
Bombacı Mülayim geçen haftaki yazıların birinin altına eklediği yorumlarda yogaya, yoga öğretmeye dair güzel sorular sormuş. Cevapların sadece onu değil, hepimizi ilgilendirdiğini düşündüğüm için onun yorumunun altına değil, yeni bir yazı olarak bu sayfaya yazıyorum:
- İlk olarak, sizden ders alan kişilerin , stüdyodan çıktıktan sonra devam edecekleri hayatları sizi ne derecede ilgilendiriyor? Uzun süreli alışkanlıklar veya konformizm adı altında genelebilecek yaşam tarzlarının yogayla çelişen doğası hakkında, veya bloglarınızda sözcülüğünü yaptığınız yoga- roman – yalnız kalmak – doğa ve nice “sevimliliğin” iç içe geçtiği bir lifestyle’ın öğrencileriniz için erişilemezliği hakkında nasıl bir çözüm önerisi düşündünüz?
Öncelikle, «öğrencilerim» olarak düşündüğüm insanların benimle ortalama üç senedir çalışan 20-25 kişilik bir grup olduğunu belirtmek isterim. Yoga öğretmek üzere seçtiğim yöntem (drop-in diye tabir edilen dersler yerine, aynı grupla bir kaç ay devam eden kurslar) öğrencileri yakından tanımamı ve -benimle kaldıkları takdirde-yıllara yayılan sağlam bir ilişki kurmamı sağlıyor. Onların hayatlarını dönüştürme gibi bir gayem olmasa da, kendi potansiyellerine yaklaştıkları hayatlara geçiş yapmaları elbette ki beni ilgilendiriyor ve geçiş süreçlerinde onlara rehberlik etmek üzere her zaman hazırda bekliyorum. Bazen müthiş hayal kırıklıkları yaşadığım oluyor. Uzun süreli alışkanlıkların aynen durduğunu gördüğüm anlarda. Eskiden bunu kendi başarısızlığım olarak görürdüm. Artık, yoga öğretisinin (ya da kişisel gelişmeyi amaçlayan herhangi başka bir dalın) herkeste aynı sürede, aynı etkileri göstermeyeceğini öğrendim. Yine de yogaya güveniyorum. Sağlam bir yoga sisteminin düzenli olarak uygulanması sonucunda uzun süreli alışkanlıkların kırılacağı, konformizm bazlı hayatların ötesine geçilebileceğine inanıyorum.
Benim kendi hayatımda, sanılanın aksine, nice sevimlilik maalesef iç içe geçmiyor. Yalnız kalmak, roman okumak, blog yazmak için gani gani vaktim yok. Bütün bakımını üstlendiğim yürüme engelli bir eşim var. Ailemizin geçimini sağlamak için günün çeşitli saatlerinde farklı stüdyolarda ders veriyorum. Yazılarımda bahsettiğim sevimlilikler için aslında sadece iki saatim var. Sabah 8 ila 10 arası. Bu süre benim için çok değerli. Bu süreyi yaratmak için mücadele ettim, hala da ediyorum. Hatta diyebilirim ki mutluluğum bu iki saate bağlı! Bütün öğrencilerimin günlük hayatlarında ufak tefek değişiklikler yaparak, kendilerine ayırabilecekleri iki saat yaratabileceklerine inanıyorum. Bence bu lifestyle’dan çok öncelikleri yeniden düşünmek ile ilgili bir şey, o kadar da erişilmez değil.
