Kış Masalları Yeniden

Sevgili sadık okurlarım, eski dostlarım,

Kış Masalları’nı hatırlıyor musunuz? Koronavirüs salgınından hemen önce başladığımız ve beni çok heyecanlandıran bir projeydi. Kolları kitap okuyup piyano dinleyeceğimiz bir kış akşamının hayaliyle sıvamıştık. Emanet Zaman‘ı şömine önünde okuduğum saatler, Fatma Pınarbaşı’nın piyanoda gezinen parmaklarından içimize yayılan müzik, odayı ve beni sarmalayan sizler… Tüm bunlar asırlar öncede kaldı sanki. Oysa aradan şunun şurası sadece üç sene geçti. Ayrı gayrı geçen o üç senede ben üç kitap yazdım: Yağmur’dan Sonra, Yitik Ülke ve son olarak da Çember Apartmanı. Bir tane de derleme hazırladım: Evden Kaçmanın Yolları.

Görüşemediğimiz son üç senede karanlık bir kuyunun girdabında kaybolur sanki… Yaşamın gazı kaçtı. Hayaller rafa kalktı. Sonra oradan onları indirmeye gücümüz yetmedi. Vücut kaslarımız kadar hayal kaslarımız da yumuşadı. Sanal buluşmalardan doyumsuz ayrıldık. Bitkinlik bitmedi. Üzerine dünyanın hali: Salgın, savaş, küresel fakirleşme, yangınlar, iklim krizi.

Çember Apartmanı çivisi çıkmış bu dünyada bir ümit arayışının romanı. Küçük zaferleri önemseyen bir hikaye. Düştüğü yerden tekrar tekrar kalkan çakı gibi 75’lik Periklis’in Tarlabaşı’nda geçen hikayesi. Bir isyan, bir direniş.

İstedik ki Kış Masalları için yeniden buluşmaya Çember Apartmanı ile başlayalım.

28 Ocak Cumartesi saat 14:00’de, Kış Masalları için yeniden bir araya geliyoruz. Hem de sürprizli bir mekanda. Özel Zoğrafyon Rum Lisesi’nin geniş yürekli müdürü Yanis Demircioğlu Kış Masalları için bize okulu açıyor. Bu büyülü mekanda, piyanist dostum Alper Erdoğan’ın müziği eşliğinde sizlere Çember Apartmanı‘ndan bölümler okuyacağım.

Bu buluşmaya gelmeden önce lütfen lütfen Çember Apartmanı‘nı okuyup bitirmiş olmanızı rica ediyoruz. Periklis’in dünyasını bilen dostlardan oluşan bir çember kuralım istiyoruz. Ayrıca kitabın sonundan da parçalar okuyacağız. Sonra sorularınızı yanıtlayacağım. Sohbet edeceğiz. Hasret gidereceğiz. Etkinliğimiz iki saat kadar sürecek.

Kış Masalları’nın sosyal medyada ilan etmeden önce size haber vermek istedim. Kontenjan sınırlı. Kayıt olmak için şu email adresine lütfen yazınız: cemberapartmani@gmail.com

Biz sizi kayıtla ilgili olarak oradan yönlendireceğiz.

Kış Masalları 2023

Piyano eşliğinde Çember Apartmanı’ndan pasajlar

28 Ocak 2023 Cumartesi

14:00

Özel Zoğrafyon Rum Lisesi, Beyoğlu

Bilet: 150TL

Öğrenci: 100TL

Zoğrafyon Rum Lisesi öğrencileri, öğrenci velileri ve öğretmenlerine ücretsiz.

Çember Apartmanı’na davetlisiniz!

“tarlabaşılı bir rum ailesinin oğlu periklis’in hikâyesini ve değişen istanbul’u anlatacak…” Ekşi Sözlük (100922)

Yeni romanım Çember Apartmanı bu hafta çıkıyor!

Dahası, yanında ilk romanım Saklambaç’ın Doğan Kitap’tan yeni baskısını da getiriyor. Neden? Çünkü ilk romanımda bizimle Saklambaç oynayan Leyla, Çember Apartmanı’nda ortaya çıkıyor. On sene sonra.

Bu iki romanın çıkışını hep beraber kutlayalım istiyorum. Hepiniz davetlisiniz.

Ne zaman:

16 Ekim Pazar saat 17:00

Yer:

Zoğrafyon Rum Lisesi, Galatasaray- İstanbul (Dikkat! Bu bir Beyoğlu romanıdır)

“Tarlabaşılı bir rum ailesinin oğlu periklis’in hikâyesini ve değişen istanbul’u anlatacak…”

Ekşi sözlük 10 Eylül 2022

ARKA KAPAK

Defne Suman’ın İstanbul’un son yetmiş yılında dolaşan, hikâyesinde hüznün ve matemin olduğu kadar dostluğun, direnişin ve ümidin de yer aldığı yeni romanı Çember Apartmanı, Doğan Kitap’tan çıktı.

Yitip giden İstanbul’a bir ağıt niteliğindeki Çember Apartmanı, İstanbullu Rum Periklis Drakos’un anılarını, hem aşk ile tutkunun hem de acıyla kaybolan Beyoğlu’nun hikâyesini anlatıyor.

Yetmiş beş yaşındaki İstanbullu Rum Periklis Drakos, koronavirüs günlerinde, doğup büyüdüğü Çember Apartmanı’ndaki dairesinde anılarını kaleme almaya başlar. Mahallede kendine bir ev arayan Leyla’ya ilk görüşte âşık olur. Artık anılarını kendini Leyla’ya anlatmak için yazacaktır.

“Yağmur bastırmıştı. Temrin Yokuşu’ndan Dolapdere’ye içinde çalı çırpıyla seller akıyordu yine. İstanbul gri bir perdenin ardında yitip gitmişti. Tam da bana lazım olan dekor. Kalemi elime aldım. İnce mavi mektup kâğıtlarımın kırışıklıklarını elimle düzelttim. Yazdıkça Leyla’yı daha çok düşünüyor, onu düşündükçe daha çok yazmak istiyordum. Böyle bir çemberin içinde bulmuştum kendimi. Belki de matemin panzehriydi aşk.”

