Atina Günlükleri 16

Son günler bunlar. Yarın sabah 9:20 uçağıyla İstanbul’a uçuyorum. Ondan sonra başlıyor, koşturmaca. İlk dersim yarın 16:00’da.

Bu sabah ortalık sakindi. Yeni hasta bakıcımız yine ümitsiz manevralarıyla bizi üzdü ama sonra dün bana yazdığınız mesajlardan aldığım güç ile kendimi avuttum. Şunun şurası dokuz gün yokum. Ailecek bizim Bey’in elinden, kolundan, bacağından tutar bir şekilde yatırır, kaldırır, yıkar, giydirir, beslerler yani. Yalnız değiliz ya! Yardım istemek pek mühim bir erdem.

Sabah Bey’i yıkadık. Sonra giyindi. Kahvaltıda ne zamandır istediğim bir şey yedim: Peksimet. Evet glutensiz değil ama arpadan yapılma ve çok doyurucu. Girit kahvaltısı: Bir parça peksimet, beş zeytin, beş çeri domates, zeytinyağ, kekik, tuz, baharatlı çay. Neden istiyorum bunu? Az ve doyurucu diye. Kahvaltıda çok ekmek, çok domates, çok zeytin, tahin, bal, reçel, roka, maydanoz, avokado vs vs yiyecek olursam öğlene hiç acıkmıyorum. Oysa sindirim ateşi agninin kuvvetli yandığı saatler 11:00 ila 14:00 arası. İnsan besleyici öğünü o sırada yemeli. Sabah 8 ya da 9 gibi yenen kahvaltı keşiş kahvaltısı olmalı. Nitekim ben de günüme bu keşiş kahvaltısıyla başladığımdan öğlene kurt gibi acıkmıştım. Pilav pişirdim, yanına mercimek yemeği, dünden bezelye vardı. Roka domates salatası yaptım. Biraz da horta. (Pişmiş ege otları) Bey bunların yanında öğlen bir de tost yedi. (Ona yılbaşı hediyesi tost makinesi aldım.) Akşam yemek yemediğimiz için böyle zengin bir menümüz var. Akşam çok içimiz kazınırsa az birşey çorba içiyoruz. Sebze çorbası- Kabak, havuç, patates. Çabucak pişer.Limon maydanoz ekle. İşlem tamam.

Size bu satırları kuaförden yazıyorum. Aslında hiç niyetim yoktu ama saç diplerimdeki beyazlara tahammülüm kalmadı. Tuhaf bir şekilde hayatımda bir saatlik bir boşluk açıldığı sırada aynaya bakıyordum. Sonra bisiklete atlayıp Exarcheia’daki Arvavut kuaförüme geldim. İstanbul’da dip boya vakti olmaz belki.

Dün gece yatarken Bey’den rica ettim. Ne olursa olsun beni sabah 6:00da kaldır diye. Zavallı adam. Ben benim kadar uyku düşkünü bir insan tanımıyorum. Top patlasa uyanmıyorum. İki alarm çalıyor başımda. Yine uyanmıyorum. Oysa güneş doğuşundan 96 dakika önce uyanmalı yogi. Bir bardak sıcak su içmeli ve yogasına koyulmalı. Ben ilk önce sıcak kahvemi içiyorum. Kahvemi içerken bir gati (24 dakika) boyunca roman okuyorum. (Şu aralar Salman Rushdie bildiğiniz gibi) Eğer bu bir gatilik kahve/roman süresini başta geçirmezsen yoga boyuna o anı hayal etmekten bir hal oluyorum. Seneler önce bu savaşı bıraktım. Kahve ve roman mı istiyorsun? Al, dedim, al ve beni yogam sırasında rahatsız etme. Yine ilk 24 dakika bu bağımlısı olduğum iki keyifle geçti. Sonra yogaya başladım. Sakin kafayla. Hasta bakıcımız 8:30da kapıyı çaldığında bitmişti yoga, kapanışını da usulünce yaptığım için mutlu mesut güne başladım.

Kahvaltı bitince Little TRee and Books’a gittim bisikletle. Eylül Konuklarını yazmaya. Giderken sesli kitaptan Anna Karenina’ya başladım. Bir kez daha. On iki yaşımdan beri defalarca Anna Karenina’ya başladım. Farklı diller, farklı çeviriler, farklı baskılar… Bir defa bile bitiremedim. En son denememde (beş altı sene önce) son çeyreğe gelmiştim. İlk çeyreği ise ezbere biliyorum diyebilirim. İşte yine, bisiklet selesinde  Levin’i, Stiva’yı, Kitty’yi , Anna’yı dinlerken eski dostlarla buluşmuş gibi oldum. Nasıl güzel yazmış üstat! Kulağında yankılanınca insan daha da iyi anlıyor. İnsanlık hallerinin tümü… Film gibi.

Little Tree’den Thisio’ya indim. Atina yolcuları bu yürüyüşü mutlaka yapın. Akropolis’de, Parthenon Tapınağı’nın eteklerinde, yayalar için bir yol var. Caddenin adını unuttum. Tarih kadar eski bir yol. Çamların içinde antik şehir. Canlı müzik. Kuşlar hep birden havalanıyor ve çamlara zeytin ağaçları karışıyor. Onların arasında antik sütunlar, tiyatro ve en tepede şehrin koruyucusu mavi gözlü güzel tanrıça Athena’ya adanmış Parhenon Tapınağı. İnsan kendini bir film karesi içinde hissediyor. Üstelik şehrin içindesiniz. Ben evimden sadece yirmi dakika uzaktayım mesela o anda. Videoya çekip size de göstermek istedim. Işık, renk, ses… Nefis bir andı. Anlatılmaz yaşanır. İyisi mi siz gelip sabah saatlerinde o yoldan aşağı yürüyün.

Eve döndüm. Yukarıda bahsi geçen yemekleri yaptım. Yedik. Sonra yine uyumuşum. Uykuyla aramız iyidir, söylemiştim değil mi? Biraz daha iş yaptım. Öğrenci kayıtları, Agniyogana biletleri, Tiyatro Medresesi, hocalarımın kursu için erkenci ödemenin son günleri, yazışmalar, İstanbul etkinlikleri ve kursları için son hatırlatmalar.

Saçlarım da ben size yazarken boyandı, fönlendi. Ben galiba İstanbul için hazırım. Bakalım İstanbul bana hazır mı?!

Yarın havalimanından son günlüğü yazarım. Hoşçakalın şimdilik

Defne.

IMG_1525
İstanbul’a hazırım. İki elim kanda da olsa sizi aksatmadığımın kanıtıdır!

 



“Atina Günlükleri 16” için 4 cevap

  1. Defne hanım,
    Yolunuz aydınlık olsun.
    Betimlediğiniz yolun videosuna ulaşamadım.
    Ben de hayalini kurdum.
    Saçlarınız süper.🦈🐟
    Sevgilerimle.

    1. Videoyu çeksem diye içimden geçirdim ama sonra çekmedim. Bir dahaki sefere söz. .

  2. Tüm günlükleri tek solukta okumak da bu yolculuğa dahil mi bilmiyorum ama ben öyle yaptım. Neyse ki sonuncusunu iple çekerek bekleyebilecek kadar şanslıyım 😊 Ne kadar samimi olmuş bu günlükler. Nasıl keyifli. Atina’ya uçarak gelmek istiyorum şu an.. çok eski bir okuyucunuzdan sevgiler

  3. Defne hanım merhaba, anlatımınız çok hoş, umarım bir organizasyonda bir araya geliriz. Sevgilerimle.

Yorum bırakın