
Biraz önce Zeynep Çelen ile vedalaşırken ”yazalım” dedik. Hemen bugün yazalım. ”Ne yazalım?” diye sordum. Birbirimize bakıp düşündük. Cihangir’in bir ara sokağında , mor bir çam ağacının süslediği bir vitrinin önünde duruyorduk. Aklıma geçen yaz okuduğum Yaratıcı Yazarlık kitabından bir cümle geldi. ”Bir yerden başlayın” diyordu o kitabın yazarı. ”Ne yazacağına çok kafayı takmadan, önünüzde duran bir şeyi tasvir ederek başlayın”. Yazı sizi bir yerlere götürecektir. Başlamadan aslında ne yazacağınızı asla bilemezsiniz.
Benim önümde bir mor çam ağacı, bir de Zeynep Çelen duruyordu. Zeynep’den başlamaya karar verdim.
Zeynep benim yeni arkadaşlarımdan. O da tam zamanlı yoga hocası ve aynı okulda ders veriyoruz. Aynı yıllarda aynı üniversitede okumuş, paralel zamanlarda yogaya sevdalanıp biricik üniversitemizin bizlere vaad ettiği altından kaplı kariyer yolundan , şimdi ilerlediğimiz patikaya dümen kırmışız. Zeynep’in çin porseleni şeffaflığında bir teni, öndeki minicik bir tutamındaki iki üç tel kırların iyice belirginleştirdiği gür siyah saçları, kocaman siyah gözleri var. İlk bakışta kırılgan gibi görünse de bedeni, ince boynunun üzerinde dengede duran başının asaleti derinde sağlam bir çekirdek taşıdığının habercisi.
Yıllar önce bir ders öncesi keşmekeşinde görmüştüm Zeynep’i. İkimizin de öğrenci olarak katıldığı dersi kim veriyordu hatırlamıyorum. Hatırladığım, ders başlamadan önce sınıfta hiç alışmadığım tarzda bir gürültü, bir hareket, kahkahalar, şapur şupur öpüşmeler, ayyyy naaaabeler olduğu idi. Bir de en önde oturan kırmızı pantolonlu genç kadın. Arkasında kopan kıyametten bağımsız, rahat bir bağdaş kurmuş, gözlerini kapamış, dersden önce kendine kapanıyordu.
David’i dürtüp sordum ”Kimdir bu?” diye.
Zeynep Çelen’miş.
Geçen yıllar içinde ikimiz de eğitimlerimizi sürdürüp, bilgilerimizi aynı yolun yolcusu öğrencilerimize aktarmaya başladık. Hocalarımdan aldığımız eğitimler de sürüyor. O da, ben de her yıl bir kaç defa kıtaları aşıp hocalarımızın yanında gidiyoruz. Her eğitimden kendimize dair keşiflerimiz ve yoganın potansiyeli başımızı döndürmüş bir halde dönüyoruz. Bir de yazıyoruz. O bir köşede, ben bir köşede. Zeynep bir bilimkadını. Genetik mühendisi. Ben toplumbilimciyim. İkimiz de yoga bilgisini mesleki bilgilerimiz ile harmanlayıp yeniden üretmeyi deniyoruz. (Zeynep’in yazılarını http://zeynepcelen.wordpress.com sayfasından okuyabilirsiniz. )
İzleyen yıllarda dosta doymuş, tek başınalığa aç insanların temkinli adımları ile birbirimize yaklaştık Zeynep ile.
Şimdi Zeynep Çelen benim yeni arkadaşlarımdan. Artık yeni arkadaş edinmek kolay olmuyor. Eskilere bile vakit ayırmak zor iken yenileri yakından tanımaya üşenebiliyor insan. Enerji vermek gerekiyor yenilere. Yanlarında yayamıyorsunuz öyle hemen. Söylediklerini dikkatle dinlemek, bir yanlış yapmamak için ekstra çaba göstermek gerekiyor.
Yanyana büyüdüğümüz eski dostlar ise akraba gibi oluyorlar bir zaman sonra. Yıllarca evli kalmış karı kocalar gibi tanıdık olanın rahatlığında gevşiyoruz eski dostların yanında. Aylarca görmediğimiz bir eski dostun kanepesine yayılıp, sohbete kaldığımız yerden devam etmek eşsiz bir güven!
Yeni dostluklarda ise bu güven yok ama taze bir his ve sonsuz bir merak var. ”Bütün dostluklar aşk ile başlar” demişti bir keresinde galiba aşık olduğum bir kadın. Krişnamurti aşk (sevgi) özen göstermektir demiş. Ben buna bir de ”aşk (sevgi) merak etmektir”diye ekleyeceğim. Hayatımda yeni bir dostluk filizlenirken ben merak ediyorum. Nasıl yaşar, ne hissederler? Sİnirlenince nasıl küfrederler? Onları en çok ne yorar? Hangi kitabı birden fazla okumuşlardır? Rüyalarını hangi dilde görürler? En çok neden korkarlar? Bir yakınları ölmüş müdür? Sabahları konuşmayı mı susmayı mı severler? Kendilerinden bir şey istendiğinde evet mi demek daha kolay gelir, hayır mı demek?