Defne Suman’ın İstanbul’un son yetmiş yılında dolaşan, hikâyesinde hüznün ve matemin olduğu kadar dostluğun, direnişin ve ümidin de yer aldığı yeni romanı Çember Apartmanı, Doğan Kitap’tan çıktı.

Yitip giden İstanbul’a bir ağıt niteliğindeki Çember Apartmanı, İstanbullu Rum Periklis Drakos’un anılarını, hem aşk ile tutkunun hem de acıyla kaybolan Beyoğlu’nun hikâyesini anlatıyor.

Yetmiş beş yaşındaki İstanbullu Rum Periklis Drakos, koronavirüs günlerinde, doğup büyüdüğü Çember Apartmanı’ndaki dairesinde anılarını kaleme almaya başlar. Mahallede kendine bir ev arayan Leyla’ya ilk görüşte âşık olur. Artık anılarını kendini Leyla’ya anlatmak için yazacaktır.

“Yağmur bastırmıştı. Temrin Yokuşu’ndan Dolapdere’ye içinde çalı çırpıyla seller akıyordu yine. İstanbul gri bir perdenin ardında yitip gitmişti. Tam da bana lazım olan dekor. Kalemi elime aldım. İnce mavi mektup kâğıtlarımın kırışıklıklarını elimle düzelttim. Yazdıkça Leyla’yı daha çok düşünüyor, onu düşündükçe daha çok yazmak istiyordum. Böyle bir çemberin içinde bulmuştum kendimi. Belki de matemin panzehriydi aşk.”

BLOG TOUR REVIEWS

Here are the reviews from the brilliant book bloggers who read my English debut The Silence of Scheherazade! I am sending you a all my gratitude from the bottom of my heart!

Dorota Galeza – http://dorotagaleza.co.uk/the-silence-of-scheherazade-by-defne-suman-is-a-fantastic-novel/

‘The Silence of Scheherazade’ is literary fiction at its best.

Blotted Ink Books – https://www.instagram.com/p/CSpCkiJIYDu/

‘The City of Smyrna is captured beautifully within its pages, the story weaving its way through time’

Laura Patricia Rose – http://www.laurapatriciarose.co.uk/2021/08/book-review-silence-of-scheherazade-by.html#.YRqQ_4hKguV

‘The writing and descriptions were simply impeccable.’

 ‘A beautiful and breathtaking read. This is a must read for historical fiction fans.’

The Thoughts of a Bibliophile – https://www.instagram.com/p/CSqyeycrskQ/ (1,650 Instagram followers)

http://thethoughtsofabibliophile.simplesite.com/449958850

‘I was submerged into the culturally rich and atmospheric city of Smyrna from the offset. This is an epic saga abundant in history and infused with love, loss and despair as each character is brought to life… Defne Suman is a true storyteller as each page, each sentence flowed with perfection making it difficult to put down.’

https://ramblingmads.com/2021/08/18/blog-tour-the-silence-of-scherazade-defne-suman/

‘Beautifully written and translated, this is a moving and richly evocative story’

My Dark Bibliophile

https://www.instagram.com/p/CSuqjHnrZKW/‘An immersive and important piece of translated historical fiction that I’m glad to have experienced.’

Nightfall Mysteries – https://www.instagram.com/p/CSwquEQIfim/

‘I fell in love with the Suman’s marvellous, evocative writing.’

‘The cultural background was a massive YES for me. I felt I could almost smell and see certain passages of this novel or even listen to the busy and the overcrowded streets here.’

Frenzy Reads – https://www.instagram.com/p/CSwtjWxoX6l/

‘In a cast of characters, the most standout for me was the historical figure of the city of Smyrna. She acts as a source of strength, beauty, and truth – a home and refuge for so many. ‘

Shelf Lyfe – https://www.instagram.com/p/CSyacVugRBF/?utm_medium=copy_link

I’d recommend The Silence of Scheherazade to fans of historical fiction, as it is an interesting and beautifully told story. (More from Shelf Lyfe)

NoBooksGiven – https://www.instagram.com/p/CSy5RxagYy1/

‘Suman’s writing is complex and beautiful’

Passports and Paperbacks – https://www.instagram.com/p/CSza_egLVm0/

‘Defne writes in such a beautiful, lyrical fashion that instantly draws me into the plot. Every sight, sound and smell is so easy to conjure in my mind which makes this book a dream to read. I adore the amount of detail that has been added to bring these characters to life – they’re all complex and whole, it’s hard not to believe that they existed!’

Mylittlebookhome – https://www.instagram.com/p/CS1NfnTLi6M/

Littleliterarylife – https://www.instagram.com/p/CS1Ac19gUVC/

‘Throughout the novel there is an underlying tension – as the reader you know what is coming, yet when the devastating tragedy arrives it’s written so powerfully that there are moments that genuinely take your breath away. But there are also real moments of beauty, like the epilogue which tied everything off perfectly for me.’

Jodie_reads_books – https://www.instagram.com/p/CS4wOHRAPyt/

Gee.booksandlife – https://www.instagram.com/p/CS4Huj1ABV9/

It explores so many important themes and really dives into the relationships and loyalty between the families. I’d recommend this if it intrigues you! ⠀

Wxrldwalker – https://www.instagram.com/p/CS47uFaLoLs/

 ‘this is one of the most beautifully written books I’ve ever read.’

‘There is something so unique about the way that history is told through the pages, that made this to be a very compelling read. During some chapters I had to stop and take a breath because there was so much beauty delivered only through a few words that blew my mind.’

Leyla’s Blog – https://leylasblog4.wordpress.com/2021/08/23/book-review-for-blog-tour-the-silence-of-scheherazade-by-defne-suman/ 

‘Suman is a wonderful storyteller and plot crafter.’

NikNakReads – https://www.instagram.com/p/CS6lxsMADJY/

‘I was gripped with curiosity about this cast of compelling characters and this story of grand scale, all set at the heart of the Ottoman empire. Suman tells this epic with languishing, exquisite, stark, tragic and careful details.

Books and Lovely Things – https://www.instagram.com/p/CS64t-JoLz_/

‘I was blown away by the lush atmospheric writing and the beautiful prose.’

