Ben artık bloglar okunmuyor sanıyordum. Sizden gelen yorumlara sevindim. Heyecanlandım. Teşekkür ederim. Madem okuyorsunuz, ben de yazayım.
Dün de söylediğim üzere Budapeşte’deyim. Yoga hocalarımın düzenlediği kursa öğrencilerimle beraber geldik. Budapeşte’ye ilk defa on sene önce (Yakın geçmişe ait gibi gelen 2009’dan on sene öncesi diye söz etmek tuhafıma gidiyor ama hakikat bu.) yine Shandor ve Emma hoca ile çalışmak üzere gelmiştim. Bu yoga okulundaki ikinci senemdi. İlk iki yılın kurslarını ABD’de tamamladığım için Avrupalı Shadow Yoga camiası ile ilk defa karşılaşıyordum. O sene, ilk senem diye mi bana öyle geldi bilmiyorum, sınıf arkadaşlarımla pek güzel kaynaşmıştık. O zamanlar küçük bir gruptuk ve benim katıldığım kursa büyük toplar değil, onların öğrencileri gelmişti. O zamanlar aramızda hocalık eden kimse yoktu. Her dersin sonunda çıkıp Budapeşte Operası’nın arkasındaki bir kahvede oturuyor, kruvasan yiyorduk. Son gün de Tuna nehri kıyısında pikniğe gitmiştik. Sınıf arkadaşlarımın beni daha ilk seferden nasıl candan kucakladıklarını hiç unutmadım.
Aradan on yıl geçti. Sınıfımız büyüdü. Biz büyüdük. O ilk grubun yarısı yogayı bıraktı. Diğer yarısıyla seksen kişilik grubun içinde göz göze geliyoruz, başka türlü gülümsüyoruz birbirimize. Bir çoğumuz bu okulun öğretisini aktarmaya hak kazandık şimdi. Arka sıralardan önlere yaklaştık.
O zamanlardan beri değişmeyen şeylerden biri kurs günleri boyunca oturttuğum ritim. Tek başına yakaladığım bu ritim bana huzur veriyor. Yazmam için ilham, yaratıcılık için avare zaman yaratıyor. Mâlum yogada ritim çok önemlidir. Ritmi apana vayu belirler. Ritim nefesin organizmadaki gezintisini ahenge sokar. Burada her gün aynı şeyleri yapıyorum. Ezberden veya muhakkak şu saatte şunu yapmalıyım zihniyetiyle de değil. “Bıraktım akışa bakalım ne çıkacak bahtıma” tembelliği ile hiç değil.
Derslerimiz sabah 7-9 arası. 6:30da sınıfta olmakta fayda var. Hocamız erkenci. Dersten sonra hep beraber kahve içiyoruz. Öğlen yemeğini erken yiyorum ki akşam dersine kadar erisin her şey. Akşam dersi 16:00-18:00 arası. Kahveden sonra çabuk bir alışveriş ve eve dönüş. Her gün taze ve yeni bir yemek pişiriyorum. Bu kurslarda dışarıda yemek yemek akıl kârı değil. İnsanın canı saf besinler istiyor zaten. Basit bir iki sebzeyi pişiriyorum. Yanında pilav. Sonra evde oturup derste öğrendiklerimi yazıyorum. Kitap okuyorum. Müzik dinliyorum. Turistik koşturmaları yıllar önce bıraktım. Evden okula, okuldan kahveye, çarşıya sonra yine eve, okula, eve. O kadar.
Yemek yaparken ve sonra yerken sesli kitap dinliyorum. Döne döne okuduğum kitapların sesli kitap versiyonları bilgisayarımda kayıtlı. Bu aralar Tom Robbins’in “Sıcak Ülkelerden Dönen Vahşi Sakatlar” romanını dinliyorum. Tayland yıllarında okumuştum. Sonra birkaç defa daha okumuştum tabii. Yemek yaparken duyduğum sahneler sanki kendi anılarım gibi. Bazı romanlar öyle zaten. Öyle bir bilincinize işliyor ki karakterleri eski dostlarınız, içinde geçen sahneleri de anılarınız gibi geliyor. O kitaplardan birini tutkuyla, zevkle okuyan biriyle karşılaştığımda ruhum bir yandaş bulmuş oluyor. Seviniyorum. Bir insanı tanımamın en iyi yolu onun yüreğine işlemiş romanı okumaktır bence. Kokia ile tanıştığımızda hemen dost olacağımızı iki şeyden anlamıştım: O da Küçük Şeylerin Tanrısı’nın dünyanın en iyi romanı olduğunu düşünüyordu ve Famous Rain Coat çalmaya başladığında müzik setinin repeat düğmesine basıyordu. Şimdi Pınar okuyor Küçük Şeylerin Tanrısı’nı. Artık onunla da ortak bir dünyamız, çekiştireceğimiz karakterlerimiz ve beraber derman arayacak dertlerimiz var.
