Korona Günlerinde Aile Mezarı

IMG_3441
Foto: Fatma Şafak Pınarbaşı

Sevgili Okurlar,

Biz iyiyiz. E-posta ve mesajlarınız için çok teşekkür ederim. Sesim kesildiği için meraklandınız. Beni pek duygulandırdınız. Sağ olun. İyi ki varsınız.

Evet, iyiyiz. Bey de iyi. Kayınvalide ve kediler de. Evdeki günlerimizin düzeni oturdu. Haftada bir ya da iki defa alışverişe gidiyorum. Onun dışında hiç çıkmıyorum. Alışveriş de eziyet. Süpermarketlerden içeri insanları tek tek aldıkları için kapıda uzun kuyruklarda bekliyoruz. Birbimizin arası iki metre, yerde artık çizgiler var, onlara göre ayakta dikiliyoruz. Süpermarket içinde herkes çok hızlı hareket etmeye çalışıyor ama öyle dalgınız ki unların durduğu rafta maya bulmak için on dakika geçirebiliyoruz. Sonra eve gelince bitmeyen dezenfekte… Kıyafetler yıkanıyor, saçlar yıkanıyor, naylon torbadaki ürünler günlerce balkonda bekliyor. Biliyorsunuz işte… Artık hepimizin rutini olan şeyler.

Size neden yazamadım? İyice içime kapandım. Balkona bile çıkmak gelmiyor içimden. Kitap okuyorum. Günlüğümü yazıyorum. İstanbul’da uzaktan kumanda ile halletmem gereken dünya kadar iş var, onlarla uğraşıyorum. Para işleri, iade işleri, gitmeyen swiftler, kredi kartına eksik yatan iadeler, hala kurdan çalıp küçük kârlar peşinde koşan dev bankalarla süren kıyasıya mücadele… Bu gibi işlerin vaktimi fazla almasına izin vermiyorum. Belki günde bir saat. Sonra o kapıyı kapatıyorum. En azından akşama kadar. Einstein şöyle demiş: Bir meseleyi yaratan zihniyet ile o meseleyi çözemezsiniz.

Zihniyet değiştirmek bence eylemle oluyor. Bir eylemden diğerine geçmek gerekiyor. Rusya’ya gönderdiğimiz bir iade hesaba geçmemiş, karışık bir swift hikayesi. Çözmek için bankayı aramam şart. Bunalıyorum. Bunaldığım zaman, bunalmama rağmen bankayı aramıyorum, eskiden arardım. Olsun bitsin, der elektriği yüklerdim sisteme. Sigorta atsın diye bir cins sabotaj belki. Artık öyle değil. O odanın elektriğini kapatıyorum. Başka odaya geçiyorum. Kitabımı okuyorum. Veya günlük yazıyorum. Mutfağa giriyorum. Yemeği hazırlıyorum. Kedileri tarıyorum. Başka bir kafaya geçtiğim başka bir saat ve hatta başka bir gün ve kim bilir önümüz hafta sonu belki de iki gün sonra bu konuyla ilgilenirim diyorum. Ne demiş Scarlett O’Hara: Tomorrow is another day.

Balık burcuyum. Yükselenim yengeç. Yengeç burçları evlerine bağlıdır. Balık tarafım uçsuz bucaksız okyanuslarda yüzmek, gitmek, gitmek ister. Yengeç hep bir yuva hasreti içindedir. Evlerim onun sayesinde hep çok güzeldir. Bir giren çıkmaz istemez. İşte bu korona günlerinde yengeç idareyi eline aldı. Balığı da ehlileştirdi. Haydi, canım, iyiyiz işte. Masayı duvardan sunağa çevirelim, yüce güçler ve mumun alevi bize eşlik etsin. İşe yaradı. Masayı sunağa çevirdiğim gün bir öykü yazdım. İki gün sonra bir tane daha. Şaşırdım kaldım. Size yazmıştım, ayda bir öyküye niyet etmiştim. Eylül Konukları öyküsü Şubat ve Mart aylarına yayılmıştı. 40 günde ancak bitirdim. Sonra bu iki fırlama (Otostopçu ve Soy Adı) çıkıverdi. Kolayca, zevkle. Tüm yazı enerjimi onlara saklamıştım. Bloğu ihmal etmemenin sebebi işte buydu.

Geçen hafta okuduğum bir kitap, Herkül Millas’ın Aile Mezarı bu öykülerin (özellikle Soy Adı’nın) yazılmasına esin kaynağı oldu. 1964’de İstanbul’dan sürülen Rumların hikayesi. Kalabalık bir ailede geçiyor. Benim romanlardan da bilirsiniz ya, kalabalık aile kitaplarına bayılırım. Yüzyıllık Yalnızlık, Geceyarısı Çocukları, Cevdet Bey ve Oğulları, Budenbrook Ailesi, Ruhlar Evi… Bana bu kitaplarla geliniz. Girişlerinde aile ağacı olsun ama dönüp bakmayayım. Kendim çözeyim, kim kimin nesi olur. Herkül Millas’ın Aile Mezarı da işte bu tarz bir roman. Hem hüzünlü, hem komik, herkesin ailesinde bulunan tanıdık gerilimler ile sadece İstanbullu Rumların yaşamak zorunda kaldığı acılar, dışlanmışlıklar, hasretlerin buluştuğu, bir çırpıda okunan ve insanın dudağında bir tebessüm ile yüreğinde ince bir sızı bırakan bir romandı.