Annies Book Thoughts – https://www.instagram.com/p/CS8kWAID0fh/ (

‘This is one of the most heartbreaking, poetic family sagas I’ve ever read.’

Wildflower Library – http://wildflowerlibrary.net/?ltclid=796abfef-08df-4349-a5dd-1af422eaf304

‘The Silence of Scheherazade is a wonderfully crafted and hard-hitting read that’s most definitely one to look out for for fans of historical fiction and the nature of storytelling. Highly recommended!’

E. F. Paterson – https://www.instagram.com/p/CTASsXtIdCH/

‘I must say that while I’ve not read the original text of this story, I think the translation of this book has been done brilliantly as you really can’t tell that it’s transitioned from another language. The prose and dialogue flow naturally…’

Livs Little Reads –  https://www.instagram.com/p/CTB4nbYLR8C/

‘The Silence of Scheherazade is a beautifully and poetically written novel.’

Sharon Choe Writes – https://www.instagram.com/p/CTCMmtpgxFm/

‘breathtaking in scope, style, & content.‘

Tilly Loves Books – https://www.instagram.com/p/CTChpYuIAuI/

‘this was a beautiful, sweeping novel which devastated me but also moved me’

Agirlandabook85 – https://www.instagram.com/p/CTBxFragld6/

‘it was immersive story telling at its finest.’

Lisa.Loves.Literature – https://www.instagram.com/p/CTEwaEDLYXd/

‘This is a beautiful but deeply moving account of one of history’s tragic moments. Sweeping, epic and thought-provoking; it is a book to be savoured.’

Twisted In Pages – https://www.instagram.com/p/CTHbGvxAM6W/

‘It is beautifully written, culturally rich and it has a gorgeous poetic writing style. The book has its own unique atmosphere which is evident from the very first page.’

Olivianess_books – https://www.instagram.com/p/CTH8I4qjo5d/

To.read.or.to.roam – https://www.instagram.com/p/CTJ8rvUrhhG/

‘I devoured this book and found myself utterly lost to the tantalising descriptions of the exotic surroundings.’

Inoirita – https://www.instagram.com/p/CTKVBx2hubE/ (

‘This novel is like an amalgamation of people from different cultures and the result is astoundingly beautiful.’

Pageturnersnook – https://www.instagram.com/p/CTMx7cAjEsB/

‘Breathtaking, historical, emotional, delicate, educational, engaging, dark and complex but beautifully written and just altogether a pure genius of a masterpiece and that’s just a few descriptive words I can give to you.’

Venusinbooks – https://www.instagram.com/p/CTPUMRcI-AA/

‘I got very emotional reading about such an important time in history that seems to be forgotten.’

A Beautiful Review for “The Silence of Scheherazade”

This review was too beautiful to be left in social media so i wanted to make it immortal here!

Thanks a million to Hayley (shelflyfe) for putting her heart out there. Here is how it goes:

https://www.instagram.com/shelflyfe/

Today is my stop on the blogtour for 𝗧𝗛𝗘 𝗦𝗜𝗟𝗘𝗡𝗖𝗘 𝗢𝗙 𝗦𝗖𝗛𝗘𝗛𝗘𝗥𝗔𝗭𝗔𝗗𝗘 by Defne Suman. Thank you to Jade at House of Zeus for having me along on the tour, and for sending me a proof copy of the book.

𝗪𝗵𝗲𝗻 𝗜 𝗲𝗺𝗲𝗿𝗴𝗲𝗱 𝗳𝗿𝗼𝗺 𝘁𝗵𝗲 𝗮𝘀𝗵𝗲𝘀 𝗼𝗳 𝘁𝗵𝗲 𝗽𝗮𝗿𝗮𝗱𝗶𝘀𝗲 𝗹𝗼𝘀𝘁
𝗧𝗵𝗲𝘆 𝘀𝗮𝗶𝗱 𝗺𝘆 𝗻𝗮𝗺𝗲 𝘄𝗮𝘀 𝗦𝗰𝗵𝗲𝗵𝗲𝗿𝗮𝘇𝗮𝗱𝗲.
𝗢𝗻𝗲 𝗵𝘂𝗻𝗱𝗿𝗲𝗱 𝘆𝗲𝗮𝗿𝘀 𝗵𝗮𝘃𝗲 𝗽𝗮𝘀𝘀𝗲𝗱 𝘀𝗶𝗻𝗰𝗲 𝗺𝘆 𝗯𝗶𝗿𝘁𝗵
𝗕𝘂𝘁 𝘁𝗵𝗲 𝗲𝗻𝗱 𝗼𝗳 𝗺𝘆 𝘀𝗶𝗹𝗲𝗻𝗰𝗲
𝗛𝗮𝘀 𝗻𝗼𝘁 𝗰𝗼𝗺𝗲.

The Silence of Scheherazade tells the story of four families – a Levantine, a Greek, A Turkish, and an Armenian family – in the ancient city of Smyrna, in the wake of World War 1.

𝗔 𝘀𝘁𝗼𝗿𝘆 𝗶𝘀 𝗻𝗼𝘁 𝘁𝗼𝗹𝗱 𝘄𝗶𝘁𝗵 𝘄𝗼𝗿𝗱𝘀 𝗮𝗹𝗼𝗻𝗲. 𝗗𝗼𝘇𝗲𝗻𝘀, 𝗵𝘂𝗻𝗱𝗿𝗲𝗱𝘀 𝗼𝗳 𝗺𝗶𝗻𝘂𝘁𝗲 𝗱𝗲𝘁𝗮𝗶𝗹𝘀 𝗰𝗼𝗺𝗽𝗹𝗲𝗺𝗲𝗻𝘁 𝘁𝗵𝗲 𝘄𝗼𝗿𝗱𝘀. 𝗢𝗻𝗹𝘆 𝘀𝗼𝗺𝗲𝗼𝗻𝗲 𝗹𝗶𝗸𝗲 𝗺𝗲, 𝘄𝗵𝗼 𝗵𝗮𝘀 𝗴𝗶𝘃𝗲𝗻 𝘂𝗽 𝘄𝗼𝗿𝗱𝘀, 𝗰𝗮𝗻 𝗸𝗻𝗼𝘄 𝘁𝗵𝗶𝘀.The story opens in September 1905, at a moment that impacts all four families, and sets them on a trajectory, sealing their fate:
Scheherazade is born, from a Mother who is high on opium, and at the same time an Indian spy arrives, sent on a secret mission by the British Empire – not that he seems to be a very good spy!