Yemek yapar sonra yerken, bulaşıkları yıkayıp kaldırırken sesli kitap dinlemek bana çocukluğumu hatırlatır. Küçük Prensi kasetten dinlerdim. Başa sara sara. Başka öykülerim, masallarım da vardı. Ama en çok Küçük Prensi dinlerdim. Tek çocuk olduğum için sanırım, ancak bir evde yalnız başıma kaldığımda kendimi yüzde yüz rahat hissediyorum. Boş duvarlara bakıp, oh diyorum. Nihayet benimle ben baş başa kalabildik.
Huzur.
Son haftalarda talihsizliklerin ardı arkası kesilmedi. Çok da hazırlıksız yakalandığım bir dizi aksilik beni buldu. Üzerine küçük kedimiz Mili’nin tehlikeli corona virüsü kaptığını öğrendik. Çok hastalandı Mili. Bir gece sanıyorum ölümden döndü. Başka dertlerle boğuşuyordum. Çok sevdiğim bir canlının buz kestiğini fark edince aklım başımdan gitti. Orada ipin ucu kaçtı. Gülçin’le Mili’yi veterinere zor yetiştirdik. Testlerin sonucu vahimdi. Yüksek titreli corona. O zaman anladım ki nice zamandır, belki yıllardır, biriktirdiğim acıların, yasını tutmadığım kayıpların, üzerini kapatıp karanlık bir rafa kaldırdığım kaygıların, metanetle karşısına dikildiğim azapların miadı doldu. Mili’nin hastalığı son damlaydı. Bardak taştı.
Bir hafta boyunca ağlamaktan içim dışıma çıktı. Beni kimse avutamadı. Kucaklamalar yeterince sıkı değildi. Korunaksız, uzayda bir başına kara deliğe doğru çekilir gibi hissediyordum kendimi. Mili yaşıyordu. Yaşatmak için herkes elinden geleni yapıyordu ama yüreğime o gece çöreklenen kaybetme korkusu çok tanıdık bir yerde sızlıyordu. Serinkanlı zamanlarımda bu hissi geri sarıyordum. Ben bu yürek yanmasını ne zaman hissettim? Sevgilim beni aldattığında, terk ettiğinde, hoşlandığım bir adam benimle bir gece yatıp sonra yüzüme bakmadığında, köpeğim Cuma’yı Sundance’e bırakıp eve döndüğümde, yaz sonu tatilinde Narlı’dan dönerken Yasemin’le arabalarımız ayrıldığında, yine yaz sonunda kuzenim Esin Amerika’ya döndükten sonra beraber oynadığımız odaya girdiğimde, annem iş seyahati için Almanya’ya gidip beni teyzemin evine bıraktığında, babamsız evde gece yarısı uyanıp hırsızdan korktuğumda… Hep aynı ağrı. Karın boşluğumda yumru büyüklüğünde bir sertlik, kalbimi bir karga gagalıyorlar gibi bir acı, sigaraya başlamışım gibi bir sıkışma.
Bu ağrıyı, onun gelen, giden, ölen, aldatan, terk eden kişilerden bağımsız olduğunu bilecek kadar çok tecrübe ettim. Ne demiş Sezen Aksu? Acıyor aynı yerden her şeye rağmen. Ne akıl kar ediyor, ne fikir o sırada. Yaralı tepeden tırnağa herkes yaralı…
Tüm parmak uzatmalardan arınıp, gardları düşürdüğümde ağrının içinde şunların bulunduğunu görüyorum: Bolca yalnızlık. Dermanı bulunmayan çaresizlik. Korunma, kollama gereksinimi.
Ve hepsinin ötesinde ve etrafında korku. Saf, korku. Dehşete varan bir korku. Varoluşa dair bir korku. Hayat buymuş. Bir kayıplar zinciri. İlk nefesimizden beri bir şeyleri yitiriyormuşuz. Hayat yitirdiklerimizin peşi sıra ipe dizilmesiymiş.
Uyanmak istediğim bir yarın yoktu. Uyanacağım yarında hasta bir kedi, hasta bir koca, benden ilgi ve ihtimam bekleyen iki hoca ve ters giden talih vardı. İlk defa babamın nasıl bir ruh haliyle intihara karar verdiğini anladım. İnsan bu kafayla bir iki ay yaşarsa ve zaten yetmiş yaşındaysa tetiği çeker, vurur kendini. Kesin bilgi.
