
“Kubbenin altında yanyana durduk. Çaktırmadan kolumu koluna dayadım. Bir melankoli dalgasının gelip beni de sardığının farkındaydım, ama bu hüzün Maria’nınki mi, Leyla’nın ki mi, yoksa benimki mi bilemedim. Belki Leyla, Moğollu Maria gibi kendini bir kiliseye, tekkeye, manastıra kapamak, hayatını hüznün ve neşenin ötesindeki sırrı keşfetmeye adamak istiyordu. Belki hüzün yüzyıllardır bu şehrin havasına gaz gibi sızmış, asırlardır burada doğanların ortak duygusu olmuştu. Belki yaşlı insanların boş ilaç tüplerinde sakladıkları şey yakınlarının ruhları değil, şehrin hızla tükenen hüznüydü. Belki Leyla’nın o çok yadırgadığı şey, şehrin dokusuna nakış gibi işlenmiş hüznü göremeyen, tanımayan insanlar ve onu yeyip yutan gökdelenler, köprüler, alışveriş merkezleriydi.
Belki o gizli geçitleri, hüznün lahmacun ve kebap kokuları arasında iyice silikleşen kokusunu takip ederek bulabilirdik. Ve belki Leyla aradığı o geçidi sonunda bulmuş, hüznün boş ilaç tüplerinden çıkıp havaya dağıldığı öte zamanlara geçebilmiştir.
Kim bilir?”
Saklambaç- Sayfa 339
Farketmediğimiz İstanbul Turları Saklambaç’ı yazarken bana ilham vermiş olan Balat ve Fener’de devam ediyor…. 5 Nisan’da rehberimiz Bülent Demirdurak’ın önderliğinde geziyoruz….
Programın ayrıntıları burada: