Korona Günlerinde Kitap

Yazarken dinlediğim parçalardan biri buydu. Paris’te bir Türk. (Turkos isimli bir kedinin öyküsü!)

Şimdi biraz konuyu değiştirelim. Ne kitaplar okuyorsunuz? Kitap okuyabiliyor musunuz? Bu korona günlerinde dikkati toplamak, odaklanmak, yazmak, okumak her zamankinden de zorlaştı mı? Bir dönem galiba çoğumuz ekranlara kilitlendik, dünyadaki vaka ve ölüm sayılarından gözümüzü ayıramadık. Benim elim twitter’a gidip duruyordu. Sonra sakinleşti, bir zaman geldi sosyal medyadan tamamen çekildim. En sevdiğim twitter’dan bile. Bana mesaj var mı diye hızlıca bakıp, çıkıyorum. Yine de bir kitaba odaklanmak kolay değil. Bu yüzden ben saat kuruyorum. En az 24 dakika, başka hiçbir şey ile ilgilenmeden, telefona bakmadan kitabımı okuyacağım, diyorum. Genelde ilk 24 dakikadan sonrası geliyor.

Gelelim kitaplara… Ben yıllardır İstanbul’dan Atina’ya kitap taşırım. O kadar ki bir rafım okunmayı bekleyen Türkçe kitaplarla doludur. Eh, madem seyahatler, dersler kesildi, o süreyi şu rafı eriterek geçireyim bari dedim, rafımın karşısına geçtim. Kırk günlük korona karantinamın en başında, belki hatırlıyorsunuzdur, Salman Rushdie’nin Quichotte adlı romanını okuyordum. Mart seferinde benimle İstanbul’a gitti, sonra Atina’ya döndü. Tuğla gibi kalın. Bir de ben Hindistan’dan aldığım ciltli versiyonunu okuyordum. (Paperback’i henüz çıkmadı bildiğim kadarıyla). Quichotte biteli bir ay oldu. Destan gibi kitabı okudun, uçaklarda el bagajlarında, bisiklet selelerinde taşıdın, ne kaldı pekala diyeceksiniz. Anlatayım: Bir 21. yüzyıl paradosi. 21. yüzyıl Don Kişot’u sosyal medyaya karşı… Üstelik ABD’de bir Hintli Müslüman. Büyük aşkı bir televizyon yıldızı. Bu aşkın huzuruna çıkabilmek için ABD’yi otomobiliyle boydan boya kateden bizim Hintli Müslüman Quichotte’un yaşadıklarını siz düşünün. Hele Rushdie’nin kaleminden çıkıyorsa… Edebiyata doymuş, bolca düşünmüş ve çokça gülmüş olarak tuğla kitabın son sayfasını kapattığımı hatırlıyorum. Bu dediğim karantinanın ilk günleriydi. Tam 40 gün önce.

Hemen sonra Anayurt Oteli’ni elime aldım. Aylak Adam’ı ve Yusuf Atılgan’ın öykülerini bir kaç defa okumama rağmen neden bilmiyorum Anayurt Oteli’ne bir türlü elim gitmemişti. Ancak bir defa elime alınca da bir daha bırakamadım. Ne güçlü bir metinmiş. Kısacık romanın her bir satırı mı insanı içine alır? O otelin her bir köşesi, Zebercet’in iç dünyası, hafızası ve arzularının her biri bu kadar mı ustaca tasvir edilir… Bayıldım, bayıldım. İki günde bitirdim. Okurken kanepeden kalkmadım. Okumadıysanız hemen, hemen edinin.

