Geçenlerde beni utandıran bir duruma düştüm. İlk defa dersime gelen bir öğrencinin tıbbi bir sorunu vardı ve ben hareketlere katılmalı mı, yoksa arkada oturmalı mı karar veremiyordum. Kararsız kaldığımda daima hocalarıma danışırım. Ama bu sefer zaman dardı. Ders başlamak üzereydi. Öğrenci karşımda duruyordu. Hiç yapmadığım bir şeyi yapıp hocama whatsapp mesajı yazdım. Yanıt hemen geld: Öğrenci hareketleri yapmamalı, arkada oturup dersi izlemeliydi. Ders başlıyor diye ben telefonu oracıkta bırakıp, stüdyoya girdim.
Bir kaç hafta sonra aklıma başka bir soru geldi. Hocama e-posta yazdım. Yanıtının başında kısa bir not vardı: Bir daha ona mesaj yolu ile akıl danışırsam en azından kısaca bir teşekkür notu yazabileceğime dair. Bunu görünce ben bilgisayarın karşısında kıpkırmızı kesildim. Sanki hocanın huzurundaydım ve haklıydı, o gün telaştan ona teşekkür etmeyi bırakıp, yanıtını öylece bırakıp gitmiştim. E-postayı yanıtla tuşuna bastım. Yanıtım hazırdı. O kadar hazırdı ki, sonradan bu konu üzerinde düşünmeye başladığımda hiç tereddütsüz yalan söyleyebilme yeteneğimden korktum. Evet, yanıtım bir yalan olacaktı. Ama ne yapalım? Mecburdum. Yalan yanıtımda şöyle diyecektim: “Hocam kusura bakmayın, mesajı yazmışım da gönder tuşuna basmayı unutmuşum. Orada duruyormuş. Bakın şimdi yazdım, telefonunuza düşmüştür.” Ve sonra da tabii hemen whatsapp’a bir (sözde unutulmuş) teşekkür mesajı yazıp hemen gönderecektim.
Hoca buna inanır mıydı? Bilmiyorum. Önemi var mı? Önemli olan benim utanç denen duyguyla karşılaştığım her durumda derhal yalana sarılıyor olmam. Geçmişim ve şimdim irili ufaklı yalanlarla bezeli. Kimseye bir zararı yok. Beyaz yalan. Ama yalan. Hepsi kendi paçamı kurtarmak için söylenmiş. Çoğunlukla insanlar bana kızmasın, benden hoşlansınlar, beni sevmeye devam etsinler diye.
Psikologlar sorarlar ya: Kendini bu ve benzeri bir durumda ilk defa bulduğunda kaç yaşındaydın? (Just like when?) Ben ilk anılarımda dahi yalan söylüyorum sevgili okurlar. Babamın pillerini şarj ettiği cihazın arkasındaki voltaj düğmesiyle oynadığım için bozulmuş. Ben dokunmadım diyorum. Saçlarını yıkamam yasak olan bebeğimi küvette yüzdürmüşüm. Yıkamadım diyorum. Bir arkadaşım hakkında ettiğim fena laflar kulağına gitmiş, hayır ben söylemedim öyle şeyler diyorum. Üniversitede araştırma görevlisi olarak çalıştığım yıllarda uyanamadığım için sabah ofise geç kalıyorum. Arabam yolda kaldı, diyorum. Tatilden iki gün geç geliyorum. Uçağı kaçırdım. Çoktan dolmuş bir kursa kaydolmak için hocalara yalvarmak zorundayım. Ben zamanında başvurumu yapmıştım, sizin elinize geçmemiş diye tutturuyorum. Sokaklarda boş boş gezinmek istiyorum. Kocama işim var dışarıda diyorum.
Hayatım boyunca söylediğim bu tarz yalanları uç uca ekleseniz dünyayı dönersiniz. Ben bu işte ustayım. Ne zaman, nasıl ustalaşmışım? Kim bana paçamı kurtarmak için ise yalan söyleyebileceğimi öğretmiş? Ben bunun zararsız bir şey olduğuna neden inanmışım? Yoksa bu sadece bana özgü bir şey değil de biz paça kurtarmak için söylenen yalanların mubah olduğuna inanan bir toplum muyuz?
Şimdi diyebilirsiniz ki –ve eğer yukarıda saydığım önermelerden sonuncusu doğruysa- bunda ne var canım? Kimseye zararın dokunmuyor ki bu yalanları söylediğinde? Diyebilirsiniz tabii. Haklısınız. Ben de yıllarca kendime böyle dedim. Bu yalan sayesinde filancanın kalbi kırılmıyor, bunun sayesinde içim rahatlıyor, bu minik, tatlı, beyaz yalan bana bir kaç saat özgürlük veriyor, bu ise zaten yalan bile sayılmaz gerçeğin bir kısmı…
Evet bunda ne var canım?
Bunda şu var: Gerçek olmayan bir gerçeğin kurgulanması iki insan arasındaki bağı kirletiyor. Beyaz da olsa, gri de siyah da olsa yalan yalandır. Kurulmuş, kurgulanmıştır. Utancı usul usul ilişkiye sızar, en zararsız görünen yalan yüzleşmenin yerine geçtiğinde ilişkiyi zehirler.
