Ülkemizde ve dünyada.
Ben istiyorum ki kaliteli hayatlardan yana olsun sözlerim.
Yalan yerine gerçeği, inat yerine merakı, red yerine kabulü anlatsınlar…
İyi insanın destanını yazsın masallarım.
Bu da olsun son yoga yazım!
* Svatmarama, S. The Hatha Yoga Pradipika, (İngilizceye çeviren Brian Dana Akers) Woodstock, NY: YogaViyda.com, 2002.
bu sefer de ben sana bir hikaye anlatayım o zaman: çobanın biri hz. ibrahim ile konuşuyormuş, ey ibrahim sen tanrı ile konuşabiliyorsun ona sor neolur beni seviyor mu demiş, ibrahim sen onu seviyormusun deyince sevmez olurmuyum hemde çok demiş safiyane. ibrahim, o zaman nasıl seviyorsun onu demiş sevgini nasıl belli ediyorsun. çoban ona sesleniyorum demiş: ahh tanrım senin tüylerini tarasam, bitlerini ayıklasam, yünlerini tımarlasam diyorum ona demiş. ibrahim kızmış, manyak mısınhiç tanrı böyle sevilirmi demiş. çoban sormuş ee nasıl sevilir peki deyince kuralına uygun anlatmış. tamam demiş çoban artık öyle yapacağım. aradan zaman geçmiş ibrahim çok üzgünmüş çünkü tanrı ona soğuk davranıyormuş, konuşmuyormuş, birgün cesaretini toparlayıp sormuş: tanrım çok üzgünüm bana soğuk davranıyorsunuz bir hatam mı oldu. tanrı evet demiş, artık çoban bana ulaşamıyor, bana sevgisini gösteremiyor, ne diye karıştın ki ona, ne güzel bitlerimi ayıklayarak seviyordu beni, bizim ilişkimizi, onun bana ulaşma yolunu bozdun demiş tanrı.
hikaye bu kadar sevgili defne. ben akademiyenim araştırmalarımızda materal metot kısmı vardır. senin metodun “yoga” değişik materyalleri yoga metodu ile bize sunuyorsun ve sunuşlar içinde hiç bir zaman gözüme bişeyin sokulduğunu kendime yoganın dayatıldığını hissetmedim. bence o babanın kendi ile ilgili bir hissi, neden böyle hissettim diye düşünebilir. biz hep bir hisle muhatap olduğumuzda bu hisse kapılmamıza neden olanın karşı taraf olduğunu düşünüp iredelemelerimizi ona yöneltiyoruz.
sana hayırrrr defne yazılarında hep yoga olsun, biz seni böyle sevdik falan demiyeceğim sen zaten kendin olarak bir gerçeksin biz ne dersek diyelim özün, kendin olan şey ordan burdan pırtlar ve sen hay allah yine yoga dedim diye eziyet çekersin.
bir kere tek bir doğru mu var bunu bilmezken doğruya ulaşırken kullanılan metotkarın tek olmasını beklemek komik olur. bugüne kadar ne yazdıysan okumaya çalıştım. ve bana yazıların “yoga öğreticisi” “yoga hayatı algılamanın tek yoludur” öğretisi gibi gelmedi ki böyle olsaydı bir süre sonra sıkılırdım. yoga bohçası içinde bir sürü yemeniler, ipek oyalı başörtüler, mendiller, …vardı yazılarında. sevgiyle kalın defne hanım. iyi yıllar diliyorum.
2011 yilinda, hayatimda bir suru onemli olay ve degisiklik oldu. bunlardan biri de senin yazilarinla tanismamdi, mavi orman kitabini bir solukta okumamdi. Yoga konusunda cok cok acemiyim, ama yazdiklarin ruhuma usulca dokunup, kocaman kocaman dalgalar yaratti. guguk kusu´nun yorumuna katiliyorum. herkesin yontemi farklidir, her yigidin yogurt yiyisi gibi…
yilin son gunlerinde bizlerle yeniden paylastigin seride kaliplara,sartlanmalara dair yazdiklarin cok gercekti…
yazilarini beklemeye devam ediyorum 🙂 sevgiler….
