Ruhsal Sağlık ve Aidiyet

Bugün cumartesi.

Uzun uzun uyumuşum. Yogamı bitirip de sokağa çıktığımda saat on bir olmuştu bile. Cuppa’da kahve içerken bir yandan e-postalarıma bakıyorum, bir yandan bugün ne yapsam diye düşünüyorum. Ormanda bisiklete niyetlensem de cumartesi piknik trafiği münasebetiyle hemen cayıyorum. Cevap yazmak istediğim dört kişi var. Hem de uzun uzun cevaplar kalbimden geçen. Haftalardır erteliyorum. Hava bir açıyor bir kapıyor. Sokaklarda gezmek içimden gelmiyor. Sosyalleşmek de… Bugünü mektup yazarak geçirsem?

Öyle bir yer olsun ki diyorum… Hem sakin, hem manzarası güzel, hem ulaşması kolay, hem de tanıdığım kimsenin uğramadığı. Ben o yerde oturayım, bütün gün yazı yazayım, kitap okuyayım. Eskiden, on sekiz yaşındayken ben, Fransız Kültür Merkezi’nin bahçesine gider, orada otururdum aynı amaçla. Avlu, Beyoğlu’nun orta yerinde bir vaha gibi yeşil, sakin, herkesten ve her şeyden ırak. Üstelik çikolatalı tost da yaparlardı kantinde. Şimdi gitsem yine aynı mıdır o avlu-vaha? Güvenlik önlemleri gereği öyle herkesi almaz olmuşlardı sonraki yıllarda. Kütüphaneye geldim diye içeri girebilirim ama hâlâ. Ve hatta sahiden kütüphaneye gidebilirim. Avluya bakan pencerelerin birinin yanına kurulur, açarım bilgisayarımı önüme, pil bitecek derdi de olmaz!

Bilgisayarın adaptörünü almak için eve geldim. Elektrikler kesilmiş. Beyaz eşyanın uğultusu kesilince evde bir süknet… Bir demet güneş salona düşmüş. Kimselerin uğramayacağı kesin. Evde oturup yazmak aklıma niye gelmez ki? Ey canım zihnim, niye hep kafeleri, kütüphaneleri şart koşarsın ki bana yazmak için?

İstanbul’un program dolu yaz günlerinde akar dururken ben, yüreğimin fonunda iki şey var bu aralar. İstanbul’daki stüdyoya ziyarete gelen Amerikalı bir hocanın söyledikleri ve aynı günlerde bitirdiğim Tom Robbins’in Skinny Legs and All/Sıska Bacaklar adlı (şah)eseri! Misafir hocanın Cihangir Yoga’da verdiği kurs toplam üç gün sürdü. Cuma akşamı biraz konuştuk ve açılış serisini çalıştık. Cumartesi ve pazar birden altıya kadar yoğun bir şekilde asana, pranayama, meditasyon yaptık. Kelimenin tam anlamıyla omuz omuza! Öyle kalabalıktık. Misafir hoca birkaç defa Türkiye’deki öğrencilerden ne kadar etkilendiğini dile getirdi. Sadece yogasana açısından değil. Cihangir Yoga’daki aile hissini fark etmiş. “Ne kadar derin bir dostluk var öğrencilerin arasında burada” dedi durdu. Düşündüm… Ders arasında masanın çevresine tünemiş pastane ürünlerini, kuruyemişleri atıştırıp sohbet ederkenki halimiz gözümün önüne geldi. Gerçekten aile sofrasındaki gibi rahat ve güven doluydu yaydığımız his.

“Hayatımda gördüğüm en sağlıklı yoga cemaati” dedi sonradan bana Türkiye’deki yoga öğrencileri için. Sağlıklı derken mideye indirdiğimiz pastane ürünlerinden bahsetmiyordu elbet. Ruhsal sağlık, kendine ve diğerine güven, teslimiyet ve yakınlık kurabilme becerisi sözünü ettiği. “Ailelerinize bağlılığınızdan olsa gerek” dedi. Evet, pek çoğumuz annemiz, babamız ve hısım akraba ile bağımızı bağrımızda hissederek yaşamayı sürdürüyoruz. Boğazımızı sıktığı zamanlar olsa da, bu bağ sayesinde bir bütüne aidiyeti hissedebiliyoruz.

Bir bütüne ait olmak ve o bütün içinde yerini net olarak bilmek sadece insanların değil bütün canlıların temel ihtiyaçlarından biri. Bu ihtiyacın tatmin edilmediği toplumlarda kendini nereye koyacağını bilemediği için ruhsal dengesini şaşırmış insanlarla karşılaşabiliyoruz.

John O’Donohue Anam Kara adlı kitabında günümüz insanının dış dünyaya olan bağımlılığından söz ederken, romantik ilişkilere bu kadar kafayı takmamızın sebebini iyi ve sağlam başka ilişkilere sahip olmayışımıza bağlıyor. Ve doğrusunu isterseniz, Amerika’daki arkadaşlarımın ilişkisel dramaları ile Türkiye’deki dostlarımın dramalarını karşılaştırdığımda ben de misafir hocanın ne demek istediğini anlıyorum. Burada, ailemizle ve arkadaşlarımızla kurduğumuz bağlar sayesinde sevgilimiz, eşimiz, meşru bir romantik ilişkimiz olmasa da kendimizi bir bütüne ait hissedebiliyoruz. Dolayısıyla ilişki dramaları ciddi varoluşsal krizlere yol açmadan aile sofralarında, dost cemaatlerinde geçip gidiyor.

Şimdi annemle, babamla, dostlarla buluşmaya programdan programa koştururken misafir hocanın sözleri kulaklarımda. Seçtiğim çat orada çat burada hayat tarzının sunduğu az zamanda çok dost ve aile ferdi görmek zor ve zahmetli bir iş, kabul ediyorum. Yakınlarda yine yollara düşeceğimi bilenler, “Halanı aradın mı? Ilgaz’ın bebeğini görmeden mi gideceksin? Muhakkak bize de uğra, gitmeden bir çay içelim. Niye hep bir yerlere gidiyorsun?” deyip duruyorlar. Oflayıp poflasam da yüreğim tebessümle çarpıyor aslında. Dünyanın neresinde olursam olayım, kimi zaman aşk sarhoşu halimle sevgiliye ait ilan etsem de kendimi, aidiyetimin ve sağlığımın esasını pekâlâ biliyorum!

Yine yollar var bu aralar aklımda. İstanbul’da yaz bir bitsin de uzaklara bir yerlere yelken açayım. Yine Tayland yıllarımdaki gibi elimden tutacak ustaların yaşadığı memleketlerde demir atayım.

*Mavi Orman kitabından alıntıdır.

Fotoğraf: Aisha Harley



“Ruhsal Sağlık ve Aidiyet” için bir cevap

  1. Sizi her okuduğumda ailemden biri benimle sohbet ediyormuş gibi hissediyorum… Hep yazın biz de okuyalım samimi satırlarınızı ♥️

Yorum bırakın