Sabah aç Karnına bir Doz

IMG_0148
Foto: Ben (Pre-selfie dönemi. Kur-koş karelerinden) 

Dünyanın arka tarafında bir Cuma akşamı saat 17:34. Ben ofisim sayılan kahveye henüz geldim. Sokaktaki işler, sonra yemek, sonra kısa bir uyku derken şu saate dek günün yazı kompartımanına adım atamadım.

Ben gecelerin yogisi değil ama gecelerin yazarı olmak isterdim. Çocukluğumdan beri de istedim. Gecenin sessizliği ve büyülü karanlığında yazmak. Ayfer Tunç geceleri yazarmış mesela. Onu karanlık basınca, akşam yemeğini yemiş, kahvesini içmiş tek başına yaşadığı evinin çalışma odasına kapanmış hayal ediyorum. İmrenerek tabii. Şiir okuyor önce. Belki müzik de dinliyor. Sonra geçiyor bilgisayarın başına, tıkır tıkır çıkıveriyor o muhteşem satırlar. Kalkıyor, bir kahve daha yapıyor kendine. Rahatsız edeni yok. Bir yere yetişme kaygısı yok. Sokakta kazı yok. “Güneş doğana kadar yazarım,” demiş bir yerde. “Hatta kaptırdıysam güneş doğdu diye sinirlerim.”

Gece işte ya, gece. Bir başkadır insan gece. Bir başkadır gece insanı. Ben gece insanı hiç olamadım. Hayatım boyunca. Gece hayatının renki bir siması olduğum yıllarımda bile  gece insanı olamadım, erken kalktım yine. Çocukken de sabah 7 dedin mi ayaklanırdım. Yaz tatillerinde özellikle. Lisedeyken, okula ilk olarak bir erkenden basket oynamak isteyen oğlanlar bir de ben gelirdik. İlk zile bir saat kala filan okula gelip, tost kokulu kantinde, pinpon masalarının arkasındaki banklarda kitap okumuşluğum vardır. Okulun o boş, o sakin, benim gibi sabah meraklısı tek tük öğrencisiyle dolu halini hep sevmişimdir.

“Sabah insanı” olmam uykuyu sevmediğim anlamına gelmesin. Aksine uykuyu bu kadar sevmesem ben de gecelerin yazarı olabilirdim. (kahpe yapı!) Ama uykuya çok düşkünüm. Çok uyurum. Çok derin uyurum. Yanımda uyuyanların öldüğümü zannederek beni sarstıkları olmuştur. Uykuya ne pozisyonda dalarsam, o pozisyonda kalkarım. Yine yanımda uyuyanlardan aldığımı geribildirime göre uyuduğumda ruhumun vücudumdan tamamen çıktığı zannediliyormuş. (Benden daha derin uyuyan bir tek Yasemin’i tanırım. O da anne oldu, değişti. Artık ben ondan da derin uyuyorum.)

İşte bu yüzden saat dokuz (21:00) oldu mu benim başlar başım düşmeye. Bence en tatlı uyku 10 ila sabaha karşı 2 arasında uyunan uyku. Beni o uykumdan uyandıranları hiç afettmem, canlarına okurum. (Mesela sabah 5te ararım onları, “dün gece geç bir saatte aramışsınız, bir şey mi vardı” diye sorarım şeker gibi sesle.) Başlıca hayallerimden biri dört saat uyku ile yetinen bir yogiye evirildikten sonra sabaha karşı 2de kalkıp yogamı yapmak ve sonra sabaha kadar yazmak. Belki bir sonraki #28günyoga döngüsünde buna niyet ederim! (HOP, dedi zihnim bu noktada. “Sabah derslerimin 6:15de başladığını unuttun galiba!” Peki bu niyetimi dersim olmayan sabahlarda 2de kalkarım olarak tashih edelim. Haftanın dört saati dersim varsa, üçünde de yok değil mi?)  

Bunca lafı ben şimdi neden ettim? Şunun için: Yoganın her gün yapılanının makbul olduğu bilgisi benden öğrencilerime, okurlarıma geçmiş. İyi. Yazılarınızda bunu görüyorum. Zaten buradaki öncelikli niyetimiz de 28 günün dolunaysız ve kansız geçen günlerinin tümünde yoga yaparak şeytan çatlatmak. (Bu arada neye niyet neye kısmet. Hareketimizin lideri Pınar’ın kısmeti bu ay oturmak oldu. Niyet bizdense kısmet Allah’tan. Teslim olmayalım da taşa mı dönelim? Biraz abhyasa, biraz vayragram. Pınar’ın durumunda yapılacak yoga hakkında da bir sonraki yazıda yazacağım. Çünkü gerçekten nefes alıp veren -ve zihni kendi iradesinde bulunan- her insan yoga yapabilir.)

Evet, ne mutlu bana ki yogayı her gün yapmanın önemini size geçirebilmişim. Derslerde antibiyotik örneğini de veriyorum ya. Hatırlayalım: Antibiyotiğin işlemesi için düzenli aralıklarla sürekli alınması gerekiyor. Çünkü ilacın bakteri ile muharebesi sırasında helak olan bir tabur askerin yerine yeni birlikler göndermek gerekiyor. Zincirin halkası eriyip gitmeden yeni zinciri ona takmalıyız. Yoga da böyle. Nefs ile girdiğimiz muharebede (bkz Bhagavad Gita) vritti (bakteri gibi düşünün – faydalısı da var, zararlısı da) dalgası yükselip de bizim gerçeklik algımızı  yüzde yüz ele geçirmeden önce, ona Prana (antibiyotik oluyor o da bu durumda) birliklerini göndermek gerekiyor ki vrittilerden ibaret gerçeklik algısının haricinde, onun uzağında, daha başka, çoğunlukla daha kapsayıcı, huzur veren, kabul eden, gülümseyen, gülümseten bir gerçeklik daha varolduğunu görelim.

Yükselen vritti‘ye karşı her gün en az bir doz prana yazıyorum size. (Doktor Kemal, orada mısınız?) Sabırsızlandığınızı görür gibiyim. Evet, hocam bunu biliyoruz. Siz de dediniz. Bu bilgi bize geçti. Bunca cümleyi kurduğunuza göre bize geçmeyen bilgiye geçelim artık.

Geçiyoruz.

Her gün en az bir doz alınan prana’nın sabah ilk iş, kimseyle konuşmadan, insanlar arasına karışmadan, telefonu açmadan, aç karnına alınması gerektiği bilgisi ve bunun önemi… Tamam, sabah ilk iş yapın, vaktiniz yoksa akşam gün batarken yapın, o da olmazsa ne zaman yapabilirseniz o zaman yapın diyen bendim size. Kabul. Ama sabah vaktiniz olduğu halde sırf üşendiğiniz, hazır hissetmediğiniz veya şu ya da bu vrittisel sebepten yapmıyorsanız, buna bir bakın. Sabahın erken saatlerinde uykuyla yatışmış vrittilere karşı prananın avantajlı poziyonda bulunduğunu unutmayın.  Güne o daha büyük, daha kapsayıcı gerçeklik algısı ile başlamak, günlük ilişkilere o kafayla girmek kişisel bir dönüşümün de kapısını tutuyor.

İlk yoga öğretmenim Panço bizi 7 günlük Yogaya Başlangıç kursumuzdan mezun ederken ve biz şimdi ne olacak, nasıl ilerleyeceğiz bu yolda diye sorarken “her gün kalkıp bu seriyi yapacaksınız, o kadar” demişti. O sırada kursta benden başka aynı coğrafi noktada sabitlenmiş öğrenci yoktu. Herkes sırt çantalı gezgindi. Tayland’dan Laos’a geçmek üzere bizim sınır kentimize varmış, yoga kursuna da denk geldiklerini görünce kalışlarını bir hafta uzatmışlardı. Hemen itiraz ettiler. Canım yolda, pansiyonda, kampta, yataklı trende geçen gecelerin sabahında nasıl kalkıp yoga yapsınlardı?

Panço’nun muhteşem parlak mavi gözleri vardır. Yoga dersi verdikten sonra iyice parlar. Işıl ışıl, yüzlerimize bakıp, tek bir şey söylemişti:

“Otel odalarınızı ona göre seçeceksiniz. Bir battaniye olsun mesela. ”

Benim o gün anladığım sabah kalkıp da yoga yapmamak gibi bir seçenek yoktu.

Yoga bana bir sürü şey verecekti. Ben de karşılığında ona öncelik verecektim.

Yani büyüsünü daima içimde taşımak istiyorsam yogayla her sabah randevulaşacaktım.  İlk öğretmenim sözleriyle, gözleriyle, sesiyle (deep, even, relaxed breath) her gün hep aynısını yaptırdığı stana-asana serisiyle zaten bildiğim ama unuttuğum kuyuların kapağını kaldırmış, beni yuvama geri getirmişti. (Bana yuvamı getirmişti .) Ne derse sualsiz yapardım ben artık.

Yaptım da. Hâlâ da yapıyorum. Artık Panço dedi diye değil . Antibiyotik zincirini kırdığımda başımı ele geçiren vrittisel gerçeklik (Eski Ben) bana artık dar geldiği için.  Prananın ahenkli akışı neticesinde açılan yeni gerçeklik algısında ben daha mutlu, daha verimli, daha güvenli bir insanım. İnsanları daha çok seviyorum. O yüzden.

Sabah meselesine geri dönecek olursak… Günlük yaşam vritti besler. İşi budur zaten. Sabahtan ikindiye, ikindiden akşama geçene kadar vritti hızlanır, bölünerek çoğalır, zihni ele geçirir. Gece Ayfer Tunç’un ise gün vrittiye aittir. Sabahın körü ise prananın saatidir. Tüm dünya sessiz bir bekleyiş içindedir o sırada. Vritti de sabahın büyüsüne kapılır susar. Onun suskunluğunu boşa harcamamak lazım fikrimce.