O bitince Alice Munro’nun Sevgili Hayat adlı öykü kitabına başladım. Alice Munro Kanada’nın Nobel ödüllü öykü yazarı. Portland’da yaşadığım yıllarda bu kitabı kütüphaneden almıştım ama ilk öykünün ilk bölümünü geçememiştim. İade tarihi gelince de kütüphaneye geri vermiştim. Bu defa, edebiyat yazarlığı atölyemiz için okumam gerekiyordu. İlk öyküyü geçince açıldı ve Munro’nun öykülerinin sadeliğini ve o sadelik içindeki derinliği çok sevdim. Bir çoğu 1950ler veya daha eskide benim hiç bilmediğim Kanada kırsalında geçse de, iç dünyanın evrenselliği, ailelerin her yerde aile, çocukların her yerde çocuk oluşu öyle ustaca verilmişti ki, şimdi bazı öyküleri kendi anılarım gibi hatırlıyorum. Bunun bir sebebi de Munro’nun öykülerini bir yandan okurken bir yandan da Audible’dan sesli olarak dinlememdi. Mutfağı temizlerken, yatağı toplarken veya gözlerim kanlandığında öyküleri dinledim. Yüksek sesle dinleyince öykünün ritmini duyuyorsunuz ya, hem öykülerin ritmi hem de Munro’nun sıradan olaylardan yola çıkan dramatik üslubu bana esin kaynağı oldu. Munro’nun Sevgili Hayat’ını okurken, hayatımda ilk defa bir oturuşta bir öykü yazdım.

Öyküden yola çıkmışken, raftan bir diğer öykü kitabı çektim. Bu seneki Sait Faik Armağanı için kısa listeye alınan Maruzatım Var. Nurhan Suerdem’in 2019’da İletişim’den çıkan öyküleri. Kitabın inceliğine bakmamak gerek. Her bir öykü öyle lezzetliydi ki, ağzımdan tadı silinmesin diye her sabah kahvemin yanında bir tane okudum. Son öykü, Yetişkin Oyunları da son darbeyi vurdu, etkisi uzun sürecek bir iz bıraktı bende. Sait Faik öykü armağanı Türkiye’nin en nitelikli öykücülerini hayatıma katmıştır. Nurhan Suerdem de listeme girdi.

Sabahları kahvemin yanında Maruzatım Var’dan yudum yudum okurken, gün içinde de hem trajikomik, hem de çok hüzünlü öyküsüyle Herkül Millas’ın Aile Mezarı’nı okudum. 1964’te sürgün edilen İstanbullu Rumların hikayesiydi bu. Yitip gitmiş bir İstanbul’un izini çocukluğundan beri süren (neyin izini sürdüğünü bile bilmeden, Beyoğlu’nda, geçitlerde, pasajlarda, eski şapkacı levhalarında) benim için özellikle içli bir öyküydü. Öte yandan komik de. Aile mezarına kim girecek, kim girmeyecek kavgaları etrafında dönen, ustaca yazılmış mizah dolu sahneleri, diyalogları var bu romanın. Bir dönem Heybeliadası, Beyoğlu’su, vapurları, Yahudi çalgıcılarıyla benim gibi sizlerin de bilmediği ama belki de bilmeden hasretini çektiği bir İstanbul da Millas’ın satırları arasından bana göz kırptı durdu. Bu kitap beni pek etkilediğinden K24 için bir de kitap incelemesi yazdım. Onu da buradan okuyabilirsiniz.
Aİle Mezarı sırasında yine ilham geldi. Ustaca tartışılan biz kimiz, bizi ne tanımlar, dilimiz mi, dinimiz mi; yurt neresidir, toprağın anlamı nedir, soyumuza bizi toprak mı bağlar yoksa kan mı, meseleleri aklımda dönerken bir öykü daha doğdu benden. Bir oturuşta değilse bile iki günde yazıldı. Kİtaplar yeniden basılmaya başlayınca çıkacak olan öykü kitabımda okuyacaksınız inşallah.

Aile Mezarı’ndan ilhamla yazdığım Soy Adı isimli öyküdeki genç kız da Suat Derviş gibi yazar olmak istiyordu. (Soy Adı 1936 Ocak ayında geçiyor) Suat Derviş’in HİÇ adlı romanı bana yıllardır rafımdan bakar durur. Seza küskün küskün, beni Atina’ya kadar getirdin, iki sayfamı okuyup kaldırdın der… Bir kaç gün önce Hiç’e başladım. Genelde bir roman, bir öykü kitabını beraber okuduğumdan (sabah kahvesiyle öykü, gün içinde roman) HİÇ’in partneri olarak Mahir Ünsal Eriş’in Sarı Yaz’ını yanıma aldım.

