Uyku ne tuhaf, ne güzel bir şey!
Ben uykuyu çok severim. Severim yetmez. Ben uykuya bayılırım.
Uykusuzluğa dayanamam. Aç, susuz, kahvesiz, insansız, aşırı soğukta, sıcakta kalmaya belki biraz tahammülüm edebilirim ama uykusuzluk beni darmaduman eder. Bana işkence etmek isteyenler beni 24 saat uykusuz bırakabilirler.
Hava kararmaya görsün ben hemen yatmaya hazırlanırım. Güneş battıktan sonra yaptığım herşey uykuya doğru gider. Eve dönerim, sessizlikte oturur, az konuşurum, çay kahve içmem, bol bol kitap okurum. Misafirliğe gitmem. Misafir gelirse, telefon çalarsa da pek şaşırırım. Sonra uyku vaktim gelir. Çabucak yatağa girmek isterim. Yatmadan önce yapmam gerekenler, çantamı toplamak, modemi kapatmak, lambaları söndürmek, yüzümü temizlemek, diş fırçalamak, başucuma su almak, saati kurmak, soyunmak, pijama giymek, ertesi günkü kıyafetlerimi düşünüp, onları koltuğun üzerine sermek, bütün bunları acele acele yaparım.
Işığımı söndürmemle uykuya dalmam arasında geçen süre bir dakikadan azdır.
Karanlıkta uyumanın tadı bir başkadır. Gün ışımadan, gökyüzünde hala yıldızlar varken, uyanmak isterim. Gecelerin sekiz saatten kısa sürdüğü yaz mevsimi sevmememin bir nedeni de budur. Uykuma ışık karışırsa çayıma şeker karışmış gibi huzursuzlanırım, kötü rüyalar sarmalar beni.
Şekerleme yapmanın yeri de ayrıdır. Şekerlemeleri uykudan saymam ve muhakkak hergün bir yirmi dakikamı şekerlemeye ayırırım. Amerikalılar şekerlemeye ”power nap” diyorlar. İki sözcük de yirmi dakikada yaşadıklarımı gayet güzel ifade ediyor. Şekerlemenin derinine yuvarlanırken içim bayılır hakikatten ve uyandığımda eski fiziksel, duygusal, zihinsel hallerimden sıyrılmış, yeni bir güne başlamış gibi hissederim kendimi.
Bir ara bizim kedilerle birlikte uyuyordum. Üçünün birden şekerlemeye yattıkları bir saat vardı, ben de yanlarına kıvrılıyordum. Sonra hep beraber yeni bir kedi gününe uyanıyorduk. Zinde, güçlü, sakin, neşeli.
Gün içinde yapılan yirmi dakikalık şekerlemelerin sadece kedilerin değil insanların da ihtiyacı olduğunu ve ilk insanların gün boyunca şöyle bir kestirmek üzere sık sık uzandıklarını okumuştum. Bizi çocukken, yuvada, anaokulundayken öğle uykularına yatırmaları sadece bizden bir süreliğine kurtulmak için değilmiş yani.
Şekerlemeleri her yerde yapabilirim. Tercihim giysilerimle çalışma odamının halısına sırt üstü yatarak kestirmektir ama otobüste, vapurda, dershanede ve misafirlikte bir divanın üzerinde de uyurum, farketmez.
Buna mukabil gece uykularında muhakkak yatağımda olmak isterim. Çarşaflarım da yeterince yumuşak değilse huzursuzlanırım. Yanımda birisi varsa, tek başına dalabileceğim kadar derine dalamam. Buna rağmen yanımda yatanlar hayatlarında benim kadar uyku sırasında ruhu bedeninden ayrılan birini görmediklerini söylerler.
Bizim Bey’in ”sleep attack” diye tabir ettiği bir durumla da sık sık karşılaşırım. Durup dururken uyku bastırır. Ama ne bastırmak! Afyonlanmışım gibi olurum. Gözlerimi açık tutmam mümkün olmaz. Hemen en yakındaki yatay düzleme geçer uykuya teslim olurum. Bir tek bana değil babama da olur bu ataklar. O da park, bahçe, misafrlik, trafik, toplantı dinlemez, ”ay Defnoş bana bir şeyler oluyor”, cümlesini tamamlayamadan uykunun dehlizlerinde kaybolur gider. Bir defa yolda yürürken dalmış da kaldırımdan düşmüş. Beni de çocukken nenemle dedem Maçka parkına götürmüşler. Dönüş yolunda, bir elimi nenem, diğerini dedem tutarken uyumuşum. Ne denedilerse fayda etmemiş. Kollarımdan sürükleyerek eve kadar getirmişler.
Hergece sekiz saat uyumak isterim. Günün ilk ışıklarına kadar gezen veya proje yetiştireceğiz, ertesi gün final var diye sabahlayanlara hiç katılamam. Reklam aleminin 72 saat kesintisiz süren çekimlerinde çalışan arkadaşlarımı da, Hamdi Koç’un romanlarındaki geceler boyunca uyumadan gezen erkek karakterleri de anlamam mümkün değildir. Uzun uçuşlarımı gündüz saatlerine denk getiririm ki, vardığım ülkede hemen yatağıma girip uyuyayım. Uçakta uyuyamam ve uzun uçuşların öncesindeki gecelerde uykumu almış olmaya özen gösteririm.
Geceleri çıkıp, neredeyse şimdi uyandığım saatlerde eve döndüğüm bir dönem de oldu hayatımda tabii. Yine en az sekiz, çoğunlukla da daha uzun saatler boyunca uyurdum ama gündüzlere denk gelirdi bu saatler. Tek nedenini uykuya bağlamayacağım elbet ama şimdi olduğum gibi mutlu ve tatminkar değildim o zamanlar.
Ve rahmetli Nenem derdi ki:
-“Defne’ciğim, uykunu geceleri uyumazsan çok çabuk yaşlanırsın. En çabuk ihtiyarlayan meslek grubu gece bekçileridir.”
Bazı insanlar canlarını sıkan bir durum olduğunda, mesela eşleri ile kavga ettiklerinde duşa girerler, ya da çıkıp bir yürürler, ya da bara gider içerler.
Ben canım sıkılınca uyurum.
Çocukken annemle kavga ettiğimizde kendimi yatağa atıp kana kana ağlar, ağlamaktan içim yumuşayınca da uykuya dalardım. Uyandığımda içimdeki öfkenin kırıntısı bile kalmadığımdan, sallana sallana mutfağa yürür, anneme arkadan sarılır öperdim. Barışırdık. Bugün bile birisiyle kavga etsem hemen yatağa uzanır uyurum ve uyandığımda bütün anlaşmazlıkların çözüleceğine can-ı gönülden inanırım.

Uyku siler süpürür çünkü içimde ne varsa. Yeni bir ben hali başlar gözlerimi açtığımda.
Uykunun esrarına akıl sır ermez.
Ne tuhaf bir şey uyku.
Ne güzel bir şey!

saliha yüksel için bir cevap yazın Cevabı iptal et