
Bizim balkondan sizinkine selam olsun!
Şimdi siz sanıyorsunuz ki bizim burada sokaklar bomboş. Sokağa çıkma yasağı ilan edildi ya… Hayır, aksine. Bizim şu karşı kaldırım hiç böyle kalabalık olmamıştı. Koşanlar, bebek gezdirenler, bisiklete binenler. Aileler, çiftler. Görmeyin yani! Evden çıkmak için bir numaraya bir mesaj gönderiyorsun. Kodlar var. Doktor için 1, eczane için 2, bakkal manav için 3, spor için 4, köpek gezdirmek için 5 gibi. Adresini ve adını da yazıyorsun, sana bir onay mesajı geliyor. Sonra o mesajı çantaya, kendini de sokağa atabilirsin ki milletin durumu da bu benim gördüğüm. Hava da nasıl güzel. Kuşlar cıvıl cıvıl. Erikler, bademler, kirazlar çiçeklendi. Dünkü mektubuma iliştirdiğim fotoğrafta da bizim balkonun önündeki kiraz ağacı vardı.
Kokia dün gece hiç uyumadı. Avrupa’da Pazar günü yaz saati uygulamasına geçildi. Türkiye’deki dostlar ile aynı zaman dilimine geldik. Bir saat ne değiştirir demeyin, bizim zaten tepetaklak olmaya pek müsait kırılgan korona/yüksek ateş rutinimizi iyice dağıttı. Kokia 4’e kadar uyuyamadı. Ben de yanında. Sağa çevir, sola çevir, otur, olmadı, yatır, aşağı çek, çok oldu, yukarı it derken ikimiz de uyku yüzü görmedik. Nihayet sabaha karşı 4’de salona geçip, yemek masasına koyduğumuz bir yastığa başını dayayarak uyumayı başardı. Yüksek ateş, MS hastalarının sinir sisteminde yeni hatları da yakabiliyor. Umarım ellerini, kollarını etkilememiştir bu durum ve iyileşince eski kısıtlı gücüne kavuşur.
Ateşten söz açılmışken ateş elementi ile ilgili bir kaç şey söyleyeyim. Sonra yemek ve yoga konularına da kısaca değineceğim. Sormuşsunuz.
Hatha Yoga gökcisimleri ve evreni oluşturan elementlerin insana etkisini araştırır. Kadim çağlardan günümüze erişen asana, pranayama ve meditasyon çalışmaları elementlerin düzenlenmesini hedefler. Bir elementin fazlası varsa (örnek suyun fazlası nem olur, insanı fiziken ve zihnen ağırlaştırır) ondan arınmanın yolu asanalardan geçer. Nefes havadır, agni ateştir, ses uzaydır vs. Nefesin belirlediği ritim ile yapılan asanalar toprak, su, ateş, hava ve uzay elementlerini harekete geçirir. Bu elementler içinde ateş, yani agni, ince bağırsakta bulunur. Ellerin ve ayakların ısınmasını sağlar, gözlere ve tene ışıltı verir, besinlerin ve bilgilerin sindirilmesini sağlar. Gereğinden fazla besin ve gereğinden fazla bilgi agniyi boşa harcar, bitirir.
Ateşi keşfettiğinden beri insanevladı ateş tarafından büyülenmiştir. İnsanlık, asırlar boyunca ateşin karşısına geçip sosyalleşmiş, ateşin karşısında ateşle beraber yaratmıştır. Umarım sizler de hayatında en az bir defa kalabalık bir grupla ateş etrafında oturup öyküler anlatmış, müzik çalmışsınızdır. Eğer öyleyse, siz de takdir edersiniz ki bunlar anılarımız içinde en özel olanlardır. Benim için öyledir. Özellike yıldızlı gecelerde geçenler.
Ateş, memeli hayvanları kendine çeker. Yoga yaparken karşımda yaktığım mum, yoganın kendisi kadar (belki daha çok) bizim kedileri büyüler. Ateş, insanın yaratıcılığı körükler. Ateş elementi göze bağlıdır. Göz etrafında şekiller görür. Şekilleri ateş oluşturur. Herhangi bir maddeyi ateşe tutarsanız o maddenin formu değişir, A iken B olur.
İnsanlar her akşam ateşe bakarak günü bitirmek arzusu duyarlar. Çünkü gözleri önünde değişen formlara bakmaya ihtiyaçları vardır. Değişen şekillere bakarken zihin boşalır. Fikri sabitin iğnesi takıldığı yeri atlar, plak yeniden dönmeye başlar. Bu zihin boşaltma işlevi için insanın gözü ateşi arar. Ateş olmayan yerde, değişen formların başka kaynaklarına kayar. Mesela televizyon. Mesela bilgisayar ekranı. Mesela akıllı telefon. İnstagram, youtube, facebook. Ekrana bağımlılığımız işte buradan gelir. Ateş yoksa ekrana bakalım.
Burada sorun nedir? Bakalım. Evet. Ateş yoksa ekrana bakalım.