Suat Derviş beni şaşırttı. Bu denli ince bir ruh analizi beklemiyordum. Usta bir yazar. Usta bir yogi olmalı bu kadın. İç dünyanın derinine nasıl da inmiş. Seza’nın Atıf’a karşı duyguları nasıl da gerçekçi ayrıntılarla anlatılmış. Gençliğimin tüm obsesif aşklarını yeniden yaşıyor gibi oldum. Sonra evlat kaybı. Yalnızlık. Gençlik hayalinin yerle bir oluşu… İnsanı bunalıma sürükleyen bir eser çünkü bunalımı öyle ustaca anlatmış ki Seza ne hissediyorsa siz de onu hissediyorsunuz. Eğer romanların konusundan etkileniyorsanuz, içinizi sıkıyorsa şimdi okumayın ama buhranı bile bu kadar iyi anlatabilen bir yazarın eseri sizde bir tamamlanmışlık saadeti uyandırıyorsa, buyurun Suat Derviş hanımefendinin dünyasına adım atın.

Hiç biraz önce bitti. Tam da beklediğimiz gibi bitti. Yine damağımda hoş bir tat. Mahir Ünsal Eriş’in Sarıyaz’ına devam ediyorum. O da bitsin, onun hakkında da yazarım. Şimdi ona eşlik edecek bir roman lazım. Umberto Eco’nun Baudolino’sunun başını Kindle’a indirdim. O da insanların Konstantiniye’de evlerine hapsolduğu 4. Haçlı Seferi sırasında geçiyormuş (1204). Eco romanlarını biliyordum. Başı zordur. O geçidi geçenlere, sonrasında bir gül bahçesi vaadeder Eco. Bakalım şu Kindle sample’ı hayırlısıyla bitirebilirsem, gül bahçesini de satın alırım.

Benden şimdilik bu kadar… Umarım kitap tavsiyelerim hoşunuza gitmiştir. Siz neler okuryorsunuz bu ara?

Sevgiler,

Defne.

Bu parça Κεμαλ bana babamı değil, Yaşar Kemal’i ve İnce Memed’i hatırlatır. Anlattığı da İnce Memed gibi bir Kemal’dir.

Korona Günlerinde Kitap’ için 15 yanıt

  1. Aysu 18/04/2020 / 11:45 pm

    Osmanlıdan günümüze salgınlar ve 16.yydan cumhuriyet dönemine hastaneleri okudum. Nadir kitaptan bulup aldığım 1959-60 arası Yaşamak Yolu dergilerine göz atıyorum. Bir de Özgür Mumcu Barış Makinesi. Ama onu okumadım. İlk kez kitap dinliyorum. Senden kaptım bu alışkanlığı 🙂

  2. Bahar 19/04/2020 / 12:14 am

    Defne hanım,
    Son haftalarda dağılmış gibiyim.Başladığım işler hep yarım.
    İki kitap birden okuyorum.Ayşen Şahin ‘Olay Şöyle Oldu’ ve Mine Söğüt ‘Alayına İsyan’ İki kitap da geçmiş yazılardan biriktirilmiş ama Mine Söğüt’ünki yazılarının en can alıcı paragrafları.Ben kitabın adını değiştirdim.’Alayına İsyan DEYİMLERİ.🎈
    Yunan alfabesi ile yazılmış metinleri okuyorum ve anlamasam da yazabiliyorum.
    Her gün 2 saat ders çalışıyorum.Bu yıl salgın derslerimizi
    bitirdi.Umarım
    sonbahara tekrar
    başlar.
    Anayurt Oteli beni de çok etkilemişti.
    Tanıttığınız kitaplardan bazıları ilgimi çekti. İlk fırsatta okuyacağım.
    Zamanınızı aldım.
    Günleriniz güzel geçsin.

  3. snglkyr 19/04/2020 / 3:16 am

    Merhabalar ben bir akademik çalışma yapıyorum. Yazınızı yazacağım kitaba dahil edebilir miyim?

    Windows 10 için Posta ile gönderildi

    • Kalemtıraş 19/04/2020 / 11:34 am

      Nasıl bir akademik çalışma? Hangi üniversitede çalışıyorsunuz? Bu pek akademik çalışmaya girecek nitelikte bir yazı sayılmaz. Nası bir çalışma yaptığınızı email üzerinden bana biraz daha anlatabilir misiniz? Hangi bağlamda bu yazıdan bahsedeceğinizi ve referansını nasıl vereceğinizi sumandefne@gmail.com adresine yazar mısınız lütfen?