𝗜𝘁 𝘄𝗮𝘀 𝘁𝗵𝗲 𝗺𝗼𝗻𝘁𝗵 𝗼𝗳 𝗦𝗲𝗽𝘁𝗲𝗺𝗯𝗲𝗿.
𝗕𝘂𝘁 𝘁𝗵𝗮𝘁 𝘄𝗮𝘀 𝗮 𝘃𝗲𝗿𝘆 𝗱𝗶𝗳𝗳𝗲𝗿𝗲𝗻𝘁 𝗦𝗲𝗽𝘁𝗲𝗺𝗯𝗲𝗿.
𝗜𝘁 𝘄𝗮𝘀 𝗱𝗶𝗳𝗳𝗲𝗿𝗲𝗻𝘁 𝗯𝗲𝗰𝗮𝘂𝘀𝗲, 𝗼𝗻 𝘁𝗵𝗲 𝗻𝗶𝗴𝗵𝘁 𝗜 𝘄𝗮𝘀 𝗯𝗼𝗿𝗻, 𝘁𝗵𝗲 𝗰𝗶𝘁𝘆’𝘀 𝗱𝗼𝗺𝗲𝘀, 𝗺𝗶𝗻𝗮𝗿𝗲𝘁𝘀, 𝗮𝗻𝗱 𝘁𝗶𝗻𝘆 𝗵𝗼𝘂𝘀𝗲𝘀 𝘄𝗶𝘁𝗵 𝗰𝗲𝗿𝗮𝗺𝗶𝗰-𝘁𝗶𝗹𝗲𝗱 𝗿𝗼𝗼𝗳𝘀 𝘀𝗵𝗼𝗻𝗲 𝗹𝗶𝗸𝗲 𝗴𝗼𝗹𝗱. 𝗦𝗲𝘃𝗲𝗻𝘁𝗲𝗲𝗻 𝘆𝗲𝗮𝗿𝘀 𝗹𝗮𝘁𝗲𝗿, 𝘁𝗵𝗲 𝗰𝗶𝘁𝘆 𝘄𝗼𝘂𝗹𝗱 𝗯𝗲 𝘃𝗼𝗺𝗶𝘁𝗶𝗻𝗴 𝗳𝗹𝗮𝗺𝗲𝘀 𝗹𝗶𝗸𝗲 𝗮𝗻 𝗮𝗻𝗴𝗿𝘆 𝗺𝗼𝗻𝘀𝘁𝗲𝗿.

The story itself is a great historical fiction tale, and it is clear that Suman has put a lot of research and passion into The Silence of Scheherazade.I especially liked the depiction of the family units, and the culture and customs that surround them. I always love hearing and learning about other customs, and this really added to the characterisation and immersion for me. It made the families seem very real.

𝗗𝘂𝗿𝗶𝗻𝗴 𝘁𝗵𝗲 𝗳𝘂𝗻𝗲𝗿𝗮𝗹 𝗿𝗶𝘁𝗲𝘀 𝗮𝘁 𝘁𝗵𝗲 𝗰𝗵𝘂𝗿𝗰𝗵, 𝗵𝗲𝗿 𝗳𝗮𝘁𝗵𝗲𝗿 𝗵𝗮𝗱 𝘀𝘁𝗼𝗼𝗱 𝗴𝘂𝗮𝗿𝗱 𝗼𝗻 𝘁𝗵𝗲𝗶𝗿 𝗱𝗼𝗼𝗿𝘀𝘁𝗲𝗽 𝘀𝗼 𝘁𝗵𝗮𝘁 𝗵𝗲𝗿 𝗯𝗿𝗼𝘁𝗵𝗲𝗿𝘀’ 𝘀𝗼𝘂𝗹𝘀 𝗰𝗼𝘂𝗹𝗱𝗻’𝘁 𝗰𝗼𝗺𝗲 𝗶𝗻, 𝗯𝘂𝘁 𝘄𝗵𝗮𝘁 𝗴𝗼𝗼𝗱 𝗵𝗮𝗱 𝘁𝗵𝗮𝘁 𝗱𝗼𝗻𝗲? 𝗧𝗵𝗲 𝗴𝗵𝗼𝘀𝘁𝘀 𝗼𝗳 𝗞𝗼𝘀𝘁𝗮 𝗮𝗻𝗱 𝗠𝗮𝗻𝗼𝗹𝗶 𝗵𝗮𝗱 𝗰𝗼𝗻𝘁𝗶𝗻𝘂𝗲𝗱 𝘁𝗼 𝗵𝗮𝘂𝗻𝘁 𝗲𝘃𝗲𝗿𝘆 𝗻𝗼𝗼𝗸 𝗮𝗻𝗱 𝗰𝗿𝗮𝗻𝗻𝘆 𝗼𝗳 𝘁𝗵𝗲 𝗵𝗼𝘂𝘀𝗲 𝗳𝗼𝗿 𝘁𝗵𝗿𝗲𝗲 𝗮𝗻𝗱 𝗮 𝗵𝗮𝗹𝗳 𝘆𝗲𝗮𝗿𝘀.

