Yalan Dostum Seçim Diye Bir Şey Yok

Hayatın öyle tuhaf, bizim akıllarımızın alamayacağı kadar ince dokunmuş öyle bir örgüsü var ki bir adımı oraya değil de buraya atsak, bir sonraki senenin ve kimbilir kaç yüz kişinin yaşamı değişiveriyor. Biz diye cümle kurmam lafın gelişinden. Bu adımları atan biz değiliz. Koşullar dört bin yandan gelip ortada öyle bir kesişiyorlar ki o adımı atmaya mecbur oluyoruz. Mecbur olduğumuzu hiç bilmeden hem de. Seçiyoruz zannederek atıveriyoruz bir adım, yüzlerce hayat hop değiş tonton değişiveriyor. Hayatın dokusu sadece ince ağlarla örülmüş ve karmaşık değil, aynı zamanda akışkan da. Doku durağan değil, içinde sonsuz bir harekettir gidiyor.

İstanbul’a geldiği gibi kaçırılıp tecavüze uğrayan Amerikalı arkadaşıma yardım ederek geçirdiğim geçen hafta boyunca alternatifleri düşünüp durdum. O gece çıkmasaydı veya eve dönmek üzere o dakika değil de 10 dakika önce oturduğu kafeden ayrılsaydı, metro ile dönseydi… Sonu yok, siz de biliyorsunuz. Bu incecik ağlarla örülmüş karmaşık desenli hayatın o anda ona sunduğu tek bir adım vardı. O taksiye atılacak adım. O da bindi ve dalga dalga yayılan bir etki ile binlerce insanın hayatı o anda yeni bir istikamete döndü.

Hayat özgür irademiz ile yaptığımız seçimlerin nihayetinde şekillenmiyor işte! Önümüzde bir çok seçenek olduğunu düşünsek bile, bizden bağımsız yüzlerce koşulun birbirine yaklaşıp uzaklaşması deviniminde bize aslında tek bir seçenek kalıyor: Seçtik sandığımız!

İnsan bunu en iyi geçmişe bakınca anlıyor.

***

Bir ilkbahar gününü düşünüyordum bu sabah. Düşünmekten çok o fileşbek’lerden bir diğerini yaşıyordum. Sene 1985. Aylardan nisan. Nisanın 23’ü. Hidiv Kasrı’nın yeşillik bahçesinde çoluk çocuk, anaları babaları, balonlar, yemişler…Apartmanda yaşayan tek çocuk refleksim ile bu bayram yerini dolduran çocukları küçümsüyorum. Ve kendime kendime diyorum ki zaten onların yerinde olmaz istemezdim.

Biz bahçede kalmıyoruz. Ana-kız emin adımlarla bayram yerini sollayıp Hidiv kasrındaki cafenin içine girip bir masaya oturuyoruz. Defterler kitaplar çıkıyor. Temsili seçim sistemini çalışacağız. Başlık sadece bana değil, anneme de bir şey ifade etmiyor ama zaten öğrenmeye geldik bugün oraya. Çay içip kurabiye yiyerek kitabı okuyoruz: Muhtarı kim seçer? Muhtar kimi seçer? İlçe belediye teşkilatı. Kaymakamı kim atar?

“Oku, anlat” dönemi çoktan kapanmış. Artık oku, test çöz var. Kitabı kapatıyoruz. Annem çantasından FKM Sosyal Bilgiler deneme testini çıkarıyor. O dışarıyı gözlerken ben çözüyorum. Dışarıda oğlanın biri havuzun kenarına düşüp de balonunu elinden kaçırdığı için avazı çıktığı kadar bağırıyor, ablası ona külah içinde leblebi tozu veriyor.

Sonra, annem cevap anahtarından cevaplarımı kontrol ederken ben de ona buralara kadar boşuna geldiğimizi, çünkü çoktan seçimimi yaptığımı ve kolejlere de, Anadolu Liselerine de girmeye niyetim olmadığını tekrarlıyorum. Zaten testteki az sayıdaki doğrularım her bir 4 yanlışım tarafından götürülmüş durumda. Temsili seçim sistemleri testinden kalıyorum. Kitabı açıyoruz yeniden.

