
Bir zamandır yazmadığımı fark etmişsiniz. Halimi hatrımı sordunuz. Yazıları özlediğinizi dile getirdiğiniz. Sağolun varolun.
Son seri bittiğinden beri niye yazamadığımı anlatayım:
Bağımdaşlık serisine nokta koyduğum gün postadan Kindle’ım çıktı.
Ben oldum olası hafif gezmeyi düşledim. Kıtalar arası yolculuklarımda ufak bir sırt çantası yetsin, havayollarının gezimizi burnumuzdan getirmeye yarayan bagaj kuralları bana vız gelip tırıs geçsin filan. Bu hayal doğrultusunda Portland ve Istanbul evlerimi birbirinin eşi benzeri şahsi eşyalarım ile doldurdum. Ki taşımayayım oradan oraya. İki yoga matım, iki Hatha Yoga Pradipika kitabım, iki yağmurluğum, iki sepet dolusu yünüm oldu. Bir diyardan diğerine üst-baş taşımamayı ilke edindim. Safi uçağa binerken üzerime geçirdiklerim bir evden diğerine gitti o kadar. Ha, bir de kimsenin siparişlerini almamayı öğrendim ve utanmadan hayır demeyi.
Yine de her yolculuk öncesi yatağa yaydığım eşyalar bende hayret ila dehşet arası bir duygusal hal yaratmayı başarıyor. O bavul muhakkak tartmamı gerektirecek kadar doluyor. Uçak iki kıtayı boydan boya geçip üçüncüsünün kıyısına inecek. Altı ay yaşanan bir şehirden altı ay yaşanacak bir diğer şehre yol alınacak. Uygun görülen 23 kilo çeken tek bir bavul. Sonraki kilolar ve bavullar katlanarak artan miktarda dolara mal oluyor.
Ve ben eksess valiz parasını havayollarına helal edemiyorum. Etmiyorum. Etmeyeceğim.
Bu hafif yolculuk etme hayali günlük hayat için de geçerli. Istanbul’da da Portland’da dasırtımda bir çanta ile tamamını geçirmem gereken günler oluyor. Hem insanın her an herşeye ihtiyacı olabilir, değil mi? Bilgisayar, müzik, bir roman, bir yoga kitabı, telefon, cüzdan, günlük…Bunlar minimum. Hangi omuz dayanır her gün bu ağırlığa?
İşte bu tüyden hafif gezgin olma sevdam sayesinde bir dolu hafif alet edevatım oldu. Katlanıp bavula giren bir bisikletim, havadan hafif diz üstü bilgisayarım, sıska bir telefonum ve bozuk paralardan özenle arındırılmış bir cüzdanım var.
Benim hafiflik sevdamı bilen Bey bana nişan yıldönümü hediyesi bir Kindle almış. Artık kitap taşımak yok. Bir ömürlük kütüphane neredeyse cebimde. Amazon, kindle ürününü çıkardığından beri sesli kurduğum gündüz düşlerimde mırıldanıp duruyordum:
Ah şimdi bir kindle’ım olsa, hemen açar okurdum şu en sevdiğim kitabı…Ah bir kindle’ım olsa aklıma gelen o cümleyi şak diye bulup bloğuma eklerdim. Ah bir kindle’ım olsa omuzumdaki ağırlık üç kitap azalırdı. Ah bir kindle’ım olsa…Dıbı dıbı dıbı dım dım.
Kindle, amazom.com internet kitapçısının bizi ağına almak üzere piyasaya sürdüğü bir ürün. Amazon’dan satın alınan kitaplar doğrudan kindle’a iniyor ve oradan okunuyor. Sayfa görüntüsü, satır büyüklüğü, arkadan ışık gelmemesi ve siyah beyazlığı, kağıt-mürekkep kitap okuyormuş tadını verdi bana. Yeniliklere dudak bükmede üzerime yoktur aslında. Ama kindle’a hemen alıştım.
Tabii ilkesel bir mesele var bu noktada. Amazon bir canavar. Küçük kitapçıların, yayınevlerinin batmasına sebep olan koca bir şirket. Üstelik kindle kapalı iken ekranında visa reklamı beliriyor. Kaçış var mı henüz keşfedemedim ama müthiş rahatsız oluyorum.
Hayatlarımızı yöneten büyük şirketlere ve onlara bağımlı devletlere, tüketme transına girerek boğazlarına kadar borca batmış kitlelere karşı mücadelemiz tıngır mıngır sürer, Wall Street değilse bile bulunduğumuz şehrin meydanlarını, o da olmazsa siber uzayda bir köşeyi işgal ederkene, Bank of Amerika’daki hesaplarımızı Credit Unionlar’a taşır, (bu bir Amerikan olayı, bizim Türkiye’de henüz böyle bir şansımız yok) target, walmart, kmart, wallgreens (ve bunların ülkemizdeki yansımaları ne ise onlardan) alışveriş etmezkene gidip Amazon’la nişanlanmak ve bundan sonraki kitap alışverişlerimi mümkün mertebe kendisi ile yapacağımı taahütlemek nedir?
Çelişki. Kendini kandırmaca. Fırsatçılık.
Farkındayım, farkındayım.
(Zaten bu aralar tatlı da yiyorum.)
Tam da bu konuda yazmak üzere havadan hafif bilgisayarımın başına oturmuştum.
***
İlk olarak hangi kitabı kindle’a indirsem diye uzun uzun düşündüm. (Bu arada- Kitapların kindle versiyonlarının fiyatları sayesinde bütün kütüphanemi cebimde taşımamın bir düş olarak kalacağı anlaşıldı.) Orhan Pamuk’lara, Elif Şafak’lara göz attım. Kitapların ilk bir kaç sayfasını bedava indirebiliyorsunuz. Baba ve Piç ile Istanbul’un ilk bölümlerini okudum. Her iki yazarı da, kitaplarını da sevdiğim halde kindle’ım ilk kitabı için onları uygun bulmadım. En sevdiğim (ingilizce) ilk on kitap listemdeki eserlerin ilk bölümlerini okuyarak geçen iki üç günden sonra kafamda şimşek çaktı.
En sevdiğim kitabı nasıl olmuş da unutmuştum!
Top ten listemdeki kitapların hiç biri ile kıyaslayamayacağım kadar özel olduğundan mı?
Tayland’dayken bir arkadaşıma ödünç verip -tabi ki- asla geri alamadığım için mi? (Tam gözden uzak gönülden uzak hesabı yazacaktım ama hatırladım ki Bey’e ait olan kopyası bizim kütüphanede her gün gözümün önünde. İlk tanıştığımızda onun da en sevdiği kitabın bu olduğunu duymuş ve galiba o sırada aşık olmuştum!!!)
Kim bilir kim bilir?
Kim biliyor peki bu kitabın ne olduğunu?
Hahah sizi şimdi burada, böylecene bırakıyorum ama yarın geri geleceğim ve Bunca Zaman Neden Yazamadım, serisine devam edeceğim.
Söz.
İki ipucu: 1- Bu kitap bir roman. 2- Ve yazarı bundan sonra bir daha roman yazmadı.
(Türkçe çevirisi yapıldı ama berbattı. Belki şimdi düzeltmiştir. Aaa çok fazla ipucu oldu artık. Buldunuz mu? )
Defne

Yorum bırakın