The scenery and settings are also beautifully portrayed by Suman, and give a real sense of time and place.
The atmosphere that these descriptions add feels tangible, and really contributes to the reader’s engrossment in the story.𝗜𝗻 𝘁𝗵𝗲 𝗺𝘂𝗴𝗴𝘆 𝗽𝗼𝗼𝗹𝘀 𝗼𝗳 𝘁𝗵𝗲 𝗻𝗲𝗶𝗴𝗵𝗯𝗼𝘂𝗿𝗶𝗻𝗴 𝗴𝗮𝗿𝗱𝗲𝗻𝘀 𝗳𝗿𝗼𝗴𝘀 𝗵𝗮𝗱 𝗹𝗼𝗻𝗴 𝘀𝗶𝗻𝗰𝗲 𝗮𝘄𝗮𝗸𝗲𝗻𝗲𝗱 𝗮𝗻𝗱 𝗯𝗲𝗴𝘂𝗻 𝘁𝗼 𝗰𝗿𝗼𝗮𝗸. 𝗚𝗿𝗲𝘆 𝗰𝗹𝗼𝘂𝗱𝘀, 𝗵𝗮𝘃𝗶𝗻𝗴 𝗱𝗿𝗮𝘄𝗻 𝘁𝗵𝗲𝗶𝗿 𝗹𝗼𝗮𝗱𝘀 𝗳𝗿𝗼𝗺 𝘁𝗵𝗲 𝘀𝗲𝗮, 𝘄𝗲𝗿𝗲 𝘀𝗰𝘂𝗱𝗱𝗶𝗻𝗴 𝘁𝗼𝘄𝗮𝗿𝗱𝘀 𝘁𝗵𝗲 𝗺𝗼𝘂𝗻𝘁𝗮𝗶𝗻𝘀, 𝗯𝗮𝘁𝗵𝗶𝗻𝗴 𝘁𝗵𝗲 𝗰𝗶𝘁𝘆 𝗶𝗻 𝗮𝗻 𝘂𝗻𝘂𝘀𝘂𝗮𝗹 𝗹𝗲𝗮𝗱𝗲𝗻 𝗹𝗶𝗴𝗵𝘁.

The tension and heightened anxiety of a city and community on the cusp of World War 1 are well captured by Suman.
There is a sense that there is turmoil throughout Smyrna, but also further abroad, and that some big changes are coming.
This sentiment feels like it is forever present, as there is still discontent the world over, from both the young and the old.𝗜𝘁 𝗶𝘀𝗻’𝘁 𝗼𝗻𝗹𝘆 𝗵𝗲𝗿𝗲 𝘁𝗵𝗮𝘁 𝗶𝘀 𝗮𝗳𝗶𝗿𝗲, 𝗯𝘂𝘁 𝘁𝗵𝗲 𝘄𝗵𝗼𝗹𝗲 𝘄𝗼𝗿𝗹𝗱. 𝗦𝘂𝗹𝘁𝗮𝗻𝘀 𝗮𝗻𝗱 𝗸𝗶𝗻𝗴𝘀 𝗰𝗮𝗻𝗻𝗼𝘁 𝗵𝗼𝗹𝗱 𝗼𝗻𝘁𝗼 𝘁𝗵𝗲𝗶𝗿 𝗽𝗼𝘀𝗶𝘁𝗶𝗼𝗻𝘀. 𝗧𝗵𝗲 𝘆𝗼𝘂𝗻𝗴 𝗮𝗿𝗲 𝗱𝗶𝘀𝗰𝗼𝗻𝘁𝗲𝗻𝘁𝗲𝗱 𝗲𝘃𝗲𝗿𝘆𝘄𝗵𝗲𝗿𝗲. 𝗪𝗶𝘁𝗵𝗼𝘂𝘁 𝗰𝗵𝗮𝗻𝗴𝗲, 𝗳𝗼𝗿𝘁𝘂𝗻𝗲’𝘀 𝘄𝗵𝗲𝗲𝗹 𝗰𝗮𝗻𝗻𝗼𝘁 𝘁𝘂𝗿𝗻.

Scheherazade herself is a very interesting character. She is a mute, and grows up as a witness to the grief, death and destruction that is enacted on her city.
In a similar way to her namesake (the narrator of One Thousand and One Nights), she presents her story to us, so that we too can bear witness to the destruction of her city.

𝗔𝗵, 𝗵𝗼𝘄 𝘁𝗵𝗲 𝗧𝘂𝗿𝗸𝘀 𝘄𝗼𝗿𝘀𝗵𝗶𝗽 𝗘𝘂𝗿𝗼𝗽𝗲. 𝗘𝘂𝗿𝗼𝗽𝗲 𝘀𝘂𝗰𝗸𝘀 𝘁𝗵𝗲 𝗺𝗮𝗿𝗿𝗼𝘄 𝗳𝗿𝗼𝗺 𝘁𝗵𝗲𝗶𝗿 𝗯𝗼𝗻𝗲𝘀 𝗮𝗻𝗱 𝘀𝘁𝗶𝗹𝗹 𝘁𝗵𝗲𝘆 𝗰𝗿𝘆 𝗳𝗼𝗿 𝗘𝘂𝗿𝗼𝗽𝗲. 𝗟𝗼𝗼𝗸 𝗮𝘁 𝘁𝗵𝗲 𝗽𝗶𝘁𝗶𝗳𝘂𝗹 𝘀𝘁𝗮𝘁𝗲 𝗼𝗳 𝘁𝗵𝗲 𝗴𝗿𝗲𝗮𝘁 𝗢𝘁𝘁𝗼𝗺𝗮𝗻 𝗘𝗺𝗽𝗶𝗿𝗲. 𝗪𝗵𝗮𝘁 𝗮 𝘀𝗵𝗮𝗺𝗲.I’d recommend The Silence of Scheherazade to fans of historical fiction, as it is an interesting and beautifully told story.

Dünya Ağrısı ve Erleichda

PHOTO-2019-05-15-21-38-38-1-1170x575
Okumak iyi Gelir

Ayfer Tunç’un kitabıdır Dünya Ağrısı. Beni etkileyen tüm kitaplar gibi onu da en az üç defa okudum. Yazar, biçimi ve içeriğiyle madem beni etkilemiştir, bunu nasıl yaptığını anlamak için sevdiğim kitapları sar baştan okurum. O dünyayı nasıl kurmuştur, kurgunun yapısı, diyaloglar nasıl ilerler? O atmosfere benim de girmem için hangi yollara başvurmuştur? İkinci ve hatta üçüncü okumalarda bunları keşfederim. İlk okuma kaba temizlik gibi bir şeydir. Esas lezzet, şimdi ne olacak merakı dindikten sonra damağa yayılır. Metaforlar ve yazarın hüneri, incelikleri ve zekâsı, diğer edebi yapıtlara göndermeler, kısacası romanın, öykünün ruhu ancak tekrar okumalarda ortaya çıkar.