Annem için bir kolej ya da anadolu lisesine girmem dil öğrenmem açısından çok önemli idi. Dilbilimci olarak 11 yaşımı doldurmadan dil öğrenmeye başlamamı istiyor, bir sene boyunca sadece yabancı dil öğreneceğim “ihsari”sınıfının hayatımın yönünü değiştireceğini düşünüyordu. Daha önce de yazmıştım, 11 yaşından sonra öğrendiğimiz dilleri ana dilimiz kadar aksansız konuşma şansımızı yitiriyoruz. Annem yabancı dilleri aksansız konuşmamdan yana idi. İngilizce, Almanca, Fransıca, İtalyanca farketmezdi. Yeter ki hazırlık okuyayım.

Annemin dediğini yapsaydım muhtemelen burada, Amerika’da, tanıştığım her yeni kişiden duyduğum, so where is your accent from, sorusunu duymayacaktım. Amerika’ya 8 yaşındayken gelmiş Esin ve 5 yaşına kadar burada yaşamış olan Kokia’ya kimse aksanlarının kaynağını sormuyor mesela. Onlar treni erken yakalamışlar. Yani annemin teorisini bizzat tecrübe etmişliğim var.  Haksız değil.

Ama işte Allah anneme benim gibi kafasına koyduğunu yapmazsa gözüne uykular girmeyen bir kız evlat vermiş. Ne yapsın? Kendi mi seçmiş ki?

Aksansız dil konuşmanın kızının geleceği için en önemli şey olduğuna inanan annem bu misyonu doğrultusunda 1984-85 öğretim yılını Anadolu Liseleri ve Kolejler sınavlarına hazırlanarak geçirdi. O kadar çok çalıştı ki kendisi girse zannedersem Robert Koleji kazanırdı. İstanbul orta sınıf ailelerinde o yıllarda –ve günümüzde- yaşanan bütün tantana bizde de yaşandı. Okuldan sonra özel hoca, haftasonları FKM, her boş anımında önümde beliren deneme testi, seviye testi, kitapların arkasındaki cevap anahtarına hızlı bir bakış ile çözmeyi başardığım ünite testi.

“Bu testi de yap sonra istediğin kadar oynarsın”lar…

Fakat dedim ya ben bir kere kafaya koymuştum. Bütün bu tantana, hayatımdan çalınan vakit ve cepten çıkan para boşuna idi.

Biricik kankam Ayşe’den ayrılmayacaktım.

Ayşe’nin ailesi onu sınava sokmayacaktı.

Ben de onunla beraber ilkokulunda okumakta olduğumuz Şişli Terakki Lisesi’ne devam edecektim.

Tabiri caiz ise seçimimi yapmıştım.

***

Sizin gibi ben de bugünden geçmişe baktığımda, o liseye değil de bir başkasına gitseydim şu anda oturduğum bu Portland cafesinde size yazıyor değil de başka bir yerde başka bir şeyler yapıyor olurdum herhalde diye düşünüyorum. Ayşe’nin uğruna Şişli Terakki’de kalma kararını vermeseydim, ben yine ben olur muydum?

Sınava tek bir şart ile gireceğimi söyledim. Çok yüksek puanlı altı okul seçecektik. Eğer bunlardan birini kazanırsam gidecektim. Daha düşük puanlı okulların yazılmasına kesinlikle karşı çıktım. Aynı liseyi o sene bitirmiş yeni abim Çınar’ı da arkama alarak daha düşük puanlı okulların Şişli Terakki’den iyi olmadıklarına annemi ikna ettik.

Fransızca öğrenmek istemiyordum. Muhtemelen babama inat olsun diye. Galatasaray Lisesini pas geçtim. Puanım gelip de Galatasaray’a yedekten girebileceğimi gören babam az sayıdaki saçını başını yoldu. Annem ağladı. Ayşe’ye telefon edip zafer çığlıkları attıktan sonra kendimi yatağa atıp ben de biraz ağladım. Tam olarak nedenini bilmeden.