Yasını tutmadığım kayıplarım herhalde böyle bir yükleme bekliyordu, zincirinden boşandı. Benim de ağlamaktan içim boşaldı. Babam öldüğünde doğru dürüst ağlayamamıştım. Mili’nin hastalığından babamın acısı çıktı. Kokia’nın gün be gün yiten sağlığı. Evliliğimizin yitirdiği el ele yürümek, tuvaletti, merdivendi, rampaydı hesabı yapmadan gezmek, beraber yüzmek gibi basit ama değerli yaşantıların kaybı… On haftalık hamileliğimde düşürdüğüm bebek, yıllar önce kendi isteğimle aldırdığım bir diğeri. Ölen hayvanlarım. Yitirdiğim aşklarım. İntihar eden dostlar… Hepsi birden üzerime yıkıldı. Kayıplar dağı altında ezildim ben. Sarıldılar, sarmaladılar ama hiç biri yeterince sıkı gelmedi, kucakladılar ama o korunmasızlık hissimi, dehşete varan korkumu içimden silemediler.
Bu kursa, Budapeşte’ye gelmeyecektim. Hastalanan kedimle İstanbul’da oturup kafamı dinleyecektim. Sonra hocamın birkaç sözü beni ikna etti. Öğrencilerimin sessiz davetini de duydum. İyi ki gelmişim.
İyi ki gelmişim çünkü içimdeki dehşete varan korku, korunmadığım ve kollanmadığım hissini içimde uyandıran şey Tanrı’yla bağımın kısa bir süreliğine kopmasıydı. Bunca talihsizlik peşi sıra beni bulunca ben Tanrı’yı yitirdim. Oysa yoga benim için her şeyden önce Tanrı’yla buluşma, O’nunla konuşma ve kendimi ona teslim etme imkandır. Buraya, Budapeşte’ye gelip de hocaların karşısına öğrenci olarak oturduğumda o bağ geri geldi. Yeniden güven doldu içime ve korunduğumu, kollandığımı hissettim.
Bugünlük bu kadar olsun.
Hocaların karşısında öğrenci olarak kendimi izlerken keşfettiklerimi de yarın yazayım. Bu kadar ağır olmaz hem.
Esen kalın!
D.

lütfen yazmaya devam edin , çok keyifle takip ediyorum
Kalp kalp kaaalp<3
Bekliyoruuuz:)
Sizden her mail geldiginde ben de kendimle bulusuyorum. Lutfen yazin.
Yazın, ben okuyorum!
sizi yazilarinizdan taniyorum ve yazilarinizi okumayi cok seviyorum. yazilarinizin durustlugu -bize degil kendinize- o kadar etkiliyici ki.acik ve sinirsiz.
Elinize sağlık..
Bazen ufacık gülümseme veya bir söz yüreklerdeki taşı uzaklara fırlatır.
Yazılarınızı özlemişim. Yazın ki ruhlarımız serinlesin.
Sevgilerimle
Bahar.
Agladim okurken, o yalnizlik hissini nasil guzel tarif etmissin!
Lütfen yazın Defne hocam! Yeni yazıları heyecanla karşılıyorum, yeni yazı yokken de eskileri tekrar okuyorum spontane açıp açıp.. Mavi Orman’ı kim bilir kaç kez tavaf etmişimdir. Özlemiştik yenileri 🙂
https://www.goodreads.com/quotes/7062162-cry-out-in-your-weakness-a-dragon-was-pulling-a
Çok etkileyici. Teşekkür ederim.
Sizin yazılarınızı okumak çok keyifli, bende çok yere dokunuyor. Heyecanla bekliyorum 🙂
Gönlünüze sağlık, ne güzel dökmüşsünüz. Hisleriniz ifade olacağı yolu bulmuş ve özgürleşmişler. İyi ki gitmişsiniz Budapeşte’ye, gerçekten🙏❤
Kendimi Mavi Orman 2’yi okuyor gibi hissettim, sizin kendi iç sesinizi duymayı özlemişim 🙂
Teşekkürler 💐
Keyifle okuyorum paylaşımlarınızı, lütfen yazmaya devam edin🧡
Aynen katılıyorum kaleminize saglık
sabah işe geldim. çalışma izni ve diğer bazı formal teferruatlar için bilgisayarımı pılımı pırtımı kahvemi alıp toplantı odasına geçtim. kapıyı da kapattım ki saçma sapan formalitelere zaten çok zor odaklanıyorum bir de millet zırt pırt başıma gelip dağıtmasın diye. sonra dedim acaba defne yeni yazı koydu mu? sonra yazıyı okudum… sonra ben o toplantı odasında bir ağlamaya başladım, bir başladım… her ne kadar sevmiyorum desen de 20 yıldır yaşadığın şehirden ayrılacak olmak, burada yaşadıklarım, hayal kırıklıklarım, oraya dair kaygılarım, korkularım, çocuklarım bütün hepsi yaş oldu gözlerimden aktı bilgisayarın üstüne… yaz sıcağını okurken de başka şeyler aklıma gelip böyle olmuştum, kahvaltı sofrasında da… nolur yazmaya devam et.
