Pek muhterem okurlar,
Size de bir kasvet bastı mı? Karantinanın kırkıncı günü yaklaşırken dünya ağrısı vargücüyle sırtıma binmiş gibime geliyor. Haftalardır internette olan biteni takibi bıraktım. Televizyon da yok. Nitelikli yazıları zaten eş dost yolluyor sağolsunlar. Bizim Bey de buluyor, okuyor, beni dünyadan haberdar ediyor. Dünyadan haberimiz oluyor da ne oluyor? Bugüne kadar içimizi sızlatan, öfkemizi kabartan, çaresizliğimizi arttıran, dev bir canavar karşısındaki çelimsizliğimizi hatırlayan o çirkin dünya tüm rezilliği ile su yüzüne çıktı. Güç konumlarının her biri kötülüğün elli tonuyla işgal edilmiş. Bir hikâyeye bu kadar kötücül lideri bir araya toplasan editör itiraz eder, gerçekçi değil, azalt bunların sayısını der. Bazı insanların ömrü kurtarılmaya değerken, bazılarınınki kolayca feda edilebilirmiş. İktidar zirvelerinden baktığında insan hayatı çok kolay sarfedilir bir şey gibi görünüyor olmalı. Emanet Zaman’da yazdığım bir cümle vardır, kurgunun kilidi cümlelerden biridir hatta: Can çekişen şu binlerce insan arasından birini kurtarmak neye yarar ki der yüzbaşı Mehmet. Miralay Hilmi Rahmi de ona yanıt verir (sonradan kafasında): O kurtardığın hayatı yaşayacak kişi için dünyalara bedeldir o biricik hayat.
Ölümlerin binlere vardığı sabahlara uyanıyoruz. Dünya ağrısı nasıl gelsin de oturmasın yüreklerimizin ortasına koca bir manda gibi? İnsanevladının en duyarsızı bile tüm gezegeni saran matem ve kaygı dalgasından nasibini alıyordur. Ha, bunun farkında mıdır, yoksa sağa sola mı saldırıyordur bilmiyorum.
Neredeyse 40 gündür evdeyiz. Bu süre zarfında manava, bakkala, eczaneye gittiğim seferlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Başta, neşemi koruyordum. Yazarım diyordum. Size yazıyordum. Öykülerimi yazıyordum. Erken kalkıyordum. Ağırlık yavaş yavaş sızdı, tüm bünyemi sardı. Sabah kahvesi, bir öykü, sonra yoga, sonra yemek derken baktım öğleni bile geçmişiz. Akşam yemeği hazırlığı, şu, bu. Günler geçiyor. Günler verimsiz, devinimsiz, birbirinin aynı geçiyor. Gün demek hayat demek. Saçlarım kirleniyor. Aldırmıyorum. Saçlarımın dibindeki üç parmak beyaza sürme çekiyorum. Oluyor. Aylin Aslım’ın şu parçasını söylüyorum. Kaç gündür evdeyim… Dokunsan ağlayacağım. Durmadan kedimiz Mili’nin balkondan atlamasından kaygılanıyorum. Sanki kaygıların hepsi yanardağ gibi içimde yığıldı, Mili’nin balkondan düşmesi kaygısı zirvede. Bir patlarsa hepsi birden lav olup akacak, beni yakacak. Balkonun hemen dışında vişne ağacı bembeyaz çiçeklendi. Arılar, kelebekler tüm gün vızır vızır can var, yaşam var. Mili’nin içi gidiyor. Kapıyı açtığım anda incecik balkon demiri üzerinde catwalk. Bir daha görene aşk olsun.
Aylin Aslım’ın parçası kafamda dönmeye devam ediyor:
Görüştüğüm tek insan bakkal çırağı İhsan
(benimki manav Aris. Yakışıklı çocuktu ama bu korona günlerinde iğne ipliğe döndü yazık)
Dedi abla bu böyle olmaz, çık dolaş biraz.
Bana Manav Aris demiyor ama ben kendime diyorum. Bu böyle olmaz. Çık dolaş biraz. Çıkıp yürüyebilirim gerçekten de. Bakkala gidiyorum derim, izin mesajım gelir, mahallede bir tur atabilirim. Aman diyorum, ne var yine dönüp döneceğimiz yer bu ev değil mi? Çıksam ne olacak, benim içim yine benim içim. Dışarıda da kararacak, içeride de. Çıksın tüm kasveti, kahvenin telvesi, neyse halin işte odur falin. Kasvet geçsin diye bile uğraşmak anlamsız. Klasik buhran alametleri anlayacağınız.
Son bir hafta böyle geçti. Eh, dolunay sonrası enerji düşer. Dolunay dönemi nasıl aile mezarı, aile ağacı, halalar, Soy Adı hikayesi tam gaz çağlamıştı. Sonradan Pınar bana bir astroloji yorumu gönderdi, geçtiğimiz dolunay herkesin ailesine, soyuna bağını hissedeceği göksel bir enerji salmış hayatlarımıza. Bu yıldız işlerini bilenleriniz daha kapsamlı anlatabilirsiniz, yorumlarda. Gerçekten de 8 Nisan dolunayı öncesi ve o gün ben internette hazırladığım aile ağacımıza yapışmış kalmıştım.
Sonra sondördün. Ve geldik düşüşün sonuna.
23 Nisan ayın yüzde yüz karanlığa girdiği gün. Sonra yeni ay başlıyor. Ramazan başlıyor. Tüm gezegende bir şeyler değişecek. Karantina 40 güne erecek. Ondan sonra hafifleyeceğimi umuyorum. Veya bu ağırlıkla yaşamı yeniden düzenleyecek gücü bulacağımı umuyorum. Öğrencilerle de önümüzdeki günler için görüşme akşamları ayarladım. Ufaktan derslere de başlayacağız. Geçecek geçecek diye avutmaktansa, şimdi şu anda tüm ağırlığı ile yaşamın hâlâ elimizdeki tek yaşam olduğunu hatırlayacağız. Tüm kaçış yolları tıkandığında ben kimim, nasıl bir insanın, nasıl ilişkiler kuruyorum. Uyuşukluğumdan bir çıkabilirsem, bunlara bakacağım.
Yeni aydan umutluyum. Dünya da belki bu ağrıyı sırtından atacak… Güzel şeyler de olacak. İnsanın insana el verdiğini de göreceğiz. Görüyoruz zaten. Birbirimizden başka kimimiz var ki?
Sevgiler herkese!
Defne.
Ben de 74 bir balık burcu olarak- son 4 gündür -yaşadığınız duygu ve düşüncelerinızin aynısını yaşıyorum. Hatta bugün durup dururken agladım. Bir de yiyecek sıkıntısı başlayabilir diye bir rapor okuduktan sonra aç kalma korkum (corona sayesinde farkettiğim) çoştu. Saçlarımı ben de yıkamadan kaç gün geçirdim. Üşendim.
Siz 2 satır bile olsa blogunuzu lütfen yazın. Yazılarınız bana iyi geliyor. Yaz sıcağında birden çıkan bir rüzgar gibi. Farkımdalığım artıyor sizin sayenizde. Teşekkür ederim. Sevgiler
TAmam! Sizin sözleriniz de bana cesaret verdi. Yazacağım. Sevgiler!
Yazıyı mailboxta görünce mutlu oluyorum, Mavi Orman da böyleydi, okumak nasil keyifli yazılarını…
Yazınızı beğendim 🙃 Benim bloğumu da ziyaret ederseniz çok sevinirim.. Sevgiler..