O halde Ayşe’nin hayatımın akışını belirlemiş kişilerden biri olduğunu düşünebilir miyim?

***

Facebook meydanlarında yeniden karşılaştığım ve sanki dün görüşmüşüz gibi bir yakınlık ile yeniden bağlandığım ilkokul ve lise arkadaşlarımın arasında Ayşe’yi bulamadım. Yazılarımı okuyor mu bilemedim. Bu nedenden midir nedir, Ayşe’yi hepsinden daha sık düşünür oldum. O şimdi nerede? Nasıl? Ne yapıyor? Geçen sene bir anlığına bir havaalanında uzaktan görüp de kaybettiğim kadın o muydu? Bunları bilemedim. Hala bilmiyorum.

İlkokulun en güzel kızı Ayşe’nin hayatın bir çatal anında tam olması gerektiği yerde durup, bana yön gösterdiğini biliyorum o kadar. (Okuyorsan beni Ayşe, sana teşekkür ediyorum.)

Sonra, çok sonra, ortaokulun sonsuzluğa benzer yıllarını aşıp da liseye geçtiğimizde, annem hala her akşam yemeğinde İtalyan Lise’sini seçeneklere yazmadığımız için söylenirken, önümüzdeki yeni sınavın ve bedenlerimizdeki yeni hislerin heyecanı ile biraz daha hızlı geçen lise yıllarının sonuncusunda, Yeni Türkü’nün Kimdi Giden Kimdi Kalan şarkısını dinlerken hep Ayşe’yi düşündüm.

Ne zaman başlar ayrılıklar?

Dostluklar biter ne zaman?

Hala aynı okulda ama ayrı sınıflarda geçen ortaokul yıllarından sonra 10 Edebiyat’da yeniden sınıf arkadaşı olmuştuk. Sınıfın iki ayrı ucunda oturuyor ve havadan sudan muhabetler dışında birbirimizle konuşma ihtiyacı duymuyorduk. Arkadaş gruplarımız, ilgi alanlarımız  çoktan farklılaşmış, iki yabancı insana büyümüştük.

Ayrılmıştık. Çok önce, çok eskiden, asırlar kadar uzun lise ve ortaokul yıllarının taa başındayken dostluğumuz bitmişti.

Artık çözülmüştü ellerimiz…

Artık bölünmüştü yüreğimiz…

Birimiz söylemeliydi bunu

Ötekini incitmeden…

“Bitti mi yani?” demişti kocaman yeşil gözleri dolu dolu.

Orta 2’deydik. Ayrı sınıflara düşmüş, yeni arkadaşlar edinmeye başlamıştık. Aynı kalmıyordu hiçbir şey, değişiyordu kendiliğinden. Aklım yeni arkadaşlarımda kalarak her tenefüs onu görmeye aşağıya indiğim bir sene geçirmiştim zaten. O bizim sınıfa beni ziyarete bir kere bile gelmemişti.

Kimdi giden, kimdi kalan?

Giden mi suçludur her zaman?

O dolu dolu koca gözlerindeki şaşkın bakış, ‘’bitti mi yani’’ sorusu, içimi parçalamıştı ya, bittiğini de ta canımda biliyordum. Sonraki yaşlarımda biten dostluklar ve aşklar karşısında içimde beliren, bir temsilin sonundaki perdeyi çağrıştıran o hissi ilk defa orada tattım. Hissetmekten çok bilmek, bilmekten çok hatırlamak gibi bir şeydi.

Ayşe hayatımdaki görevini tamamlamıştı. Ayşe ile birbirimizin hayatlarından başarı ile mezun olmuştuk. Bana düşen dönüp de gitmekti.

Nitekim, topuklarımın üstünde dönüp üst kattaki koridorun en ucundaki sınıfım 7E’ye, yeni arkadaşlarıma döndüm.

Ölmeyeceksek içelim bari...