Aile Mezarı’nı okuduğum günlerin birinde Meral Halama telefon ettim. Benim üç halam var. En büyükleri Zuhal Halam, ben çocukken rahim ağzı kanserinden (pisipisine) öldü. Resim öğretmeniydi. Diğer iki halam, Meral ile Aysel hayattalar çok şükür, Allah uzun ömürler versin. Babam en küçük halamdan on iki sene sonra doğmuş. Üç kız kardeş babama bebekleri gibi bakmışlar ve onunla bebekleri gibi oynamışlar. (Kızlar babamın kulaklarını bile delmişler, ip geçirmek için.) Halalarım alem kadınlardır. Komiklerdir ve çok zeki. Geleneksel hiçbir kalıba uymazlar. İsyankâr, duygusal ve çok güzeldirler.

Meral Halamı FaceTime’dan görüntülü aradım. “Ne yapıyorsun?” “Ne yapayım, You Tube’dan dünyanın manyetik alanına dair bir belgesel izliyorum. Ondan önce de Normandiya Çıkartması hakkında bir tane izledim ama bu manteyik alan daha ilginç.”

Meral Halamın yaşını size söylemeyeceğim. Soyadı yasasının çıktığı yıllarda artık çocukluktan genç kızlığa geçtğini ve babasının Suman soyadını aldığı zamanı gayet iyi hatırladığını yazayım sadece. Siz hesap edin. Benim Soy Adı öyküsü de halamla ettiğimiz sohbetten doğdu. Ona aile büyüklerinin hikayelerini anlattırdım. Bunu sık sık yaparız. Emanet Zaman’ın Filibeli Sümbül’ü de yine Meral halamla yaptığımız bir mülakat sonrasında kâğıda akmıştı. Sümbül’den de bir bütün Emanet Zaman doğdu.

img_1682
Meral hala evleniyor.

Halamla bir saat konuştuk. Çocukluk öykülerini, kuzenlerin isimlerini, şimdi kimin nerede ne yaptığını sordum. Kuzenleriminden bazılarını Facebook’dan buldum. Hayretle gördüm ki hiç tanımadığım ikinci göbek kuzenlerim var. Onları aile ağacımıza yerleştirdim. Ailenin erkeklerinde tekrarlanan kimi tuhaflıklar da kâğıt üzerinde iyice belirdi. (Intiharlar, eve kendini kapamalar, saçı, sakalı salıvermeler, bitmek tükenmek bilmeyen asosyallikler, boşanmalar, boşanmalar, boşanmalar…)  Bir saat kadar konuştuk. Ben kapattığımda bitkin ama mutluydum. İnsanın toprağına bağı, aile denen ağacın kökleri vasıtasıyla oluyor. Millas’ın kitabında da bu kökler, aile, toprak temaları tekrar tekrar karşıma çıkıyordu, Soy Adı öyküsünün öyle kolayca ortada çıkmasına şaşmamalı!

Bu ara, ailenin büyüklerini arayın. Anlatsınlar. Not alın. Annelerini, babalarını, daha iyisi dedelerini, nenelerini. Çünkü onlar göçtükten sonra bu bilgilere ulaşmak imkânsız olacak. Hiç kimsenin öyküsü dedesinin ninesininkinden bağımsız değildir. Yukarıda adı geçen romanların hepsi bize bunu hatırlatır. Seni sen yapan atalarındır. Toprak ataları birbirine bağladığı için önemlidir. Amerika’nın yerlileri bunu bildikleri için topraklarına totem dikerler. Totemde soyun erkekleri dizilidir. Toprağa yakın olan şimdi yaşayan baba ve göklere yakın olanı da kabilenin yaratıcısı ulu güç. Bu konuya değinen çok çarpıcı bir roman da Erlend Loe’nin Doppler adlı kitabıdır. Orada da baba, oğulu ile birlikte bir totem dikmeye çalışır. Şehir hayatından elini eteğini çeken bir modern isyankâr babanın hayatının amacı bu totemi dikmektir ve ne kadar anlamlıdır!

Biz kadınların totemi topraktan semaya uzanan dikey bir totem değildir. Bizimki hikayelerden örülen bir ağdır. Eril enerji düz ve dikey çizgide yükselir, dişiler yayılır, yayılırken ağını örer, ilmek ilmek aile fertlerini birbirine ve toprağa ve göksel olana bağlar. O yüzden halalarım benim için çok kıymetlidir. Ailemin toteminin ilmeklerini onlar atarlar. Ağın başlarındaki ilmekleri atan elleri, Sümbülleri, Refiaları, Sıtkiyeleri bir tek onlar bilirler. O yüzden onlar benim kıymetlimdirler. Yüzlerine karşı hiç dile getirdim mi bilmem, buradan okurlar nasıl olsa…