Ayfer Tunç’un bir atmosferden yola çıkarak yazmaya başladığını biliyorum. Belki bu yüzden, belki de tanrı vergisi bir iç/dış gözlem kabiliyeti sayesinde bu konuda çok başarılı. Atmosferi ben de önemserim. Bir romana, bir öyküye başlamadan önce benim de hayalimde ilk beliren şey tüm hisleriyle bir sahnedir. O sahnede kimlerin yer aldığını bilmesem bile, başladığım hikâyenin neyi anlatacağını hayal meyal o atmosferin verdiği ipuçlarıyla sezerim. Doğum sahnesiyle başlayan ve bebeğin yitirişiyle açılan Emanet Zaman’ın bir kaybın içinden sancıyla doğan bir kentin (kozmopolit Smyrna’dan ulusal İzmir’e) hikayesi olacağını hissediyordum. Şimdilerde de muhayyelimi ufak ufak dürten bir imge var: Tarlabaşı’nda bir bina. Terk edilmiş. Yıkılmak üzere. O boş binadan içime dolan hislerden başka bir ipucum yok. Hayır, bu doğru değil. Elimde bir şey daha var. İki yıl: 1986 ve 1964. Bu kadar. Bir romana başlamak için yeter de artar bile.

Ama şimdilik o roman dursun. Durduğu yerde pişsin. Dinlensin. Demlensin. Bu imgeler bir defa düştü mü insanın aklına, hayat ona durmadan malzeme yollar. İşaretler. O döneme, o konuya ait sorular, fotoğraflar, yazılar, kitaplar, anılar başlar yağmaya. O kadar ki, bu hikâyeyi benim dile getirmem tanrıların arzusu (veya lütfu) demeye gelirsiniz. Ben şimdi oralarda bir yerdeyim. Başka bir kitap yazıyorum aslında. Şimdi size ipucu vermeyeyim. Tohumu muhayyileme geçen yaz düşen bir hikâye. Korona pandemisi de, işaret mi istemiştin, al sana işaret, dercesine geldi, bu hikayenin yazılış döneminin ortasına bomba gibi düştü. Kitap çıkınca siz de ne demek istediğimi anlayacaksınız. Ben sadece Margaret Atwood’un Antilop ve Flurya (Oryx and Crake) adlı romanıyla konuşan bir öykü yazmak istemiştim. Tanrıların planı başkaymış. Nihayetinde ortaya çıkan eseri bu sene bitmeden siz de okuyacaksınız diye umuyorum.

Ayfer Tunç’un Dünya Ağrısı‘nda okuru çarpan ve hikâyenin çekirdeği diyebileceğim bir sahne vardır. Kitap elimin altında değil, içimde kaldığı haliyle size aktaracağım. Romanın ana karakteri Mürşit ki tüm hayatı boyunca dünya ağrısı dediği şeyi çekmiş bir adam. Bir taşra kentinde, bize Anayurt Oteli‘ni hatırlatan ve (o da) babadan kalma oteli işletiyor. İçi sıkılıyor. İçi hep sıkılıyor. Tunç bu sıkılmayı öyle güzel aktarıyor ki, hepimizin içi Mürşit ile beraber sıkılıyor. O otelin atmosferi ve taşra sıkıntısı atmosferden ruhumuza sızıyor. Bir tarafımız Mürşit’e haydi be adam çık bu bunalımdan, oğluna devret oteli, git hayalindeki hayatı yaşa diye isyan ediyor. Diğer tarafımız ise biliyor. Öyle bir hayat ve öyle bir ihtimal aslında yok. Mürşit, hikâyenin sonunda oteli sahiden de Özgür’e teslim ederken dünya ağrısından kurtulacak değil. Bunu da tam içimizde biliyoruz. Biliyoruz, çünkü yazar bizim içimizdeki dünya ağrısını, tıkıştırıp ağzını kapattığımız kutusundan, kuytusundan, köşesinden çeke çeke çıkartıyor. (Şimdi hatırlıyorum, Dünya Ağrısı‘nı ilk okuyuşumda defalarca elimden bırakıp, sonra yeniden başladığımı.)

Çarpıcı sahne şu: Mürşit ile kızı, bir akşam balkonda oturuyorlar. İçeride klasik aile yemeği yenmiş, tabaklar masada, baba kız balkondalar. Mürşit sigara içiyor, kızını hatırlamıyorum, o sigara içmiyor galiba. Mürşit diyor ki, içim ağrıyor. Sonra telaşlanıyor, kızı yanlış anlayacak, babasını hasta sanacak diye. Kızı doğru anlıyor. Benim de ağrıyor baba, diyor. Herkesin içi ağrıyor. Sakince, dünya ağrısının bir tek Mürşit’e has olmadığını ona hatırlatıyor. Hikâye tam burada kırılıyor. Mürşit eğer bir nebze dünya ağrısından özgürleşiyorsa o da bu anda oluyor. Bu ağrıyı insanlığın tamamı ile çektiğini kavradığında.

Dün annemden bir mesaj geldi. Ben buradan çok sıkıldım. İstanbul’da evine tıkılmış tüm akranları gibi annem de sabah kalkıp bir amaçla giyinip sokağa çıktığı günlerin ritmini, rutinini özlüyor. Bu rutinden mahrum kaldığı günlerinde hayat anlamını yitiriyor. Neden yaşadığını bile soruyor. Elimde kalan hayat bu mudur yani artık, diyor. Annemin içi ağrıyor. Ben de Mürşit’in kızı gibi konuşayım: Benim de ağrıyor anne. Hepimizin içi ağrıyor. Aklımızı dağıtan, ağrımızı uyuşturan hayaller bir süreliğine rafa kalktı.  Onların rafa kalktığı anlarda gerçek tüm çıplaklığıyla arzı endam etti. Çünkü elimizde bu hayattan başka bir şey yok. Bu gerçekten gözümüzü kaçıramıyoruz. Bu hayat tüm angaryalarıyla yavan bir şey. Beklediğimiz o diğer hayat yoksa, bu şimdiki dayanılır şey değil.

