Yogaya Derken Adaya

Bir eski sevgilimin -eski haliyle- beni tatlı tatlı öptüğü rüyamdan uyandım. Güneş doğmuş, aldırmadım.

Rüyamın yarattığı heyecan ve keyif dalgalarında biraz daha salınmak için beyaz bambu (çok yumuşak) çarşaflarıma sarındım. Kendime ait evim barkım olmasa da bambu çarşaflarımı bavulumda taşıyorum, geçici olarak yerleştiğim arkadaş evlerinin yataklarına seriveriyorum. Yaz için İstanbul’dan ayrılan Yasemin’in Cihangir’deki koca yatağının en ortasında uyuyorum bu aralar. Bekârlığın en sevdiğim lükslerinden biri bu. Yatağın ortasında uyumak. Yaz sonu Yasemin gelince nereye gideceğimi daha düşünmedim. Dünyanın öbür yanına da olabilir, yatağın sol tarafına da…

Yastıkların ikisini de başımın altına yerleştirip geriniyorum. Altın renkli perdelerden, sabahın ilk ışıkları içeri doluyor. Dışarıda, İstanbul gürültü cehenneminde çıt çıkmıyor, ki bu biraz tuhaf! Hafızam ağırdan yerine geliyor: Uzun bayram tatilinin birinci günü bu. Düzenli bir işim olsaydı, bugün tatil diye sevinirdim. Tatil tarihlerine kendimin karar verdiği bir işim olduğu için bayramın geldiğini bile unutmuşum.

Madem öyle, ben de uzuuun uzun yoga yaparım şimdi diye düşünüyorum. Sabah dersine yetişme telaşı olmadan pranayamalı, meditasyonlu, sutra okumalı filan bir sabah seansı.

Kalktım, perdeyi çektim. Amanın! O ne güzellik öyle! Gökyüzü sütliman, hafif sisin arkasından bakan güneş cilve cilve…

Ve derken…

Bir de bakmışım, arkasına bisikletimi taktığım arabamla bomboş caddelerden, bedava köprüden geçerek karşı taraf sahil yolunun kenarına park etmişim bile. Ne kahve, ne kahvaltı, ne de yoga!

Kadıköy-Bostancı arası sahil yolunda yürüyen, koşan tek tük insanlar gibi; martılar, kediler, köpekler, hatta kargalar bile, denizde kıpırdayan ışıklardan mı, bayram sevincinden mi neden bilmem, benim kadar keyifliler. Tanıdık tanımadık herkes yanından geçene iyi bayramlar diliyor. Pedala kuvvet sahil yolunu yutan bana da diyecekler bir ihtimal ama iPod engeli var aramızda.

Benim ipod’umun ruh halimi sezme sensörü filan var herhalde, karışık çal bir şeyler dediğim zaman havama uygun bir şeyler muhakkak çıkarıyor. Bir iki değil, arka arkaya on parça çaldı, hepsi içimdeki titreşimlere denk. Araya da ünlü yoga hocası Richard Freeman’ın konuşmalarından öyle bir ikisini serpiştirdi ki, son zamanlarda aklıma takılan yaşamsal soruların yogasal yanıtlarının hepsi yerini buldu. Benim ipod hakikaten zeki bir alet.

Bostancı’ya vardığımda bir de baktım, Büyükada’ya kalkan bir motor rölantiye almış, beni bekliyor. Bisikleti tekneye attım (bayramda bedavaymış), bir akbil basıp kendimde yerleştim. Bir tur da adanın etrafında atalım diye düşündüm, kahvaltıyı da orada ederiz artık.

Adalılar beni kendilerinden saymasalar da, ben oldum olası Büyükada’ya ait hissetmişimdir kendimi. Üç aylıkmışım, beni adadaki dede evine getirdiklerinde. Kalmışım orada. Çocukluğum anne-baba-tek çocuktan oluşan çekirdek aileyi barındıran apartman dairemizden veya okulda geçen kış günlerinden ziyade nene, dede, anne, teyze, kuzenim Esin ile koca evimizde yaşadığımız yazlardan ibaret sanki. Adadan ben on yaşındayken ayrıldık. Bahçemizin bir kısmı sokağa dahil edildi diye aile ada evine küstü. Yıllarca adaya uğramadık. Uzun, sıcak İstanbul yazları da çocukluğumun sonunu işaretledi.