  4. hande 19/04/2020 / 7:12 am

    Merhaba Defne Hanim,

    Ben de firsat bu firsat diyerek Anna Karenina’yi almistim kutuphane kapanmadan, onu okuyorum. Yasadigimiz kabusu geride birakip, bambaska zamanlara, cografyalara, heveslere, ve endiselere kacmak cok iyi geliyor. Gun icinde konustugum dostlara da anlatiyorum kitapta olanlari, bir nevi zoom radyo tiyatrosu.

    Sizin blog yazilarinizi da cok buyuk keyifle okuyorum. Buzluktaki baliklar gibi, gundelik, siradan olana duydugum ozlem icin.

    sevgiler

  5. Derya Aydan 19/04/2020 / 9:51 am

    Steinbeck’in Sardalye Sokağını yeniden okuyorum.

    Girişinde sokakta geçen bir günü sakinleriyle birlikte kısaca özetliyor. Sonra da hoşunuza gideceğini tahmin ettiğim böyle bir paragrafla asıl bölümlere geçiyor:

    “Deniz canlılarını toplarken bazen öyle narin solucanlara rast gelirsiniz ki zedelemeden, bir bütün halinde yakalayıp bir yere koymanız neredeyse olanaksızdır. En hafif dokunuşun altında bile ezilip dağılıverirler. İşte böyle narin canlıların bıçağınızın kenarına kendi rızalarıyla çıkmalarını beklemek gerekir. Nazlı nazlı kıvrılıp bükülerek bıçağın sırtına yerleştiklerinde bıçağınızı deniz suyuyla dolu şişenin içine daldırır, onları suya bırakırsınız. Belki bu kitabı da benzeri bir yöntemle yazmalı; sayfaları açıp öykülerin kendiliklerinden gelip kitaba yerleşmelerini beklemeyim.”

    Sevgiler, güzel günler dilerim. İyi ki bloga yazmaya da geri döndünüz, merak etmiştik hakikaten. ☺️

    • Kalemtıraş 22/04/2020 / 6:41 pm

      Gerçekten çok sevdim bu alıntıyı. Tam da şu ara bir öyküyle uğraşıp duruyorum. Belki bıçağın sırtına yerleşmesini beklemeliyim. Teşekkür ederim! 🙂

  6. dusunenblogg 20/04/2020 / 2:52 am

    Ben, önceden çok boş kitaplar okuduğumu edebiyatı öğrendikten sonra anladım ama edebi eserleri okumak istediğimde de üniversiteye hazırlandığım için okumaya vakit olmuyordu. Şu an ise elime okuma fırsatı geçmişken baya uzun zamandır istediğim ama cesaret edemediğim islam kitabı olan kurana vermek istedim. Belki bir kaç ay sürer koca bir tefsir cildini anlayıp, bitirmek. Ama tefsir bittikten sonra ise neredeyse bütün önemli edebi eserleri okumak istiyorum inşallah.

    • Kalemtıraş 22/04/2020 / 6:42 pm

      Kolay gelsin. Eminim ışık ve bilgi dolu bir tecrüne olacaktır.

  7. AdemDuygu 20/04/2020 / 11:17 pm

    Ben Harvard Business Revew – Girişimcinin El Kitabı’nı aldım. Elon Musk kitabı da bitirilmeyi bekliyor…