Beklediğimiz o diğer hayat aslında yok. Dünya ağrısı da tam bu, kanımca. Sabahları kahvemi hazırlayıp, balkon kapısının önündeki koltuğa oturuyorum. Bu hafta Tom Robbins’in Parfümün Dansı‘nı okuyorum. (3. defa). Okurken Himalayar’ı hayal ediyorum. Bir gün Himalayalar’a tırmanacağımı. Alobar ile Kudra’nın karşılaştıkları tepelerden dünyaya bakacağımı… Sonra biliyorum. Böyle bir hayal hiç yaşanmayacak. Bakmakla yükümlü olduğum MS hastası bir eşim var. Onu bırakamam. Ama o olmasaydı, başka bir şeyim olacaktı. Bir çocuğum olacaktı belki. Ya da her gün gitmem gereken bir işim. Belki param olmayacaktı. Veya vaktim. Veya gücüm.

Veya gittim diyelim, çünkü Himalayar’ın çok yakınına, Rişikeş’e, Haridwar’a gittim yıllar önce. O hayatın balkon önünde hayal edildiği gibi olmadığını da biliyorum. Araba teyplerinde bağırta bağırta Bollywood soundtrackleri dinleyen şoförlerin çılgınca sürdükleri minibüslerde, arkası açık kamyonetlerde, uçuruma kırk beş derecelik açıyla eğilerek yol almak, kimsenin kapatmayı akıl etmediği pencerelerden öndeki otobüsün egzoz dumanını, bitmeyen motosikletin vızıltısını ve minibüsü sağlayan arabaların korna gürültüsünü (çünkü please honk!) çekmek demek Himalayalar biraz da!

İster istemez elimdeki hayata dönüyorum. Bildiğim tüm kadınlar gibi ben de ev işlerinden bunaldım. Yatak toplamak, bulaşık makinesi boşaltıp doldurmak, çamaşır yıkayıp asmak, bir gün ütülenir diye bir köşeye bir ütülenecekler dağı dikmek, sonra Bey’in filanca tişörtünü veya mutfak çekmecesinde artık bulamadığımız temiz mutfak havlusunu bulmak için o dağı deşmek ve dağıtmak, yerleri süpürmek, her gün hiç yılmadan biriken tozu almak, kahvaltı sofrası kurmak, kaldırmak, sonraki yemeği düşünmek, eksikleri tespit edip alışverişe çıkmak, eve dönüp yemeği pişirmek, kurmak, kaldırmak ve tüm bunların arasında biraz yürümek ve azıcık da olsa yazmak, üretmek için zaman açmaya uğraşmaktan bitkin düşmüş durumdayım. Elimdeki hayat bu. Bunu anlayınca dehşete kapılıyorum bazen. Benim burada çok içim sıkılıyor. Hepimizin sıkılıyor anneciğim. Hepimizin. Dünya ağrısı bu. Almancası da varmış, sen daha iyi bilirsin aslında. Ama işte hepimizin bu ağrıyı çektiğini bilince, bir şey oluyor, ağrı kırılıyor sanki. Evlerdeki yalnızlığın tüm insanlık tarafından paylaşıldığını hatırlayınca insan bir hafifliyor sanki.

Ben de işte bu yüzden yazıyorum. Dünya ağrısının yatışmasına belki benim satırlarım da katkıda bulunur. Ne de olsa, bu haftanın kitabı olan Parfümün Dansı’nın ana fikridir Erleichda. Hafifleyin anlamına gelir. Zamanın ötesinde yaşayan varlıkların insanlığa bir mesajdır Erleichda. Hafifleyin. Kitap da böyle biter.

 

Bu yazının orjinali Doğan Kitap’ın Okumak İyi gelir adlı bloğunda yayımlandı.

Defne Suman yazdı: Dünya Ağrısı ve Erleichda

 

 

 

 

Korona Günlerinde Ölüm üzerine

fullsizeoutput_11f8
Foto: Kokia Sparis

Gökteki yıldızların durumu iyice mi vahimleşti nedir, bizim burada durumlar büsbütün karardı.

Bey hastalandı. İki akşam önce gece diş ağrısıyla başlayan bir ateş tüm vücudunu sardı. İki gecedir hiç uyumadık. Sabah zar zor kalktı ama başını bile dik tutamıyordu, tekrar yatırdık. MS hastası olduğu için bedeninin yüzde 95’ini zaten kullanamıyor. Ateşlenince bir de hepten kaskatı kesiliyor, dizi kilitleniyor, parmakları içine kıvrılıp pençe oluyor, yatsa sağdan sola dönemiyor, otursa gövdesini, başını taşıyamıyor, dengesini kaybedip tekerlekli sandalyenin üzerinde oturduğu yerden yana devriliyor. Tuvalet, su içirmek, ilaç yutturmak, yemek yedirmek meşakatli işlere dönüşüyor. İyi ki annesi de bizde kalıyor da, beraber bakıyoruz, bacakların bir ucundan ben, omuzlardan o tutuyor, kaldırıp oturtuyoruz, yatırıyoruz. Zor günler.

Dün sabah ateşli uyanınca sizin gibi biz de korona mı diye telaşa kapıldık. Ama düşmeyen ateş haricinde COVD19 semptomları göstermiyor. Boğazı ağrımıyor, nefes darlığı çekmiyor, burnu bile akmıyor. Biz de hastaneye koşmadık. Zaten koronanın ateş sınırı 38,2ymiş. Bu sabah uyandığımızda Kokia’nın ateşi 38,4’e fırlamıştı gerçi ama hemen sonra indi. Bizim ikimizin de sağlıklı günlerde ateşimiz 35,5 derece civarında seyrediyor. Ben de ateşim 37dereceye çıksa, yatak döşek olurum. Hiç ayakta geçiremem ateşli hastalıkları. Ama muhtemelen pek çoğunuz, normal ateşinizin 2-3 derece üstündeki ateşle faaliyet gösterebiliyorsunuzdur. Bir çok tanıdığım 38 ateşle sokağa çıkar, yürür, ders verir. Ben 38 ateşle sadece sanrılar görürüm. Kokia da o durumda şimdi. Yatırdık. Gözlerini yumdu, kalas gibi uzandığı yerde sızdı.