Ey ahali (sanga yani) sabah yapabiliyorsanız, yoganızı sabah yapın. Gün doğumunu yakalayabildiğiniz mevsimlerde gün doğumuna denk getirin. Ben diyorum diye değil.  Prana’nın hatırına.

Not: Ben bu sabah büyük bir hata yapıp yogadan önce telefonumu açtım. Sakın, sakın, sakın! Telefonun yogaca ismi vritti coşturan olmalı. Tutun kendinizi. Benim tüm yogam tek bir meselenin çözümü üzerine odaklandı, rüsva oldu.

Reçeteyi tahsis ve tekrar ediyorum: Bir doz Prana, sabahları aç karnına ve boş kafaya!

Bir deneyin, farkı farkedeceksiniz.

 

Sabah aç Karnına bir Doz’ için 7 yanıt

  1. kemrasa 01/07/2017 / 9:24 am

    Bizim de çok sık kullandığımız bir prensip bu Defne, sadece adı farklı; profilaksi!
    Ameliyata başlamadan yaklaşık bir saat önce hastaya antibiyotik veririz yani daha vücut bütünlüğünü bozmadan, yapacağımız kesi ortalıkta cirit atacak bakterilere maruz kalmadan. Ancak bu sayede ameliyat sonrası gelişme riski olan enfeksiyonları engelleyebiliyoruz. Ameliyat başladıktan sonra yani yara bakterilere maruz kaldıktan sonra verirsek antibiyotiği hiç bir işe yaramıyor.
    Sonuçta en etkin Prana tedavisi, doz virittilere maruz kalmadan önce alınırsa -profilaksi ile- mümkün oluyor.
    Sevgimle
    Kemal

    Not: Bu arada ‘Doktor Kemal’e kulağım alışmaya başladı 🙂

    • Kalemtıraş 06/07/2017 / 6:14 pm

      Sevgili Doktor Kemal, 🙂

      Bu yorumu deminden beri 28günyoga bloğunda arıyorum. Nihayet buraya bakmak aklıma geldi. Senin daha önce babalık, kocalık üzerine yazdığın ve beni etkileyen, kitaplarımda kullanmak üzere kenara ayırdığım (ayırdığımı sandığım) bir yorumun daha vardı. Onu da geçen gün çok eski blogspot sayfamda bulup pek sevindim. Bir cümle ediyorsun, insanın içine yer ediyor, yıllarca izi kalıyor. Neşteri nereye vuracağını bilmek böyle bir şey olsa gerek! 🙂

      Yukarıdaki yorum da tam isabet oldu. Yani benim prana-antibiyotik benzetmem ve senin ameliyattan verdiğin örnek cuk oturdu. Yazıların ve bu camianın yıllardır organik bir parçası olduğun için çok teşekkürler. Tüm aileye de selamlar…

      Defne.

  2. candanturhan 01/07/2017 / 10:57 am

    Ya Defne, her yazın bir diğerinden daha güzel, daha anlamlı, daha eğlenceli! Uykunla ilgili kısımlarda şiddetle güldüm (hatta şimdi tekrar okuyacağım), sonra sabah yogasının anlamı ve vritti’ye karşı savaşta şiddetle kafa salladım hmmm diye… Sabahları (ve uyanık olduğum her an) azami işleyen bir hiperaktif kafa ve vücut olduğumdan, ben de bahsettiğin üşenengillerdenim çoğunlukla. Ama ne kadar da istiyorum o vritti kontrol altında olsun, az öteye gitsin falan… Ben bu yazıyı kocaman yazıp el altında bulunduracağım, anlaşıldı. Kalemine sağlık – gece yazmasan da, iyi ki yazıyorsun :))

    – Candan candanturhan@gmail.com http://www.candanturhan.com

    > İnsanlık Hali şunları yazdı (1 Tem 2017 05:02): > >

  3. gonenc 01/07/2017 / 2:09 pm

    yazılarınızı keyifle okuyorum. Ne güzel anlatmışsınız sabah yogasının sihrini… 5 yıldır yoga yapıyorum ama 6 aydır düzenli olarak sabah; ilk iş kendi pratiğimi yapıyorum ve yaşam enerjisi tüm gün bana alan açıyor adeta. Şu dönemde Yoga terapi eğitimi aldığım hocam Hart Lazer birkaç ay önce bize 1 hafta yogaya ara verme ödevi vermişti. O hafta benim için çok zor geçen ama benim için yoganın şifasını çok etkili bir şekilde anladığım bir hafta oldu. Sanki alanım daraldı; düşüncelerim beni elime geçirdi. Sonrasındaki ilk yoga sabahımda 40 derece sıcaklıkta serin sulara atlamış gibi hissettim kendimi

  4. rafetomer 06/07/2017 / 7:15 pm

    Güzel bir yazı olmuş, ellerinize sağlık…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s