  8. -Neslihan K 20/04/2020 / 11:49 pm

    Ne iyi etmişsin paylaşmakla. Kitaplarda buluşalım.
    Alice Munro’nun öykülerini, özellikle Bazı Kadınlar’ı çok sevmiştim. Mahir Ünsal Eriş’i de.
    Ben yolun başında konsantre olmakta zorlandım, ama ısrar edip okumayı bırakmadım. Svetlana Aleksiyeviç’in Çernobil Duası ile girdim korona dönemine. Hem cuk oturdu hem de hazımda zorladı. Ardından Storytel’den Hakan Günday’ın Malafa’sını dinledim. Ve açıldım. Cahide Birgül Geceye Uyananlar bir ilk tanışıklık oldu, keşke hayattayken keşfetseymişim, çok beğendim. Diyaloglar’dan not aldığım William Maxwell Hadi Yarın Görüşürüz’ü okudum, kısa ve sıkı bir geçiş oldu. Ian McEwan Benim Gibi Makineler’le sevdiğim bir evrene girdim, yaratılmış Adem ve Havva androidleriyle insanın kendini yaratma ve yoketme isteğini sorguladım. Ve altın vuruş, en son, çok uzun yıllardır beklettiğim Arundhati Roy Küçük Şeylerin Tanrısı’nı bitirdim. Türkçe kitaptan okumama rağmen arada dayanamayıp bir iki bölümü Hint asıllı bir İngilizin sesinden orijinal dilinde yine Storytel’den dinledim. Hala Ayemenem’deyim, etrafa bakınıyorum.
    Ama kulağıma şöyle bir su kaçtı. Bir yenisine henüz başlamadığım şu birkaç gün içinde Murakami’nin bir öyküsünden uyarlanan Burning filmini seyrettim ve filmdeki William Faulkner referansları merakımı kabarttı. Şimdi mahalle kitapçımızın da teşvikiyle iki romanını ısmarlamayı bekliyorum. Sevgiler…

  9. defnemoms2020 22/04/2020 / 3:40 pm

    bende üniversitede okuduğum ancak bazı kitaplarda olur ya hayatının bazı dönemlerinde tektat oumak istersin öyle işte 30 larımın başında tekrar GOETHE nin FAUST unu okumak istedim ve okuyorum. üzerindne çok zaman geçmiş ssanki ilk kez okuyorum ama bir yerlerden tanıdık bir şarkı gibi biraz daha fdinlesem hah hatırladım diyecek gibi okuyorum. çok iyi geliyor eskileri tekrar okumak.

  10. Kalemtıraş 22/04/2020 / 6:48 pm

    Biliyor musun Arundhati Roy Küçük Şeylerin Tanrısı benim en sevdiğim romandır. Yani bir ıssız bir adaya düşecek olsam mutlaka yanımda götüreceğim birincik kitap odur. Hiç abartmıyorum 6 veya 7 defa okudum. Audible’da da var, şehirde bisikletle gezerken rasgele bir yerden başlar, dinlerim. Her defasında hayranlığım artar. Sana tavsiyem ingilizcesini bir daha oku. Kurguyu bildikten sonra okumak muhteşem oluyor.
    Faulkner’le ben bu yaz pek haşır neşir oldum. Sana da başarılar dilerim! 🙂 Diğer kitap önerileri için de teşekkürler. Ben de onlara bakacağım. Bu arada ben Baudolino’ya başladım. Bir de Şermin Yaşar Gelirken Ekmek Al.
    Rüyamda seni gördüm ayrıca. Ben senin evinde uzun zamandır kiracıymışım. Şimdi taşınıyordum. Koliler vs. Bir de sana ayıp olmasın diye evi yeniden boyatıyordum ama o sırada mutfağın duvarı çöktü! Neyse canım yabancı değil ya, dedim, anlatırım, anlar! Ne diyorsun? Sabah uyandığımda senden mesaj vardı burada.

    • -Neslihan K 25/04/2020 / 1:14 am

      Hah ha! Rüyan yüzümü güldürdü Defne, bayağı sesli hem de. Bugün ihtiyacım vardı, çok sağol.☺️Ben de çok dağınık karışık ev ve taşınma rüyaları görüyorum,
      iç evlerimiz karışık olunca normal herhalde. Ama o mutfak duvarı çökmeyecekti bak!😅
      Faulkner’la bir maceraya gireceğiz anladım, bakalım kısmet. Şermin Yaşar’ı bilmiyordum, bakacağım, teşekkürler.
      Küçük Şeylerin Tanrısı da tekrar tekrar dönmeyi hakediyor, haklısın. Benim en büyük zaaflarımdan biri geri dönüp tekrar okumamak olabilir; yeniye, okumadıklarıma o kadar iştahım var ki..
      Bu arada eskilerden bir de Paul Auster Timbuktu’yu okuduğumu yazmamışım. Hayvan hikayeleri bana hep dokunuyor, hele köpekler. Bir Brezilyalı yazarın kitabı geldi aklıma şimdi, Daniel Galera’nın Kana Bulanmış Sakal’ı. Esas konu köpek ekseninde değil ama..Uzatmayayım, ona da bayılmıştım, tekrar okumalık.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s