Burada bir öğrencim var. İsmine Alice diyelim. Alice yoga konusunda çok hevesli. Bir bilgisayar şirketinde sabah 9 akşam 6 çalışmasına rağmen, benim derslerime gelmeye azm etti. Haftada dört sabah saat 6:15’de karşımda. Bu aralar derslerim çok kalabalık da değil, toplasanız beş öğrenci geliyor gelmiyor. Böylece her biri ile ek tek ilgilenebiliyorum .
Alice 26 yaşında. Sağlam kemikli, ince uzun kaslı, eksiği fazlası olmayan sağlıklı bir bedene sahip. Geçenlerde konuşurken özellikle Shadow Yoga öğrenmek istediğini, çünkü hareketlerdeki zerafeti çekici bulduğunu söyledi. Bunu duyan içimdeki hazır-cevap yoga hocası hemen hamlesini hazırladı:
“Biliyorsun yoga fiziksel bedenin dış görüntüsü için yapılan bir şey değil”. (Of, ne sıkıcısın içimdeki hazır-cevap yoga hocası!)
Neyse o hamlesini yapmadan yakaladım bileğinden, içime geri çektim. Çünkü Alice’in söyledikleri hafızamda eski bir hocamın “grace” (hem zerafet hem de Tanrı’nın lütfu anlamına gelen) tanımı uyandırdı:
Evrenin zerafetine şahit olduğumuzda, akışın mükemmeliğini ve Yaradan’ın nefesini duyarız. Bundanır zarif olana doğru çekilmemiz.
Zerafete zihin 5 duyu organı ile şahitlik eder ve böylece ruh okşanır! Kimi antropolojik araştırmalar insanların toplumsal ve kültürel farklılıklarına rağmen, zerafete şahitlik ederken gülümsediklerini saptamıştır.
Bir sürü martı birbirinin ardı sıra gökyüzüne yükselir mesela veya yatağımızı yaparken havalanan kuş tüyleri döne döne çarşaflara iner, ipek gömlek tenimize değer, bir yerden Albinoni’nin notaları kulağımıza çalınır ve gül mesela, sadece görüntüsü ile değil, kokusu ile bile zarifitir. Artistik patinaj, kelebek stili yüzme, kelebeklerin kendisi, ipte yürüyen cambaz, damdaki kediden de bahsetmek istiyorum ama artık uzatmayayım. (Aslında ben de internetten uzun yazı okuyamayanlardanım!)
Velhasıl Alice de DVD’den seyrettiği Emma gibi zarif hareket etmek istiyor. Ve kendi bilse de bilmese de bu arzusu ilahi olanla bütünleşme hasretinden kaynaklanıyor.Ne demişti Yoga Bajan? We all long to belong.
Ve fakat Alice bütün çabasına rağmen o zerafeti içinden çıkaramıyor. Hareketlerin sırasını öğrendi. Kalçaları açık, bacakları güçlü, ayak bilekleri hamur gibi istediği şekle giriyor ve yine de olmuyor. Ben görüyorum, o da anlıyor.
Hareket ederken çok düşündüğü, hep düşündüğü öyle belli ki! Anlıyorum ki aklından geçenler akşam dışarı çıkarken ne giyeceği veya bana kendisini nasıl beğendirebileceği ile ilgili değil. Sadece yogayı düşünüyor. Hareketlerin sırasını, ince ayrıntılarını, hizasını, el-ayak-nefes koordinasyonlarını…Alice bir saat boyunca durmadan yoga düşünüyor. Bir saat boyunca durmadan yoga konusunda endişe üretiyor! Biliyorsunuz endişe ”let go” nun tam tersi. Zerafet ise dikkat ve serbestliğin bileşiminden doğuyor.
Zaten Alice burada ”worry bee” tabir edilen endişeli tiplerden. Nadiren gülümsüyor ve sorularını ciddi bir ifade ile soruyor. Ben dalga geçer tonda bir şey söylersem, kendini muhakkak açıklama yapmak zorunda hissediyor. Sanki bütün dünyaya açıklama borcu var. En büyük korkusu yanlış anlaşılmak.
