Dün gece rüyamda yine uzaylılar tarafından kaçırıldım.
Biliyorum bir başkasının rüyasını dinlemek, bir başkasının seyahat resimlerine bakmak kadar sıkıcı bir şey. Ancak bu yazıya giriş olsun diye, müsadenizle kısaca size dün gece gördüğüm rüyadan bir kaç alıntı yapacağım.
Pilimin ömrü bitmek üzereymiş. Son çeyreğine gelmişim.
Mir uzay üssü misali bir gemide, çeşitli testlerden geçiriliyorum. Ben ve diğer türdaşlarım steril bir ortamda, ameliyat masalarında yatmışız, tavanda dans eden mavi mor çok boyutlu ışınlara tabii tutuluyoruz. Işınlar radyoaktif. Ömrümün son çeyreğine vardığım ortaya çıkınca, uzaylılar beni salıveriyorlar. Onlar kaliteli genleri topluyorlarmış, ben dünyaya dönebilirmişim. Ben hem üzgün (çürük çıktım diye) hem de kızgınım (radyasyonu dayadılar diye ). Uzaylılar beni avutmak için şunu ekliyorlar veda sözlerine:
“Evet pilin bitiyor ama bitmeseydi de zaten biz yakında sizin gezegeni işgal edip bütün yaşama son vereceğiz. En kaliteli genlerle yeni bir yaşam başlayacak dünyada. O yüzden çok da ciddiye alma”.
Sabah 9:22. Berlin Mitte’de sessiz sakin bir kafedeyim. Emma hocam ile yaptığımız dersten sonra bisikletime atlayıp buraya geldim. Güneşli ılık bir sabah bu. Bahar bu. İstanbul’da bekleye bekleye bir hal olduğumuz bahar Berlin’e gelmiş. Parklar, bahçeler renk renk çiçek açmış, genç kızlar tiril elbiselerinin altına espadrillerini geçirmişler, mahalle kahvesinin kaldırım masalarında güneşleniyorlar.
Ben bahara rağmen içeride oturuyorum. Ne zamandan beri içeriyi dışarıya tercih eder oldum bilmiyorum. Şu aralar, tepemde tavan, bir tarafımda duvar olmadıkça huzur bulamıyorum!
Dışarıda herşey ne kadar sıradan görünüyor! Önümdeki meydanda metrodan çıkan insanlar işlerine yürüyorlar. Acelesiz, ikili üçlü gruplar halinde sohbet ederek. Kafelerin meydana indirdikleri masalarında işten önce son bir sigara molası vermek için duraklayanlar da oluyor. Hayat akıp gidiyor. Oysa hepimiz biliyoruz ki dünya bir girdaba girdi ve sona doğru sürükleniyor.
Kıyamet rüyaları sizde de başladı mı?
Son iki yüzyılda insandan bir canavar çıkmasını seyrettik. Canavar doğayı katletti ve gökyüzünü deldi, çocukların diri diri toprağa gömülmesine fırsat yarattı ve dolaylı/doğrudan sorumlu olduğu toplu katliamlara omuz silkti. Çürük genlerden mi?
Puranalar’ın (M.Ö 500’lerden kalma, var ve yokoluşu anlatan Hindu metinleri) yokoluşu anlatan bölümlerinde şöyle bir cümle var: Dünyanın kıyamete doğru sürüklenmesi ırklar ve kastların birbirine karışması ile başlayacak.
Fransız devriminin eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ilkesi ile Amerika Birleşik Devletleri adlı dev proje tam da ırklar ve kastların birbirine karışmasını formülü üzerine kurulu değil mi?
Ama durum canım. Suçlu değiliz hiç birimiz. Kainatın kendi döngüsü bu. Puranalar bunu da söylüyor. Bir söyleyen onlar olsa yine iyi…
Kıyamet günü. 2012. The Age of Acquarius. Kali Yuga’nın sonu. Ve önce gökler kararacak, ardından okyanuslar siyaha bulanacak demiş Mayalılar. Sular dağlara kadar yükselecek ve yerler ve gökler sallanacak.
İzlanda’da patlayan volkan, Meksika körfezine yayılan BP’den yayılan petrol, ardı ardına gelen Yeni Zelanda, Çin ve Japonya’da depremleri ile Tsunami…
Bu hayatı çok da ciddiye almamalı.