- Gündüz devam edilen, ve gelirini kazanmak için altına girilen sıkıntılardan KAÇIŞ özelliği taşıyan bu pratiğin bir süre sonra bağımlılık ve kişinin kendi vücuduna aşırı ilgi ile dışa vurabileceği bir tür fetişizme dönüşebilme ihtimali hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu ihtimalin varlığı ve yogayı bir mal olarak pazarlayan sistemin bu ihtimali sonuna kadar kullanması beni çok rahatsız ediyor. Derslerimde, bazen de yazılarımda, popüler yoga stillerinin rahatlama, gevşeme, zevk alma gibi kaçış yollarını yücelterek yogayı amacından saptırdığı gerçeğine değiniyorum. Yoga kendini keşifle başlar. Kendini keşif süreci, nereden bakarsanız bakın, kısa vadede rahatlama ve zevk yaratmaz. Aksine yüzleşilmemiş davranış/düşünce kalıpların su yüzüne çıkmasının yarattığı sıkıntı, duygusal çalkantı ve endişeye sebebiyet verir. Gölgeden geçmeden ışığa varmak mümkün değildir. Pazar ekonomisinin bize dikte ettiği şeyler, yani yoga yaparsak sahip olacağımız huzur, sıkı popo, stressiz bir hayat, sonsuz gençlik, yanılsamadan ibarettir. Bir çok insan yogaya bu tip heveslerle başlıyor. Başlangıçta bu o kadar önemli değil. Ama bu tip gündem (ve hatta herhangi bir gündem ile) ile yogaya devam etmek, öğretinin özünden bizi uzaklaştırıyor. Bir noktada neden yoga yaptığımızı unutmamız, bu sorunun cevabını aslında bilmediğimizi teslim etmemiz gerek. Yoksa bir ömür «huzurlu yogacı» rolü yapmaktan öteye gitmemiş oluruz.
- Yoga sonrasında, veya yoga eksenli bir yaşamın yolunu açması gerektiğini düşündüğünüz vakitlerde, edebiyat-sanat ve nice entelektüel alanda, öğrencilerinizin ekonomik kaygılardan arındırılmış olduğunu farz edersek – nasıl yollar izlemeleri gerektiğini ve bu alanları “dinlenme” yerlerinden ziyade hayatın ta kendisi olarak görmeye başlamalarının aciliyetine yeterince değiniyor musunuz?
Doğrusunu isterseniz, bu sorunun cevabını bilmiyorum. Evet, bu alanları «dinlenme» yerlerinden çok hayatın kendisi olarak görmeye başlamalarının aciliyetine inanıyorum ama yazılarımda, derslerimde buna yeterince değiniyor muyum, emin değilim. Yoga öğretisi, geleneksel şekli ile uygulanırsa, kişiye benliğini sarmalayan bütün gölgelerin ötesindeki hakikati göstermeyi amaçlar. Benim inancım, -gölgelerden yürüyerek- bu hakikate doğru ilerleyen bir bilincin nihayetinde –çok klişe ama- hayatın gerçek doğasını kavrayacağına dair. Ben tohumları ekiyorum, bazen tutuyor, bazen kuruyor.
- Yoga ve meditasyonun gerçekliğini ve dolayısıyla insan üzerindeki etkilerini deneyimleyen öğrencilerinize, hayat dedikleri kısır döngüye yalnızca biçimsel bir farklılık kattığınızı mı, yoksa onları çevreleyen koşullara “responsive” ve “sorgulayıcı” bir bakış açısı mı kazandırdığınızı düşünüyorsunuz?
Umarım ki “responsive” ve “sorgulayıcı” bir bakış açısı kazanıyorlardır. Ben bunu yaratabilmek için elimden geleni yapıyorum. Bir yandan da bu bakış açısını, kültürel ve aileden gelen çatışma biçimlerinin ötesinde bir dile tercüme etmeleri için onları cesaretlendiriyorum. Derslerime gelen öğrencilerin çoğu zaten bir şeyleri sorgulamaya başlamış olarak karşıma çıkıyorlar. O zaman onları sorgulama ve tepki verme biçimleri konusunda yeni bakış/davranış kalıplarına yönlendirmeye çalışıyorum. Bir çoğumuzun yumuşamaya, daha çok gülümsemeye, teslimiyete ve –kaçmak yerine- endişelerimizin merkezinde durmayı öğrenmeye ihtiyacımız var. Neşeyi hayatlarından çalan mekanizmaları (kendi zihinleri başta olmak üzere) yeniden düşünmeye doğru yönlendiriyorum onları. Yoga öğretmek çiçek yetiştirmeye benzer. Yukarıda da yazdığım gibi tohumları atarsınız, toprağı sularsınız, sonra beklersiniz. Filiz, fidan kendisi oluşur. Bırakıp gitmezsiniz ama çiçeği çeke çeke büyütmeye de çalışmazsınız. Biraz ilgi, bilgi ama çok da sabır, anlayış ve sebat gerektirir.
