
Havaalanından dönerken içime bir boşluk yayıldığını hissettim. Tahmin ettiğim gibi ferahlatan cinsten değildi, ağırdı. Altı aydır tek başıma bir gece geçirmemiştim. Bir tarafım uyuşmuş gibiydi. Bu gece yalnız uyuyacağım düşüncesi absürd geldi. Acaba insanlar da kumrular, geyikler gibi çift yaşamak üzere tasarlanmış varlıklar mı diye düşündüm. Oysa hayatımın büyük bir kısmı boyunca yatakta yalnızdım. Ve doğruya doğru yine tek başıma kalacağım bu anı biraz iple çekiyordum. Oysa şimdi karnıma yayılan boşluk ferahlatan cinsten değildi.
Arabayı Tarlabaşı’na park edip Beyoğlu’na yürüdüm. Canım bomboş eve gitmek istemedi. Bir sonraki adımımı bilemediğim zamanlarda Zencefil’e gidip kitap okurum. Bu sefer -olabilir mi böyle bir şey-Zencefil’i bulamadım. Çıplak ellerimi ceplerime sokup, sokağın sağına soluna bir daha baktım. Yok. Birden sürreel bir şeyler olduğu hissine kapıldım. Gri soğuk bir Pazar günü Beyoğlunun bir arka sokağından bir başka zamana/boyuta geçmişim. Yeni boyuttaki değişiklikler ufak tefek şeyler imiş. Zencefil’in yokluğu gibi.
Meğer kapalı imiş. Kepenklerini indirdi diye görmemişim. Bozulmadım, şaşırdım. Alternatif planım yoktu. Üşüyen ellerimi daha derini olmadığını bile bile ceplerime biraz daha daldırmaya çabaladım. Ne yapsam? Birilerini arasam? Ne zamandır hasret kaldığım imkan; sonsuz zaman diliminde tek başına kalma imkanı nihayet karşımda, onu sosyalleşerek ziyan etmek istemiyorum. Ve fakat karnımdaki boşluk büyüyor. Kokia’nın eksikliği kış gibi derimi ısırıyor. Bir dost sohbetine muhtacım. Ama acele etmeden, yayıla yayıla bir kafede kitap okumaya çok daha uzun zamandır muhtacım.
Yasemin’e “Akşama Skype’da buluşalım” diye mesaj atıp Deep’e girdim.
Yemekler berbattı. Bütün vejeteryen köftelerin içinden kaşar çıktı. Geri gönderdim. Milenyum Trilojisinin ikincisine daldım. İçimdeki boşluğun sözler, satılar, sayfalarla dolmaya başladığını hissettim.
Geçenlerde bir dergide okudum. Yoga öğrencilerine soruyorlar: Stres ile nasıl başa çıkıyorsunuz? Kimisi Boğaz boyunca yürüyor, kimisi trafiksiz saatlerde yolculuk edeceği işler seçiyor, kimisi hamama gidiyormuş. Benim hayatımda annemle sosyal meseleler ve glutensiz diyet gibi konularda tartışmak dışında pek bir stres yok ama sorsalar bir kafede tek başıma roman okuyarak diye cevaplardım.
İçimde ne vakit bir boşluk açılsa romanlar dolduruyor.
Eve döndüğümde bir tencere glutensiz spagetti pişirdim. Domates, kekik, zeytinyağına bulayıp yedim.
Bu site yazılarımın yeni yuvası. Eski yazılarıma erişim mahkeme kararı ile engellendi. Benim yazdıklarımdan dolayı değil. Internetteki yasadışı yayınları tek bir siteyi kapatarak engelleyebileceğini zanneden yargı organı tarafından. Oysa ben nasıl yazılarımı başka bir siteye taşıyorsam, dicitürkü internete taşıyan akıllılar da -ki benden çok daha fazla internet bilgileri olduğu aşikar- maçları başka bir siteye taşıyacaklar. Onu kapatsan bir diğeri yok mu sanki?
Eskiden bütün insanların kararlarını akıllıca verdiklerini düşünürdüm. Herkes en az benim kadar akıllı olmalıydı, öyle değil mi?
