MİTAHARA: Dengeli Beslenmenin Yogacası

Bu yazının orijinali Mavi Orman kitabında yayımlanmıştır.

Pazartesi sabahı yeni asanama katlanmışım. Emma hocam beni kendi ile zemin arasında tost yapmak üzere yanıma yaklaşıyor. Daha elini değdirmeden biliyor. “Dün kahvaltıda beton yedin galiba, kaburgaların kaskatı!”

Kaliforniya’daki Shadow yoga kursumuzun son haftasına başladık. Bir tek kaburgalarım değil, bugün kalçalarım, bacaklarım, belim boynum toptan kaskatıyım. Beton değil ama koca bir top çukulata karamel dondurma yedim dün. Üstelik ikinci dil darbesinden sonra arzum, nefsim tatmin olmuşken durmadım, sonuna kadar gittim. Midem bulanarak homurdandı.

Alışmıştım ne güzel buradaki hayata. Gün doğarken yogamızı tamamlayıp Pasifik plajlarında örgü örmeye, denize bakmaya doymayan pelikanlara, martılara. Balık balık kokan kumlara. Yoga sohbetli kahvaltilara…Hep böyle yaşasam hiç sıkılmazmışım gibi geliyor.

Günlerimi buradaki gibi ağir akan bir rutine oturtmayı seviyorum. Rutinin ritminin dengesinde sağlıklı hissediyorum kendimi. Günler sakin ve yavaş geçiyor. Nefes alacak bol bol yer açılıyor ciğerlerimde.

Ritim bir kere tutunca sahici ihtiyaclarim da daha belirgin hale geldi. Kursun başında hocalarım sevgili Kurmasanamı listemden çıkardıklarında damarlarımda kabaran isyan, yerini teslimiyet ve minnet duygusuna bıraktı. Kurmasana’ya ihtiyacım yok artık. Bir yıl boyunca hergün tosbağanın kabuğuna çekildim. Artık bitti. Bana bir faydası yok. İsyanımın sebebi, alışkanlığım ve kendimi iyi hissetme haline bağımlılığım. Yalan değil, Kurmasana’da kendimi iyi hissediyordum.

Şimdi yeni gıcır asanalarım, tabi başta biraz sıkıyorlar. Nefes nefese içlerine girmeye çalışırken kendimi hiç de iyi hissetmiyorum. Çıkıp kurmasana’da dinlenmek istiyorum. İyi ki tepemde Emma beni pozun derinlerine, merkezine doğru itiyor. Kaçmak yok.

Kurmasana miadını doldurdu. Artık bir işlevi yok. Zevk için arada sırada yapabilirim. Tıpkı akşam yemekleri gibi. Kurs boyunca yemeğimizi gün batımından önce yememiz tavsiye ediliyor. Bu durumda, güneş batarken yogamızı bir kez de kendi başımıza evde tekrarladığımız için en son öğünümüzü 2’de yememiz icab ediyor. Sıkı bir öğle yemeğinden sonra aslında bir daha yemeğe ihtiyacım yokmuş. Acıkıyorum. Acıktım sanıyorum ama aslında sadece damak zevki arayışındayım. Damak zevki ihtiyacı can sıkıntısından oluyor. Zihnim odaklanacaği bir nesne bulduğunda, gün batımı yogasına başladığımda mesela, açlık sandığım o can sıkıntısı buharlaşıp uçuyor. Anlıyorum ki sabah kahvaltısına kadar yakıta ihtiyaci yok vücudumun. Tabi ya uyurken ne işe yarayacak ki besinler? Hadi depoya gidecek hepsi tabii.

Üstelik canım öyle herşeyi yemek de istemez oldu. Sindirim sistemi organlarımın mırıltısı netleşti. Hamur işine hayır! Hem hazmı güçmüş hem de verdiği güç dişimin kavuğunu doldurmazmış. Tuz ve acı biber de red edildi. Kremalı, yağlı, etli, soslu yemeklerin yanına bile yaklaştırmıyorlar. Eh, peki ne istiyorsun ey mide diye soracak olursam, epey sınırlı bir menü çıkıyor karşıma. Hem de hergün. Ezogelin çorbasi, (esmer pirinçle yapılmış) tatli patates, domates, yeşil zeytin, kahve ve çukulata. Bu kadar. Her gün bunları yiyeyim baska bir sey yemiyeyim, iyiyim yani.

Denge hali böyle bir şeymiş demek.
Ama kendisi gelmesi gerek. Zorla olmuyor.

Günümüzde en çok okunan eski yoga metinlerinden Hatha Yoga Pradipika’da mitahara diye bir yamadan bahsediliyor. Bu metindeki yamalar Patanjali’ninkilerden biraz farklı. Mitahara yamalardan bir tanesi. Anlamı doğru gıdaların dikkatli tüketilmesi. Nedir yemeğin “doğru”su? Tabi ki taze, temiz, kimyasal katkı maddelerinden arınmış, organik filan falan. Ama bu kadarla sınırlı değil. Mitahara kavramının içerdiği “doğru” yemek kavramı kişiden kişiye değişen bir şey. Benim Kaliforniya menüsü size hiç iyi gelmeyebilir. Biz bu evde üç yoga öğrencisi beraber kalıyoruz. Ocakta üç ayrı kazan yemek pişiyor. Çünkü hiç birimizin canı diğerinin pişirdiğini çekmiyor.

Mitahara insanın kendisini bir takım sözde sağlıklı besinleri yemeğe zorlaması anlamına gelmiyor. Tam tersi vücudumuzun ihtiyaçlarına karşı duyarlılık kazanıp ona istediğini vermek demek mitahara.

Ne yediğimiz niye önemli peki?
Çandogya Upanişad’da yazmış üstadlar:

Katı gıdaların dış katmanı dışkıya, orta katman ete, özü ise zihne dönüşür.
Sıvı gıdaların dış katmanı idrara, orta katmanı kana, özü ise nefese dönüşür.
Ateşin (sindirim sistemi) dış katmanı kemiğe, orta katmanı iliğe, özü ise söze dönüşür.

Zhander hocamız da diyor ki damağını terbiye eden kişi bedeninin ve zihninin efendisi olurmuş. O kişinin kanı temiz akar, iliği, kemiği, nefesi güçlenir ve söz ağzından bir tatlı dökülürmüş.

IMG_0084

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s