Adanın Yalova’ya bakan tarafında, büyük tur yolu üzerinde Viranbağ Çay Bahçesi vardır. Bisiklete binmeyi öğrendiğim yaz annem götürüp göstermişti. Saat henüz erken. Bayram kalabalığı daha başlamamış. Arka taraf ise hepten bomboş. Çay bahçesini işleten amca, kedileri, bir de ben çıt çıkarmadan çamların ardından denize bakıyoruz. Arkamızdan, tek tük geçen at arabalarının asfalta çarpan nal sesleri geliyor. Bir de havanın limonata kıvamından sarhoşlamış bir karabatağın suya dalıp çıkarkenki şıpırtısı… Özeniyorum ona. Sonra aklıma geliyor: Benim de bisikletim var. Özendiğim çünkü, karabatağın özgürlüğü. Benimki de bisikletimde saklı. Pedalları çevirirken hareket, bağımsızlık, bedenimle buluşmak gibi türlü hisler yalayıp geçiyor beni. Hava, su, toprak, ateş hepsi bisiklete binme etkinliğinde vücuda geliyor. Gidonu ne zaman kavrasam boşluğa karışıyorum. Annemin beni Büyük Tur Yolu’na getirdiği o ilk yaz da bisikletime atlayıp kendi başıma gelirdim buralara. Özgürlük bağımlılık yapıyor.

Viranbağ Çay Bahçesi’ni işleten amcanın varlığı beni rahatsız etmiyor. Belli ki tek başına kalma ihtiyacına saygılı bir insan. Otobüs muavinleri gibi yanaşmıyor, yavşamıyor, bayram seyran muhabbetine girmiyor. Çayımı servis ettikten sonra dönüyor masasına, kaldığı yerden çekirdeklerini çitlemeye. Sessizliğe saygısı var belli ki. Benim o sessizliğin hasreti içinde olduğumu anlayacak kadar da duyarlı bir adam. Helal olsun. Kalkarken bir çay daha ister miyim diye soruyor, “Yok” diyorum, “yola düşeyim ben.” zaten bir saattir oturuyorum.

Eve gitmeyi düşünüyorum. Çocukluğumu geçirdiğim nenemle dedemin evine. Kimse yok şimdi orada. Artık neneyle dede yok. Annemle, teyzemle adadaki eve gidip geliyoruz, kalıyoruz arada bir ama orası çocukluğumun evi değil artık. Ailemizin bir kuşağı eksik. Benim veya Esin’in çocukları olmadan da tamamlanmayacak. Üç kuşak tamamlanmadıkça ev benim çocukluğumdaki havasını bulamayacak, biliyorum. Eve gitmekten vazgeçiyorum.

Kabul etmesi daha zor bir gerçek var: Aileme de özgürlüğüm kadar muhtacım. İnsanın bir aidiyet ihtiyacı var, bir de bağımsızlık. Bir gruba, aileye, cemaate bağlı olmayı da istiyoruz, özgür kalmayı da. Sağlıklı bir psikoloji bu ikisini dengede tutabilme başarısı olsa gerek.

Aile demişken… Biz eskiden ailece bayram yemekleri yerdik, ne oldu o yemeklere? Nene-dede kuşağı aramızdan ayrıldığından beri herkes bayramları şehirden kaçma imkânı olarak belledi. Zaten neneler dedeler olmadan bayram yemeği de tuhafıma gitti şimdi. Belki bayram yemeklerinin de üç kuşağa ihtiyacı var. Eh, o halde bizim aile, çocuklarının büyümesini biraz daha bekleyecek… Ben ikinci kuşağa geçmeye hiç hazır değilim daha.

Ailemiz ortalıkta değilse peki, dostlarımız ne güne duruyor? Madem yarın da iş güç yok, gece dışarı çıkıp azalım, bayram edelim, eğlenelim di mi ya?

“Mavi Orman” kitabından alıntıdır.



“Yogaya Derken Adaya” için bir cevap

  1. Sizden uzun zaman sonra mail almak ne güzel 💜

Yorum bırakın