Derken sıra geldi nefes çalışmaya ve olay aydınlandı. Alice’de nefes yok. Boğazına kadar zor zar bir lokma nefes alıyor, hemen sonra veriyor. Göğüs kafesi, karın, pelvik taban bunlar hayatlarında nefes yüzü görmemişler. Gösteriyorum, bak böyle göğüs kafesini açacaksın, karın böyle yumuşayacak, nefesini göbek deliğinin arkasında hissedeceksin, periniyum nefese doğru başını kaldıracak. Tepki yok! Sanki karşısında Türkçe konuşuyormuşum gibi boş bakıyor bana Alice.
Egzersizler, udiyana bandalar, ödevler derken biraz yumuşar gibi oldu. Bu sefer midesi bulanmaya başladı. Nefesi açılıp da midesi bulanan öğrenci sayısı az değildir, o yüzden şaşırmadım. Aslında bu durum nefesin derinlere doğru inmeye başladığına işaret ettiğinden sevindim bile diyebiliriz. Devamı da geldi…Morali bozuldu, duygusallaştı, nedenini bilmediği günlük depresyonlara girdi çıktı. “Yoga bana iyi gelmedi” aşamasının kıyısına geldi yanaştı ama beni çok sevmişti, hatırıma dersleri bırakmadı!
Bu hafta bir sabah derse Alice’den başka öğrenci gelmedi. (evet, ekonomik kriz yeni evlilerin kapısını çalmakta Portland’da!) “Başla” dedim, karşısına geçtim. O yaptı ben izledim.
İzlerken izlerken, birden Alice’de eksik olan şeyi buldum!
Alice’in ruhu yok!
Daha doğrusu Alice’in canı yok demeliyim. Doğru kelimeyi bulmakta zorlanıyorum çünkü Alice’de yokluğunu fark ettiğim şey ingilizce indi bana o sırada: Spirit.
Şimdi bu spirit kelimesinin tam karşılığı Türkçemizde yok. Ruh kelimesinin karşılığı olan soul’un varlığına isteyen inanır isteyen inanmaz ama canlıyı hayatta tutan, ona neşe ve yaşama şevki veren şeyin bir can bir spirit olduğunda sanırım hepimiz hemfikirizdir. Canlı insan vardır, cansız vardır. Cansız olan ölü değildir sadece spiritsizdir. Ya da o gün kendimizi cansız hissederiz. Kendimizi canlı, neşeli, hissedersek ingilizcede buna ”i am in high spirtits’ deriz. Meali: Bugün yüksek spritlerdeyim.
Anladınız mı nasıl bir şeyden söz ettiğimi? Alice’de spirit yok. İnsan yaşamayı sürdürüp cansız olamaz mı? İşte Alice’inki öyle bir durum.
Bir yandan bunları düşünüyor bir yandan da Alice’i yönlendiriyorum. Nefes bölümüne geldik. Ben yine anlatıyorum. Bir ara nefes alış-veriş anlamına gelen respiration kelimesini kullandım. Daha ağzımdan çıkarken bağlantıyı yakaladım: Spirit ve respritation. İngilizce bilmiyorsanız bile şu iki kelimenin ekrandaki görüntüsüne bakın. Birisi ötekinin içine yerleşmiş gibi görünmüyor mu? Respiratation. Spirit değil de spirat yazılıyor ama oraya takılmayın şimdi. Şöyle düşünün: İngilizcede kelimenin başına re-gelirse, bu onun yenilendiğini belirtir. Sonuna gelen -ation ise ismi sürece dönüştürür. Dolayısı ile re-spirat-ation yani nefes alış-veriş spritin yeniden üretilmesi süreci anlamına gelir!
Alice’de ne eksikti?
Nefes.
Başka?
Zerafet
Ve bir de?
Sprit!
Ah ah ah! Siz de benim gibi heyecanlandınız mı şimdi?
O halde yarın görüşürüz!
HehHeh!
(Daha bir de inspiration (ilham) konusu var!)