İnsanların sanal alemde yarattıkları sahte kimlikleriyle birden fazla hayat yaşadıkları günümüzde inatla hakikati savunmak cılız ve beyhude bir gayret gibi görünse de ben özgürlüğün utançtan kurtulmakta, sevilmeme kaygısıyla yüzleşmekte ve bunun için de dürüstlükte yattığına inanıyorum. Her zamanki gibi işe mikro mücadele ile kendi içimde başlıyorum. Benim çekirdeğimden etrafa, size yayılacağını umarak.
Kendime şöyle diyorum: Paçanı kurtarmak ya da birilerini kırmamak adına kurguladığın hikayeleri bir yana bırakıp, hatanın sorumluluğunu teknolojiye, ona, buna, şuna, “normalde hiç yapmam da bu bir istisna” bahanesine, atmayıp da tastamam üzerine alsan, özür dileyip yola devam etsen utanç mı büyür içinde, yoksa özgürlük mü?
*Bu yazının ilk hali Yoga Journal Türkiye‘nin 20. sayısında çıkmıştır.
Selam,
Yazıyı okudum ve yaklaşık 9 sene önce kendi verdiğim söz aklıma geldi 🤗 tam da bu konuda… ve demiştim ki “-işte şimdi özgürsün Zerrin”. Kaleminize sağlık.
Sevgiler
Zerrin Taşkıran
Kalp kalbe karşı! Teşekkürler Zerrin.
Çok güzel zamanlama ❣️ Teşekkür ederim.
Öyküm.
Öyküm Çelik Sade Yoga
Çok cesur ve tam zamanında !
Kişisel duygulardan ve yaşanmisliktan çıkıp aslinda genelin,herkesin icinde bulundugu durumu anlatan bir yazi olmus. Sahsen kendimi buldum,beni anlatmis dedim. Son derece durust ve etkileyici bu yazi icin tesekkur ediyorum..
Bu coğrafyada doğmuş ya da büyümüş her kız çocuğunun ilk öğrendiği şeydir bu. Dönüştürmek fark etmekle başlar, teşekkürler paylaştığın için.
Sizin de düşündüğünüz gibi, ilişkilerde zehir etkisi yapar.
Ruhun huzura kavuşması için net olmak en iyisi galiba?
Arkadaşınızın babası için size ve aileye sabır diliyorum.
Kucak dolusu sevgi.🐾🐾
nice
Paylaşımınız için teşekkürler
doğru söylemek gerçekten özgürlük, o söylediğin yalanı takip etmek, ne konuştuğunu hatırlamaya çalışmak, gerçek miydi yalan mıydı ikileminde kalmak ne yorucuymuş.., doğru ile yalan öyle bir karışıyor ki bir süreden sonra, beyaz da olsa yalan söylemekten utanmıyor insan. biz de biraz da sindirilmiş, mücadeleden korkmak var sanırım. bilmem belki de genelleme yapmışımdır. çünkü gerçeği söyleyebilmek güç gerektiriyor, bazen yalnız kalmayı göze alabilme gücünü gerektiriyor, bazen de sadece sonuca ulaşmak için kurnazlık yapmak daha kolay geliyor.. ama doğruyu söylemek güç istiyor. o güç de insan da gelişen bir şey bence. kendini sevdikçe, kendini kabul ettikçe, mükemmel olmaya çalışma hastalığından vazgeçmekle geliyor. çok yorgunum. aslında daha sakin kafayla yazmak isterdim.
Ben de çok yalan söyledim ya iş yerinde müdürlerime ya da aileme , kaybetme korkusu yüzünden ve bana kızacaklar diye , arkadaşlarıma söylemezdim onlara hep gerçekleri söyledim çünkü gitseler de kalsalar da pek bir önemi yoktu benim için , yalan söylerken karşındakini aptal yerine koyduğunu düşünüyor insan fakat en çok kendini kandırıyor
Doğrularını bildiğimiz yalanları dinlerken kaybettik biz , şimdi doğruları duysak ne olur dostum agzına sağlık.
Hocam senin de söylediğin gibi yalan biraz özgürlük sağlıyor. Hatta yalan özgürlüktür desem abartmış olmam. Temeli boşluk olan bir özgürlüktür ama özgürlüktür işte… Vicdani olarak sıkıntılı bir durum olabilir ama toplumsal olarak, yalan söylemek, ilerlemek demek… İstediğin işi, adamı ya da kadını elde etmek demek, iktidar demek, güç demek…
Vicdani sıkıntı özgürlüğün tam karşıtıdır.
İnsanların reel dünyasının iç dünyası olduğu adına muhteşem bir yazı.orada konuşur,orada düşünür,orada inanır ve orada severiz aslında.Şimdi dönmeli çocukluğa,her şeyi herkesi affedip sevgi sözleri iliklemeli yüreğe…
Gözlerin görmek istemediği zihninin elvermediği şeyleri yaşamaya mahkumdur insan bazen herşey iradeniz dışında gerçekleşir ve bunu yaparken binlerce terettüde düşersin ama onu her ne olursa olsun yapacaksın başka çare yoktur düşünmek o an için herşey bittikten sonra devreye girer bu da hayatın bir gerçeği olsa gerek
çok haklısınız.