iyi ki varsın, seni çok seviyorum…
namaste 🙏
Yine bir offf. Hakikaten ağır oldu… Ne diyeceğimi bilemiyorum ama bir ses de vermek istiyorum. Şunu diyebilirim: Evet, bana da aynı böyle zamanlar oluyor. Herkesin her şeyin üstüme gelip Aman Tanrım ben ne bahtsız bir insanım, dediğim. Neyse ki tecrübeyle sabit, geçiyor. Ah hele o hastalanan hayvanlar, şifa bulamayanlar… Neyse ki Coelho’nun dediği, dilediği gibi, “O bize ıstıraplarla onurlu bir şekilde başa çıkacak gücü veriyor”.
Güç seninle olsun – ve öyledir.
– Candan iPad’imden gönderildi
İnsanlık Hali şunları yazdı (19 Eyl 2019 15:30):
> >
Defne hocam, gözlerimin dolu dolu, tüylerim diken diken, kalbimde kocaman bir sevgi ve şefkatle okudum. Yine kaleminize yine yüreğinize sağlık. Biz biriz ve acılarımız da ortak. Yaralarımız da ortak. Hikayeler farklı görünse de esasen aynı. Kalbim sizinle . 🙏🏼♥️
Son 2 haftadir yaşadığım şeylerle ne kadar paralel,,, ayni aci evet, hep aynı yerden vuruyor. Tek çocuk olmak… Yalnızlık… Ellerimizin arasından kum gibi akip giden tutamadigimiz hayat… Cok guzel ifade etmişsin Defnecigim, ne yalan söyleyeyim, insanin o kavrulmuş yüreğine azıcık olsun soğuk sular serpiliyor evrende bir baskasinin da benzer bir durum yaşadığını duyunca. Iste, yalnız diilim diyor insan kendi kendine. Iyi ki gitmissin Budapeşte’ye, o teslimiyet ve ardindan gelen korunma hissini hissettim aracılığınla! Çok şükür.
Ellerine diline gönlüne sağlık paylaşımın için !
Sevgili Defne Hocam!
Seni beyninden ve kalbinden öperim!
Bana feyz oluyorsunuz.
İlham ve umut oluyorsunuz…
teşekkür ederim Defne hanım. Benim de son zamanlarda yaşadığım hislere tercüman olmuşsunuz. His/daş olmuşuz. En içten dileklerimle, süreyya
Yazmayı hic bırakmayın
Huzur kelimesini görür görmez başladım okumaya..🙏🏼
Kokia’nın nesi var? MS yazdığınızı hatırlıyorum, doğru mu hatırlıyorum bilmiyorum. Beslenme düzenini değiştirmeyi gluten ve süt içeren besinleri elimine etmeyi denediniz mi hiç?
sana kocaman sarılıyorum..acılarımız da yalnızlığımız da ortak. hepimiz yaralıyız ve birbirimiz aracılığı ile şifalanıyoruz. okurken ağladım bana da iyi geldi..dünden beri yalnızlıktan ne kadar yorulduğumdan de vuruyordum. hep yazın ne olur..sevgilerimle
Çok etkileniyorum yazdıklarından Defnecim, çok güzel yazıyor olman, paralellikler, samimiyetin elbet birer sebep ama ötesinde de bir şey var. Kimbilir nedir.. Daha önce demiştim yine söyleyeceğim, seni uzaktan uzaktan, kalpten seviyorum kardeşim. Yarattığın bu hisler için sağol varol mutlu ol 💜
Çok derin ve gönülden yazmışsınız Defne Hocam. Bu samimiyetle anlattığınız yalnızlık korkusu o kadar tanıdık ki… Sizi okumak büyük mutluluk. Lütfen yazmaya devam edin.
Sevgilerimle
Yüreğinize sağlık..
elinize sağlık