Son bir anı: Bundan 5-6 sene önce Aysel Halamı koluma taktım, Üsküdar Nüfus Müdürlüğüne gittik. Henüz şecerelerimiz açığa çıkmamıştı. Halamın vukuatlı nüfus sureti sayesinde ben büyük dedelerime dair bir şeyler öğrenirim diye umuyordum. Vukuatlıyı da ancak Aysel hala çıkarabilirdi. Girdik, müracaat ettik ve birden etrafımızı gencecik memurlar sardı. Bazısı Aysel halamın ellerini tuttu, bazısı ünlü birisiyle karşılaşmış gibi yakınlaşmaya çekindi, uzaktan hayranlıkla izledi. Ne oluyor yahu, dedik. Ben değil, o dedi. Ne oluyor yahu? Nihayet elini tutan kızlardan biri dedi ki biz hep sizin gibi insanların isimlerini kayıtlara, kütüklere, defterlere geçiriyoruz ama sizin yıllarınızda (1920’ler olduğunu anlamışsınızdır) doğmuş kimseyi daha önce görmemiştik.

Güldük. Çıktık. Elimizde vukuatlı. Bilmediğimiz bir şey söylediği yok. Nasıl olsun ki? Arşivci bir millet değiliz. Herkes 1 Temmıuzda doğmuş. 1934’de evlenmiş. Olacak iş mi? Hayır, kayıtları o zaman girmiş memurlar. Neyse, isim, cisim öğrendik. Kol kola yürüdük, Karacaahmet’e. Aysel hala babaannesinin mezarını bulacak. Mermeri henüz yapılmamış, onu yaptıracağız! Aysel halanın babaannesi Sıtkiye/Sıdıka Hanım (kimi memurlar da ismi Sıdıka diye duymuş olmalı ki bazı yerde Sıtkiye bazısında Sıdıka diye geçiyor) 1870 yılında doğmuş (vukuatlı öyle diyor), 1935 yılında ölmüş! Mezarını bul bulabilirsen. Aysel halam önde, çekirge gibi, ben arkasında, elimizde mezarlığın kim bilir kim tarafından çizilmiş bir krokisi, komşu mezarların isimleri, ara babam ara… Bulamadık. Ben çok yoruldum. Aysel hala bir de şuraya bakalım, bir de buraya diyor. İkna ettim. Gel dönelim. Karacaahmet derya, Sıtkiye/Sıdıka’nın mezarı iğne başı. O sırada aklıma gelmedi, sormadım, neden sadece babaannenin mezarını arıyoruz. Bu kadının kocası, büyük dedem Arapgirli Mehmet’in mezarından neden bahsetmiyoruz? (Vukuatlıya bakarsan, büyük dede Mehmet’in doğumu 1847 ve hâlâ sağ, öldüğünü kimse kayıtlara geçirmemiş!)

Bir daha İstanbul’a gittiğimde halacığımı koluma takıp o aile mezarını bulmayan ne olsun!

Yogadan bilirim, hareket durulup da insan sabit oturuşa geçince, hep bildiği ama unuttuğu meseleleri, benliğin esası diyebileceğim parçaları, dalgası dinmiş bir gölün dibindeki taşlar gibi belirir. Evde oturduğumuz günler için ben de bunu düşünüyorum. Sabit bir noktada durdukça ben de benliğimin esasınına kavuşuyorum. Hikayeleri ile ailemin kadınları. Beraber ördüğümüz totem ağımızı beni dünyaya ve ilahi olana bağlıyor.

Ay, yazmayı ne özlemişim!

En kısa zamanda görüşmek üzere….

Defne.

Not: Bu mektubuma bir iki tane hala fotoğrafı eklemesem olmaz galiba. Siz de merak etmişsinizdir.

IMG_0359
En sevdiğim aile fotoğraflarından biri babaannem Güzide, Zuhal Hala ve Aysel Hala. Sene 1928

 

 

Yazarken ben şunu dinliyordum. (benim için çok anlamlı bir parçadır, birden fazla sebepten)

 

 

 

 

 

 



“Korona Günlerinde Aile Mezarı” için 4 cevap

  1. Defne hanım
    Ben de yazınızı özlemişim.
    Su gibi aktı gitti.
    Fotoğrafdaki beyaz giysili halanız, çocukluğunuzdaki siz gibi.💙
    İyi olmanıza çok sevindim.
    Sevgi dolu günler. ❤💙😻😻🙋‍♀️

  2. Şirin Atçeken Avatar
    Şirin Atçeken

    Merhaba, sizden haber almak çok güzel. Aile köklerini hatırlamak da, çok teşekkürler hatırlattığınız için 🙏🏼

  3. tolunaysemra@gmail.com Avatar
    tolunaysemra@gmail.com

    Nihayet. 🙏 İyi olduğunuza çok ama çok sevindim. Kutluyorsanız paskalya bayramınız güzel geçsin.

    Sevgi ve sağlıkla kalın 🍀🌷

    Semra

    iPhone’umdan gönderildi

  4. Sevgili Hocam, sizi okumak su içmek gibi, teşekkürler ❤

tolunaysemra@gmail.com için bir cevap yazın Cevabı iptal et