Günaydın!
Şükür kış geri geldi şehrimize. Bu sabah hava sıcaklığı 13 derece. Mevsim normalleri. Zavallı Aylin şaşkın, şallarına sarınmış geziyor ortalıkta. Ezogelin pişirmeye başlamış bile. Ben de sabahları bisikletle yogaya gitme aşkından vazgeçtim. Sadece soğuk değil aynı zamanda artık sabahları karanlık da. Kokia’nın Volvosu kapının önüde sadık bir at gibi beni beklerken, binanın arkasına dolanıp da bisikleti çözmek, sonra ayazda yokuş yukarı 10 blok çıkmak…yok… geçti bazı şeyler benden artık.
Bu sabah Kokia’yı şehrin uzak bir noktasına götürmem gerekiyordu. Erkenden kalkıp dersten önce yogamı yapmaya stüdyoya yollandım. Her gün yapabilsem bunu keşke. Kendi yogamı yaptıktan sonra ders verirken kendimi pek yaratıcı hissediyorum. Genellikle önce ders veriyor, herkes gittikten sonra kendi yogamı yapıyor, sonra kahveye gidiyorum.
Dersten sonra eve geldim, tam arabaya binecekken gördük ki arabanın lastiği patlak. Ben patlak lastik ile gidip gelmişim sabah. Değiştireceğiz, ne yapalım, dedik. Benim ayağımda rugan kırmızı ayakkabılarım, Kokia tekerlekli sandalyede, stepneyi, krikoyu çıkardık. Vidaları gevşetirken komşumuz Chris imdadımıza yetişti. Güçlü kuvvetli adamın lastik değiştirmesini izlerken, Kokia’nın talimatları da olsa tek başıma o işin altından kalkamayacağımı anladım. Üstelik stepne de sönükmüş. Kahraman komşumuz bir koşu gitti, pompa getirdi, onu da halletti. Helal olsun.
Kokia’yı burada buluşacağı arkadaşına teslim ettim. Çok eskilerden tanıdığım Fuel Cafe’ye geldim. Bir zamanlar bu mahallede bir oda tutmuştum. O vakitler hep Fuel cafe’ye gelip bagel üstü humus domates yerdim. Bu sabah da aynen. Saat 9 buçuk, öğlene kadar vaktim var. Çok seviniyorum bütün sabah benim olunca. Normal günlerde Kokia ile anlaşmamız benim 10, en geç 10 buçuk’da evde olmam yönünde. Sanki hiç yetmiyor. Biraz daha biraz daha tek başıma kalabilsem diyorum hep. Biraz da kitap okusam, biraz günlük, biraz blog yazsam, biraz internette takılsam…Yogadan sonra öğlene kadar böyle vakit geçirsem diye diye geçiriyorum içimden.
Benim planlarım hep nasıl ayrı kalacağımız üzerine kuruluymuş. Öyle diyor bizim bey. Günü planlarken ilk önce ayrı kalacağımız zamanları ayarlıyormuşum. Satılık bir ev gördüğümde hemen oda sayısına bakıp diyormuşum ki, hah bak üst kattaki oda benim olur, alt kattaki senin. Kafam ilişkiye doğru değil, ilişkiden uzağa çalışıyormuş. Artık benim de bir terapistim var. Bir daha gördüğümde ona bu noktayı belirteyim, bakalım ne diyecek?
Sabah lastiğimizi değiştiren komşu Chris’e beni takdim ederken bir demez mi ”bu da benim nişanlım Dafni”…Hemen parmaklarımı kontrol ettim, ben uyurken bir yüzük filan mı kaydırıvermiş diye. Yok, temiz. Bu konuyu konuşacağız elbet. Nasıl bir nişandır bu?
Evlilikten korkmuyorum da, düğün işi ödümü patlatıyor. Öyle herkesin önünde söz vermeler filan. Mümkünü yok sanki. Hayallerimdeki düğün city hall’de oluyor, sadece ikimiz, söz möz de yok. Bunu da terapistime söyleyeyim mi sizce?
Bu arada, Facebook’dan Ahu’nun doğumgünü fotograflarına bakıp duygulandım. Bütün dostlarım pek güzel göründü gözüme. Burcu’nun evi de kocaman, ferah bir mekana dönüşmüş. Selen’in perçemleri ona çok yakışmış. Ben de orada olsaydım, o pastadan yeseydim, dedim. Hepinizi çok özledim ve bu blogun altında kısacık da olsa bir yorum yazarsanız, nasılsınız nicesiniz gibisinden, kendimi yine aranızda hisseder gibi oluyorum. Beni ihmal etmeyin, e mi!
Öptüm,
Def

Yorum bırakın