- Eğer iki sorunun da cevabı hayır ise, ikinci durum hakkinda elinizden birşeyler geleceğini düşünüyor musunuz, yoksa Yoga ve Yoga öğretmeninin sorumluluğunu aşacağı kanısında mısınız?
Kendimi yoga öğretmeni, blog yazarı, sosyolog vs gibi kavramlarla tanımlamamaya gayret ediyorum. (ne kadar mümkünse tabii bu). Ben de herkes gibi hayatı başka hayatlara temas eden bir insanım. Bütün insanlar temas ettikleri hayatlarda bir farklılık yaratırlar bence. Sadece yoga hocası olarak değil, hayatta kalma mücadelesi vermek zorunda olmayan şanslı insanlardan biri olarak, dokunduğum hayatlarda anlayışa, saygıya, sevgiye ve gerçeği yalandan ayırma becerisine doğru bir farklılık yaratmayı sorumluluğum olarak görüyorum.
hiç yoga pratiği olmamış, yoga hocası tanımamış, yolu herhangi bir stüdyoya düşmemiş, hakkında en ufak bir şey duymamış olan, eğer sadece nefes alıp veriyorsa bile yoga yapıyor aslında. sanırım yoganın ne olduğunu öğrendikçe bana en çok farkettirdiği bu oldu. gündelik serilerimizin içinde kendi asanalarımızda ustalaşmaya çalışıyoruz. yaşıyor olmak yetiyor aslında farkına varabiliyorsan eğer.
Keşke yoga yapmaya adım atsa .Ne bombacı kalır ne de mülayim o zaman
Bugün sevgilime senden bahsettim. Enerjinin nasıl ılık ılık ciğerlerimden karın boşluğuna yayıldığından bahsettim, biliyor musun?
Hep bedene bağlı değiliz aslında; ruhumuz, bedenimizden çok daha esnek. Eminim yanında olanlarla paylaştıkların, onlara benim yaşadığımın kat kat fazlasını yaşatıyordur.
Güzel olan bu. Çok fazla açıklamaya gerek yok bence. İyidir sadelik.
“Bu ihtimalin varlığı ve yogayı bir mal olarak pazarlayan sistemin bu ihtimali sonuna kadar kullanması beni çok rahatsız ediyor. Derslerimde, bazen de yazılarımda, popüler yoga stillerinin rahatlama, gevşeme, zevk alma gibi kaçış yollarını yücelterek yogayı amacından saptırdığı gerçeğine değiniyorum. Yoga kendini keşifle başlar. Kendini keşif süreci, nereden bakarsanız bakın, kısa vadede rahatlama ve zevk yaratmaz. Aksine yüzleşilmemiş davranış/düşünce kalıpların su yüzüne çıkmasının yarattığı sıkıntı, duygusal çalkantı ve endişeye sebebiyet verir. Gölgeden geçmeden ışığa varmak mümkün değildir. Pazar ekonomisinin bize dikte ettiği şeyler, yani yoga yaparsak sahip olacağımız huzur, sıkı popo, stressiz bir hayat, sonsuz gençlik, yanılsamadan ibarettir. Bir çok insan yogaya bu tip heveslerle başlıyor. Başlangıçta bu o kadar önemli değil. Ama bu tip gündem (ve hatta herhangi bir gündem ile) ile yogaya devam etmek, öğretinin özünden bizi uzaklaştırıyor. Bir noktada neden yoga yaptığımızı unutmamız, bu sorunun cevabını aslında bilmediğimizi teslim etmemiz gerek. Yoksa bir ömür «huzurlu yogacı» rolü yapmaktan öteye gitmemiş oluruz.”
Bu paragrafı büyük harflerle yazmak istiyorum.