Burada sorun şu: Ateş insanda yaratıcı gücü körükler ve Dr Svoboda’nın tabiriyle ateş, insan ile beraber yaratırken, ekran sadece sonsuz sayıda formları arka arka sunar. (Fire co-creates, screen delivers) Ekran da bizi tıpkı ateş gibi ipnotize eder ama ekran karşısında aklımıza parlak fikirler gelmez. Bir öykü için esin düşmez. Bir müzik parçasının notaları zihnin derininden bir yerden çalmaya başlamaz. Ateş bizi birbirimize, toprak anaya ve ulu güçlere bağlarken, ekran bizi tüm bunlardan kopartır. Kopartmasının sebebi de bizden bir şey beklemeden durmadan bize bir şeyler sunabiliyor olmasıdır. Biz çocukken televizyona aptal kutusu denirdi ve bir tv bağımlısı olarak bu benim çok gücüme giderdi. Ama doğruydu.
Bugün çocukları ekranlardan koparmanın bu kadar zor olmasının sebebi işte bu genetik olarak türümüze işlemiş, sürekli değişen, devinen formlara bakma ihtiyacımız. Prometeus ateşi tanrılardan çalıp insanlara getirdiği için cezanlandırılır. Çünkü bundan böyle insan da ateş ile beraber yaratabilecektir. Ateş yaratıcılıktır. Evinizde şömine varsa sık sık yakın. Çoluk çocuk karşısına geçin. İnsan toplulukları ateş başında evrilmiş, ateş başında incelmiş, “insan” olmuştur. Ateşi unutmayın. Bir kaç mum yakıp ailecek karşısında 20 dakika bile geçirmeniz, ne bileyim akşam yemeğini mum ışığıda yemeniz, yatmadan önce sevgilinizde mum ışığında iki laf etmeniz hayatınızda hiç ummadığınız değişiklikler yapabilir!
Prometeus’un çektiği cefayı boşa çıkartmayalım. Bize ateşi getirmek için her sabah ciğerinden bir parçanın atmacalara yem olmasına katlandı. Prometeus’un anısına saygı duyalım ve ekranların mavi ışığıyla agniyi öldürmeyelim.
Gelelim yogaya.
Biz hocalarla eğitimlere gittiğimizde hocalar bize der ki, dışarılarda koşturmayın, bu kurs süresince evlerinizde oturun, dinlenin. Ama kurslar güzel şehirlerde olur. Budapeşte, Viyana, Paris, Berkeley… Duramazsın. Durdum sanırdım. Bir parka giderim, sonra evde dinlenirim dersin. Bir kahvede iki saat oturayım, ondan sonra yatarım dersin. Şimdi, ev inzivamın 21. gününde HİÇ BİR YERE gitmemenin vücudumdaki etkisini hayretle izliyorum. Vücudum yumuşacık. Kasıklar, sakrum, kuyruk sokumu açılmış, nefes mükemmel akıyor, bandalar şıkır şıkır. Güç desen boğa gibi. Nasıl olur, bir günde toplasan 100 adım attığım hayatımda bu vücut. Üstelik, hatırlatayım her gün defalarca benden 10 kg fazla olan bir insanı kaldırıyorum, taşıyorum. Gerçi o ağrılar var ama onlar yüzey ağrısı. Bir iki ısınma hareketiyle geçiyor. Daha derinde kapıların, dokuların, eklemlerin açıldığını, Prana’nın açılan boşluğa aktığını, nefesin yavaşladığını, zihnin sakinleştiğini duyuyorum. Demek sahiden hiç ama hiç evden çıkmamak lazımmış.
Yogamız nasıl olmalı? Hangi seriyi yapalım? İKinci prelütü öğreniyorduk, şimdi onu yapalım mı, yapmayalım mı? Bu işin bir reçetesi yok. Ama şöyle bir ölçü tutturabilirsiniz: Nefesinizi kısaltan, sizi soluk soluğa bırakan hareketleri serinize dahil etmeyin. Diyelim ki 2. Prelütü yapıyorsunuz ama sarpastana sizi soluk soluğa bırakıyor, veya At Parantezi adı altında öğrettiğim seride nefesiniz hızlanıyor, o zaman oraları atlayın. Bu aralar yoganın abhava özelliğinin iyice altının çizilmesi gerek. Abhava heyecansız demek. Duygusallaşmadan. Serinkanlı bir çalışma. İleri seviye Shadow yoga öğrencileri siz bile, baktınız mayurasana, hanuman, samakonasana, atikrantam gibi hareketler abhavanızı alıp götürüyor, atlayın onları. Herkes sakin olsun. Fazladan vata üretmesin. Uzun oturuşlar, asanaları uzun (8 ila 16 nefes) tutmalar, uzun öne katlanmalar, uzun laya(hazım/soğurma) oturuşları, şavasanana veya bacakları duvara kaldırarak bitiriş iyi olur.
Bir diğer ölçü de omuzların hareketine bakın, herhangi bir asanayı kollarınızdan, omuzlarınızdan çekerek yapıyorsanız o kesin olarak zihinde heyecan, nefeste kısalma yaratır. Kollarımdan çekmediğimde nerede duruyorsam orada durayım. Kollarınızı bırakın, onlar yoga sırasında çalışmasın. Omuz zihinle bağlıdır. Omuzdan güç alınca agresifleşir yoga çalışması. Karından güç alın, omuzları bırakın. Ahimsayı hatırlayın. Kendinizi incitmeyin.
Yemek konusuna da gelecektim ama kaynanam geldi ve yemek hazır dedi.
O da yarına kalsın.
Hoşçakalın!
mrb