Hayatıma yeni girmiş bir insanın varoluş haritasını milim milim keşfederken, yeni bir kitaba başlamışım gibi heyecanlanıyorum.
Yeni dostluklarda yenilenen bir yaşam gücü var.
ve galiba…
Yavaş yavaş ölüyor yeni dost edinmeyenler…
Benden bu kadar. Devamı Pablo Neruda’dan gelsin:
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
müzik dinlemeyenler,
vicdanlarında hoş görmeyi barındırmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler,
İzzetinefislerini yıkanlar
Hiçbir zaman yardım
istemeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklara esir olanlar,
her gün aynı yolları
yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve
değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
girmeyen,
veya bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan
kaçınanlar,
tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar
yavaş yavaş ölürler.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet
değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk
almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
dışına çıkmamış olanlar.
Yavaş yavaş ölürler.
(Bak sayende benim yazım çıktı bile Zeynep! İyi ki varsın! )
Merhaba, tam bloğuma yazmakla ilgili bir alıntı koyup kapattığımda mailimde sizin yazınızı gördüm. Bloğunuzu iki hafta önce keşfettim, yazılarınız bana o kadar hitap etti ki, hemen mail listenize kaydoldum, yeni yazılardan haberim olsun diye.
Ben Denizli’de yaşıyorum. Hayatımda hiç yoga yapmadım ancak yapmayı çok istiyorum. Bir iki saat önce Denizli’de yoga yapabileceğim bir yer var mı diye araştırırken Denizli’de ilk defa çok yakında bir yoga merkezinin açılacağını öğrendim, çok sevindim.
Pablo Neruda’nın şiiri en çok sevdiğim şiirlerden biri özellikle son kıtasına istinaden ben de Türkçe öğretmenliğini bırakıp öğrenci koçluğuna başladım.
Geçenlerde sizin yazılarınızdan birinde mesleğinizi diğer insanlara söylerken onların ne düşünecekleri ile ilgili hassasiyetinizi gülerek okumuştum. (Hani taksici soruyor….)
Geçen gün 9 yaşındaki oğlum bana şöyle dedi: “Anne senin mesleğini sorduklarında öğretmen deyip geçiyorum, şimdi öğrenci koçu desem, bir sürü anlatmak gerekecek”
En iyisini yapıyorsun dedim ben de.
Bu arada yeni arkadaşınızın sitesine de baktım hemen. Onun da arşivindeki şu yazısı “Duyguyum, Duygusun, Duygu” hemen dikkatimi çekti. Acaba daha iki gün önce “Farkındayım, farkındasın, farkında” diye bir yazı yazmış olmam hasebiyle mi:)
Yeni dostluklar, taze başlangıçlar güzeldir. Sevgiyle kalın…..
Aysun
heh heh heeeee…. Yoga yine var yazında…. 🙂
Harikaydı
Yazılar zaten cok guzel bir de hayatımdaki olaylarla çakışması yok mu tadından yenmiyor 🙂 sizi cok seviyorum 🙂
Defne Hanım,
Ne güzel bir yazı çıkmış ortaya. Söylediklerinize çok katılıyorum. Emek verip, düzenli şekilde zaman ayırabildiğinizde her yaşta ve her yaştan dost edinebiliyorsunuz. Ben en iyi dostlarımı (hem kadın hem erkek) kırk yaşından sonra edindim. Yaş ilerledikçe, herhalde insan gençlik yıllarına göre daha az yargılayıcı olabiliyor. Farkındalığınız arttığı için belki de, sınırlarınızı biliyor, sınırlarınızı koruyorsunuz. Nerede durduğunuzu biliyorsunuz. Bundan dolayı herhalde, yeni dostlarla iletişim çok rahatlıyor ve beklentisiz sevebiliyorsunuz karşınızdakileri. Yani demem o ki, hangi yaşta olursanız olun, yeni insanlara hep aç(ık) olmak gerek. Şiirin de öğütlediği gibi. Birbirimizin aynasıyız sonuçta. Güzel dostluklara, sevgiyle…
30 yaş sonrası edinilen dostluklar çok sağlam olanlardanmış…eskisi kadar vakti olmadığı için çok ince eleyip sık dokurmuş insan 🙂
Ben de Cihangir Yoga blogdan tanıyorum sizi.Umarım bir gün beraber Yoga yaparız.
Sevgiyle,
Hande
Ben ne kadar şanslıyım!!!…Ne kadar şanslıyım!!! o mor ağacın önünden çekildikten sonra ne yazı yazabildim, ne de verimli bir iş yaptım, hatta hayıflanıp durdum, kendime kızdım, yine yapmadın diye. Ama yazını okuduğumdan beri içimde bir hafiflik, bir mutluluk, şaşırıyorum kendime…Belli ki bünyemde, dostluğunun verdiği mutluluğun yerini binlerce yapacağım iş/yazacağım yazı tutamaz. Nasıl bir mutluluktur bu? 🙂
Ne guzelmis Neruda’nin siiri…