Bombacı Mülayim benim de zaman zaman aklıma takılan güzel sorular sormuş, belli ki kafası çalışan biri. Sen de güzel ve kendi gerçeğini yansıtan cevaplar vermişşin sevgili hocam. İkinize de teşekkürler.
“…Yoksa bir ömür «huzurlu yogacı» rolü yapmaktan öteye gitmemiş oluruz…” Ne güzel demiş burada! Onlardan ve onlara özenenlerden öyle çok var ki. Bu insanlar aksine insanların, toplumların gölgeleriyle buluşup onları aşmalarının önünde engel olup, hem kendi hem de başkalarının gölgelerini büyütüyorlar. Beni en fazla yargılayan insanlar ne tesadüf ki kendilerini kimseyi yargılamayan ve çok pozitif olarak tarif eden insanlar olmuştur. Bu kişileri kendilerine bu kadar yabancılaştıkları için tehlikeli de buluyorum aynı zamanda.
Sonuna kadar katılıyorum. Pozitif sözüne de çok fena alerjim var! Duydum mu kaçıyorum!! 🙂
Teşekkürler yeni dostum.
Ne güçlü kelimedir ‘dost’ içten söylenirse ve senin içtenliğin kilometrelerce öteden hissediliyor. Sen sağol!
;=)) sert olmuş biraz ama vallahi çok güldüm ” d. ”.. ben soruları pek anlamamıştım zaten de cevaplar daha bi anlamamı sağladı.. yinede burayı okuyan bizlere bişeyleri ”sorgulattıgını” düşünüyorum en çok ta Defne’ye belki..ve ”responsive” olarakta blog yazarından Ahimsa’yla ilgili yazmasını rica edicektim.. Bu kelimeyi duydugumda sadece okunuşuyla bile etkilemişti beni.. teşekkür ederim. sevgiler.
Mülayim’in soruları çok yerinde ve zeka dolu, tebrık ediyorum kendisini.Bu sorulara bu kadar açıklıkla ve yine samimiyetle çizginden ödün vermeden cevap vermeni okumak çok önemli benim için. Kendine içine döne döne, canını yakmadan kendini eleştirebilme ve geliştirme yöntemlerini öğrendim senden, yazdığın her kelime inan bir yerlere dokunuyor, çiçek açtırsa da, bomba patlatsa da, etkileri müthiş! Umarım birgün senden ders alabilir ve öğrencin olarak bu etkileri birebir yaşayabilirim..
Makin@su.sabanciuniv.edu ya küfürlerinizi direktolarak iletebilirsiniz, daha nice opsiyonlarınızı tartışmak için bu şekilde iletişim kurabiliriz, bekliyorum opuyorum
Bombacı Mülayim’in sorularının günümüz dünyasında yolu yogadan geçen veya geçmeyip bir fikre kapılan herkesin aklına düşmüş olabileceğini düşündüm, o yüzden değerli buldum. Aynı şekilde bir yazıyı hak etmesini sağlayan yaklaşımı, açık yürekliliği, kabulleniciliği ve tabi verilen cevapları da. Bu diyalogun olabilmesini, devam edebilmesini önemli buluyorum.
Kibir kendimizi kaybedebileceğimiz en büyük gölgelerimizden. Bazen okuduğum blog yazılarından ziyade yazıların altındaki yorumlar ve taraftarlık tutumu beni dehşete düşürüyor. Duygularımıza kapılmadan, tepkisel olmadan fikirlerimizi (karşı tarafla aynı fikirde olmasak bile) aktarabiliyorsak, sorgulayabiliyorsak, işte akışta kalabilmek böyle mümkün oluyor. Gerisi direten ve direnen bir sabitlik. Ne hissettiğimizin farkında olalım, içimizde tetiklenenleri göz ardı etmeyelim tabi, ama elmayla armudu karıştırmayalım. Sormak için mi soruyoruz, karşımızdakini ‘challenge’ etmek için mi, yoksa gerçekten cevapları merak ettiğimiz, can kulağıyla dinlemek istediğimiz için mi? Ben soruların cevaplarını gerçekten merak ettim ve can kulağıyla da dinledim. İkinize de teşekkürler, sevgiler..