Sevgili Defne,
Sevgili guguk kusunun yazdiklarina yurekten katiliyorum. Yazilarinla, yogayi anlatisinla oyle guzel dokunuyorsun kşi yureklerine , inaniyorum ki en az bir kisinin o gun hayatina isik saciyorsun. tabii ki tek yol yoga degil…Insanın senin yazilarini okurken icinde bir his, farkli duygular, sorular, merak olusuyorsa bence bu bile o kisi icin bir fark yaratiyor… Ben kendi adima sen bir daha yoga ile ilgili yazmiyacaksin diye icin icin uzuluyorum… Ya her an heyecanla bir sonraki yazini bekleyenler ne olacak? Yinede icinden geleni yap… su ana kadar paylastigin hersey icin cok ama cok tesekkurler… Iyi ki benimde yolum seninki ile kesismis…Sevgimle… Harika
bu yazilar kuru teori degil ki; aksine demlenmis, deneyimlenmis, suzgecten gecip karsimiza gelmis yazilar; ben oyle okuyorum. yasadiklarindan dogurdugun bu yazilarin, zaten yoga olan hayatindan bicakla kesilmis gibi ayri olmasi mumkun mu? zaten mumkun olmadigini bence gecen aydan beri yazdigin yazilarla gorduk. bir yazida yoga kelimesinin gecmesi o yazinin yogayla ilgili oldugunun ispati olmadigi gibi aksi de dogru degil. yani sen yoga yazmasan da biz okurlarin olarak yoganin nufuz ettigi satirlarda yoga goruyoruz zaten ve bu organik ic ice gecme cok hosuma gidiyor benim sahsen. ama oruc tutmak gibi herhalde, bazen bunyeyi dinlendirmek, sinirlar koyup yaraticiligi kamcilamak iyi geliyordur belki. sevgiler.
Çok sevgili okuyucularım,
Bir kere bu güzel yorumlarınız ile içimi ısıttınız. Sizlere teşekkür ederim.
Bu yazıdan önce yayınladığım Çocukluğa Dair bir Yoga Macerası adlı 7 bölümlük seri benim yoga hakkında bildiğim teknik, teorik ve felsefi bilgilerin çoğunu içeriyor zaten.
Bundan sonraki yazılarımı sadece yogacıları değil, bütün hüner sahiplerini ilgilendirecek şekilde yazmak istediğimden son dedim. Yoksa benim hünerim, zanaatim, ustamın yolu yogadır, ben kendimden çıkmazsam zaten insanı anlayamam, o zaman da yazamam. Yoga tabi ki yazılarımın ışığı olarak hep duracak. Sadece yoga hakkında değil, insan hakkında yazacağım ki, ne farkı var diyebilirsiniz. Haklısınız da!
yoga hakkında bahsetmeden, yogaya hiç değinmeden de yoga yazıları yazılabilir bence. zaten mesele yogayı satmak değil. bu geçiş, bence ‘kuru’ bilginin daha demlendiği, daha sübtil olarak paylaşılacağı bir evre. bu yüzden yoga-seviciliği bırakmak, tasavvufta tanrıyı red ile onunla bir olmaya geçiş gibi; daha içselleşme hali. defne’nin tarzı, duruşu ve paylaştığı hikayeleri zaten yoga. bunlar içinde tekrar yoga kelimesi sarf etmesi, tasarımda over-design yapmak gibi, parmağı gözünün içine sokmak gibi birşey. böyle bir geçiş, derinleşmenin illa ki’si. keyifle bundan sonraki yazıları (da) okuyacağız. kalemine sağlık defnecim.
Çok teşekkürler Cem! Ben de işte biraz da senin bahsettiğin sebeplerden dolayı edebiyata yöneldim. Roman yazıyorum! 🙂
Sevgili Defne, bu yazını iyiki yeniden paylaşmışsın çünkü ben bugün gördüm ve okudum. Düşüncelerini ne kadar yalın ve güzel anlatmışsın. Ben de senin gibi düşünüyorum. Ben de bir blog yazarıyım. Yogayı yazmıyor ama yogayla birlikte evrilen günlük hayatımı, seçimlerimi, alışkanlıklarımı anlatıyorum. Etrafıma farkındalıkla bakmamın bana en büyük katkısı “görmek” oldu; yargılamak için değil anlamak için bakmak ve görmek. ellerine sağlık. sevgiler, Pınar