 ***

1. NOT: Bu bakış açısı tabiatı itibarı ile tembel ve depresif olan zihinlerde ve davranışlarının sorumluluğunu üstlenmeyen insanlarda  ”eh iyi o halde yapacak bir  şey yok, yan gelip yatalım, bunalıma biraz daha batalım veya kader utansın” cinsinden tepkiler uyandıracaktır. Bu yazıda bahsettiğim seçimsizliklik,  pasif olmayı beraberinde getiren bir hayat görüşü değil. Adımları yine de bilinçle ve kendimize en iyisini getirmesi niyeti ile atıyoruz, atacağız. Aktif olmaya mecburuz. Yoksa ölürüz. (Not uzuyor. En iyisi bu ince nüansa bir sonraki yazıda ele almak…)

2. NOT: Yazıya verdikleri ilham için Kurban ve Yeni Türkü gruplarına teşekkürler!

Yalan Dostum Seçim Diye Bir Şey Yok’ için 10 yanıt

  1. Dinçer Teker 16/09/2011 / 9:46 pm

    🙂 hayatımdaki ayşeler gözümün önüne geliyor

  2. Aylin D. 17/09/2011 / 6:19 am

    nice! ….. :))

  3. Merve Orak 18/09/2011 / 3:24 pm

    Çok güzel bu Defne. Saçmalamıyım, düzeltiyorum. Çok relevant & good catches. (Aah şu ingilizce, o da bu işe yarıyor işte!) Merve Orak

  4. Başak 20/09/2011 / 1:46 pm

    🙂

  5. Deniz 20/09/2011 / 4:42 pm

    Sekocum, sanki bana yazmissin gibi olmus, cok vakitlice 🙂 Ben mesela o son dipnot dolayisi ile cok zorluk cekiyorum ama bu konuda; adimlari bilincle ve en iyisini getirmesi niyeti ile atmak kismi – en iyisi ne? o tarafa mi adim, bu tarafa mi? Bir yandan secim diye bir sey yok deyip, bir yandan da en iyi adimlari dusunmek bir cesit gerilim yaratiyor sanki. optum. Doni
    ps: bu vesile ile Kurban’in sarkisi aklima geldi, dilime de dolandi iki gundur soyleye soyleye geziyorum.

  6. sumandef 21/09/2011 / 9:53 am

    Denize cevaben yazıyorum ama aslında yazının devamında söylemek istediğim şey şu idi:
    Bize en iyi gelecek şeyi yapmak üzere plan yapmak ve adımları ona göre atmak planın parçası. Bazı insanlar için hiç bir şey yapmamak bir adım olabilir, bazısı için 10 yere birden başvurmak. Bizim için en hayırlı olan adım zaten düşünerek hesaplanarak bulunan bir şey değil. Ancak bir nokta var ki oraya gelince ”tamam artık ben elimden gelenin en iyisini yaptım, sonuçlar kontrol edebileceğim şeyler değil, bundan sonrası Allah’a emanet” diyebilmek gerekiyor. Adımları atıyoruz ama sonuçları seçemiyoruz.

  7. Deniz 22/09/2011 / 11:23 pm

    “Adimlari atiyoruz, ama sonuclari secemiyoruz” cok temiz, cok yerinde bir cumle olmus, ozetlemis dediklerini. Kendi kendime tekrar edecegim arada sirada. optum canim. Doni.

  8. ebru 05/10/2011 / 8:48 am

    “Yalan dostum kader diye bir şey yok” diyesim geldi…
    Ebru

  9. Arzu 07/10/2011 / 11:33 pm

    Dün öğle yemeğinde sizin ayseniz gibi yol ayrımına gelmediğim ama birbirimizin hayatlarında çok yorum paylaşılmış arkadasım elifle konuştuk yazidaki konuyu.. Ve söyle bitirdik gülerek, bız de bişeye karar verdigimizi düşünüp yasasın ben verdim bu kararı diye el cirpiyoruz:)

  10. Teoman 08/01/2012 / 10:46 am

    ayşeyi ve seni hayatımın bir bölümünde keşke tanıyabilmiş olsaydım o zaman hayatım değişir miydi acaba bu hep bir soru olarak mı kalacak yok cevaplanmayan herşey zaten bir cevap mıdır kendi içinde…
    Teoman EZBERBOZAN…
    Saygılar…

Deniz için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s