Kısacık dünya tarihinde bile kaç defa insan ırkının soyu tükenmeye durmuş da, yeniden üremiş. İlk buzul çağı. 100.000 yıl önce. Canlıyı cansızı dondurmuş. 26.000 yıl sonra, ortalık tuz buz iken Sumatra’daki Toba volkanı öyle bir patlıyor ki dünya altı yıl boyunca güneş yüzü görmüyor. Ortalık kül, duman…52.000 yıl önce ani bir global ısınma ile bütün buzlar eriyor, bu sefer de sular seller götürüyor dünyayı.
Can yine de tükenmiyor. Yine, yeniden akacak damar buluyor!
***
Uçmaktan korkuyorum. Yüksekten korkuyorum. Uçakta iken uçtuğumu aklıma getirmemeye çalışıyorum. Hava boşluğuna düştüğümüz her sefer ağzımdan okkalı bir küfür kaçıyor. Ölmekten korkuyorum.
Oysa ki uzaylılar haklı. Pilimin son çeyreğine varmış bile olsam, ihtimal o ki son çeyrek tamamlanmadan bir doğal afet yalayıp yutacak beni. Dev bir meteoru teğet geçmişiz 48 saat farkla, haberiniz var mı? (Olmayabilir çünkü bize haber diye sunulanlar bizi yönetenlerle ilgisi olamayan politika, futboldan ibaret spor ve temel ihtiyaç/arz düzlemine dair bir satır içermeyen ekonomi ile canavarı besleyen shopping fest’den ibaret).
Dünya bu hızda sona doğru sürüklenirse eğer, sonumuz, biz yolda yürürken, ya da işte bir sigara için yol üstündeki kafeye yerleştiğimiz anda gelecek. Son bir kaç yıla bakınca anlıyorum ki dünyanın sonu böyle aniden hepimizi yutacak bir dalga halinde değil, parça parça biraz doğal afetler, biraz insan ürünü canavarın eliyle (nükleer sızıntı örneğinde olduğu gibi) gelecek. Sona kalanlar da susuz, ozonsuz, bağışıklık sistemsiz halleri ile yutulacaklar.
Sonra herşey yeniden başlayacak. En sağlam genler bir yolunu bulup yaşayacaklar çünkü.
Benim uzaylılar haksız mı şimdi?
***
Diyelim bu senin son sabahın –
biri yavaşca fısıldıyor buna kulağına;
sen de içine sindirmeye çalışıyorsun
bu gerçeği
ve yavaş yavaş değişiyor bakışların.
Zamanla ilgili bir değişim bu.
Yaşanacak zaman, ölünecek zaman.
Gülümseyerek “Zaman halleder her şeyi”,
diyorsun kendi kendine.
Oysa ne zaman kalmıştır artık senin kaderini
bağışlayacak,
ne sevdiklerine selam yazacak bir kurşunkalem,
Sen gene de o sevdiğin atlasları aç,
gidemediğin adaların adlarını hecele
o uçsuz bucaksız denizlerde
son soluğunla.
Gece, gündüz, yaz, kış
ve araya giren baharlardı
hiç unutamadığım.
Cevat Çapan, O Uçsuz Bucaksız Denizlerde. Sözcükler Mart-Nisan 2011/2.
Ben de bi ara ucakten cok korkardim, hala ara ara uzun sure ucmayinca tedirginlik coker.. Eski is yerimde de espirili, Kanadali bi patronum vardi. Bana “Ucak kazasinda olmenle, meteor carpip olme ihtimalin ayni” demisti. Ben de baya rahatladigimi soyledim, rahatlamistim hakkaten, sonra patronum kahkahalarla gulmeye basladi. “Hayirdir” dedim “noldu?” o da “sana simdi meteor carpsa olsen ne guleriz” dedi… O da olacakmis nerdeyse bak…
Bir de gercekten bu haber, politika anlayisini hala cozebilmis degilim, mesgale niyetine tutunup sanki orda uyusuyor insanlar…
Kalemine saglik..
Defne,
Biraz evvel uzaylilarin varligini cok basit bir bicimde anlattigini dinledim bir bilim adaminin.
Bir karinca dusunun, karincanin yurudugu yolun yakinina yeni, buyuk bir yol insa ediliyor. Siz gidip karincaya bu yolun neden insa edildigini anlatirmiydiniz?
Anlatsaydiniz karinca anlar miydi?
Tek bildigim her saniyemi yeniden sorgulayarak ve kendi ic sesimi dinleyerek o an olecekmisim ama olumum sadece fiziksel olacakmis gibi yasamak.
Cunku beynimizi, hayatimizin sonlanacagini dusunerek programlayip oyle yasiyoruz.
Bence kucuklugumuz burada.