Artık böyle düşünmüyorum.
Mantık değil insanları harekete geçiren şey. Başka bir şey. Galiba korku. Korkuyu takip edince de şöyle bir yere varılıyor: Denemeden ”ay ben yapamam” alışkanlığı.
Mesela elimde kalın bir kitap gezdiriyorum son aylarda. Soranlara tavsiye ediyorum. İnsanlardan şöyle bir tepki geliyor: Ay ben öyle kalın kitap okuyamam. Kalınlığı değil ki bu kitabın özelliği, son on yılın en çok satan polisiye türü olması. Milyonların okuduğu bir serüveni sırf ”ben yapamam” a inandığımız için redetmek…? Aklım almıyor.
Bir süredir gluten yemeği bıraktım. Gluten buğday ve arpada bulunan ve bağırsakların iç yüzeyine yapışan bir madde. Bazılarımızın glutene alerjisi var ama bunu hiç bilmeden yaşamımızı sürdürüyoruz. Ben de gluteniz beslenmeyi bir deneyeyim dedim. Kısa zamandan kendimi daha enerjik, daha hafif ve yumuşak hissetmeye başladığım için de sürdürdüm. Bu sırada hemen bir iki kilo verdim. Kilo vermeyi çok istediğini söyleyen birisine tavisye ediyorum glutensiz beslenmeyi. Cevap hazır: Ay ben hayatta glutensiz yapmam.
Yahu, hiç mi merak etmiyor insanlar alternatifleri? Bildikleri dünyanın öbür tarafında ne olduğunu?
‘’Sabah o kadar erken kalkamam’’ da tahmin edersiniz ki sıkça karşılaştığım bir kanaat. Akşam saatlerine ders koysam? Koymuyorum çünkü sabahı yaşama alışkanlığını edinmek de öğretimin bir parçası. Derse zamanında gelmek de öyle.
Peki benim yok mu hiç denemeyi bile düşünmediğim şeyler? Merak etmediklerim neler? En çok gece geç saatlere kadar oturmaya direniyor kafam. İşte bu yüzden bu gece sıktım dişimi oturdum. Hem de sosyal bir nedenim olmaksızın. Yatağa girmezsem ne olacak diye merak ettiğimden…Belki tek başıma gireceğim yatağımı yadırgadığımdan…Belki tekbaşınalığın sarhoşluğundan….
Her ne ise sebebi, nihayetinde bu yazı çıktı.
Saat sabaha karşı 1:28.
Gecenin sessizliği ve derinliğine solo dalmak ne hoşmuş!
Merak etmemek ayıp değilse de denememek kayıp!
defne’cim çocukken hep söylerlerdi “curiosity killed the cat” ama bu söze inat mıdır nedir, beni daha da merak salar, onu bunu denemek isterdim. her neyse senin önerin üzerine 1 haftadır glutensiz besleniyorum. yıllardır sindirim sistemim bana çektirir, meğersem ben çektiriyormuşum sindirim sistemime bu glutenli yiyeceklerle. çok iyi geldi. enerjim de arttı. neşemde. her zaman olduğu gibi keşiflerin çok iyi geliyor, paylaşmaya devam! sevgiler – elif
bir kere denemeden ne bilecez ki…
ben sabah erken kalkmayı ve zamanından önce bir yerlere gidebilmeyi
şimdilik eforla da olsa, senin kurslarınla tecrübe etmeyi deniyorum.
ne yalan söyleyim, şimdilik hani hoş da oluyor.
Bir gece yazısı olduğu belli oluyor diyebilirim sanırım, diğerlerinden farklı olarak biraz oradan biraz buradan, kişisel bir beyin fırtınası olmuş.
Kafede tek başına kitap okumak benim de biricik stres atma yöntemlerimden biri. Neyse ki şehirde böyle “sığınak” bellediğim yerler var, biraz kitap okuyup, biraz not defterime bir şeyler karaladığım ve bira huzur bulduğum.
Bunu karalamıştım mesela bir zaman.