Lütfen dualarınızı üzerimizden eksik etmeyin.

Biraz önce Kokia’nın başında otururken Rober Koptaş’ın yazısını okudum. Facebook’ta da paylaştım, o zaman da söyledim: Ülkenin kederini, kaderini kayıplarını, ruhunu  sağlam ve çok dokunaklı bir biçimde gözler önüne seren bir yazı. Buraya bağlantısını koyuyorum. Lütfen okuyun, okutun.

Yıllardır, romanlarımda ve edebiyat dışı kitaplarımda, yazılarımda tutulmamış yasların, dökülmemiş yaşların sonraki kuşaklarda nasıl bir çaresizlik, kopukluk ve delilik olarak ortaya çıktığını anlatmaya çalıştım. Bu yazı da tam bu noktaya değiniyor.

“Öteki türlüsü, kuşaklar boyunca bizi huzursuz edecek, kuşaktan kuşağa aktarılacak, yarın bizi, öbür gün çocuklarımızı, daha öbür gün onların çocuklarını, onları çıldırtanın ne olduğunu bir türlü bilemedikleri çaresizliklere sürükleyecek bir delilik hali olacak.”

Bütün gün sayılar duyuyoruz. Türkiye’de kaç kişi ölmüş? Yunanistan’da? İtalya Çin’i geçmiş. ABD İtalya’yı da geçecekmiş. Her bir sayı bir can. (Çin büyükelçisinin konuşmasını çok şansa, İstanbul’da bindiğim bir  takside duymuştum. Onlar sayı değil can, demişti mükemmel Türkçesiyle) Her bir canın etrafına yayılmış, sevdikleri var. Aİlesi, dostları. Her birimiz bu evrende eşsiz ve çok kıymetli bir yer tutuyoruz. Birimiz kayıp gittiğinde onun yerinde doldurulamaz bir boşluk oluşuyor. Bir yakınını kaybetmiş herkes bu duyguyu bilir: Babamın ölerek hayatımda boşalltığı yeri kimse dolduramaz. Babam diye söylemiyorum. Büyük halam Saadet’in, nenemin, dedemin, kazalarda ölen Murat isimli iki arkadaşımın, intihar eden bir dostum ile bir eski sevgilimin yerini de başka dostlar, sevgililer, aşklar, akrabalar tutamaz. Herkes bu evrende biricik ve eşsiz bir yer işgal eder. O yeri terk-i diyar ettiğinde, o yer artık dolmaz. Boşluğa alışılır mutlaka. Çekilmiş bir dişin boşluğuna alışıldığı gibi, ama o yer dolmaz. Dolamaz. Çünkü o yer sadece bir kişiye aittir. (Bu yüzden derler ki bir kaç aylıkken ölen bebeklerin hemen sonrasında doğan ikinci bebekler kendi hayatlarını yaşıyor gibi hissedemezlermiş hiç. Yası tutulmamış bir kaybı yamamak için aileye gelmişiz hissinden kurtulamazlarmış.)

YAnımda kaskatı yatan eşime bakarken ya şimdi ölürse diye düşünüyorum. Bu düşünce bana yabancı değil. Hasta bir insanla beraber yaşadığınızda, ölüm sık sık mevzu bahis olur. Onu bakıcımızla bırakıp İstanbul’a derslerimi vermeye gittiğimde düşünmeden edemem: Ya bu kadın, banyoya sokarken bizim Bey’i düşürürse, başını çarparsa, ölürse? Ya bu kadar hareketsiz bir vücutta bu kalp artık dayanamayacağım der ve durursa? Ya bu, bir başkasına vız gelecek ateş iç organlarını harab eder bitirirse? Ölümü aramızda sık sık konuşuruz. Eşlerden birisi diğerinin ölümünü görecektir. Bunu kavramak çok zor da olsa, bu gerçektir. Kim kiminkini görecek acaba diye konuşuruz. Olasılık hesapları mantığımızın almadığı bir düzende  çalıştığına göre bu sorunun yanıtını asla bilemeyiz.

Ancak şunu biliyorum: İnsan yakınlarının ve kendinin ölümünü sık sık düşünmeli. Ölümsüz olduğumuza dair duyduğumuz tuhaf inanç, yanılsama, kibirli, kavgacı ve kıymet bilmez tarafımızı keskinleştiriyor. Kişisel, egosal sebeplerden, ben haklıydım, o haksızdı vs gibi petite kavgalardan arası açılan dostların, bir tanesinin ölüme yaklaşması anında nasıl da gerçeği kavradıklarını unutmayın. Gerçek sevgidir. Bunu, Atina Günlükleri’ne başladığımda yazmıştım. Yoganın bizim hoca tarafından verilen tanımında, yoga ruhu ruh olmayan her şeyden ayıklamaktır, denir. Hınçlar, kinler, gücenmeler, onlara tutunmazsanız gelir, giderler. Sevgi, ona tutunmazsanız bile kalır, onu fark edeceğiniz günü bekler.

Tüm kayıplarımın yasını doya doya çekmek isterim. İntihar eden eski sevgilimin cenazesine gitmedim diye bugün hâlâ dövünürüm. O yüzden midir nedir, bir türlü vedalaşamadım. Onunla ilgili bir şeyler yapmalı, belki bir öykü yazmalı, yazıya bir anıt dikmeliyim diye düşünür dururum. Oysa pek kimsenin bildiği bir sevgilim bile değilldi. Babamın cenazesine yetişmek benim için çok önemliydi. Tüm ritüelleri sonuna kadar yerine getirmek için takıntılı bir çaba sarfettiğimi biliyorum. Yine Rober Koptaş’ın yazısından bir alıntı yapacak olursam” “Buralarda da, başka yerlerde de, insan evladı ölümü en çok ritüellerle idrak eder. Bizimkiler kilisede kahve içip helva yer mesela. Sizler evlerde, sanki o an tek ihtiyaç yemekmiş gibi konu komşu, hısım akraba çorbaya kaşık sallarsınız. Ölüler gömülür, gözyaşları dökülür ve hayat sürer gider.”

Bugün korona virüsünün aldığı canların arkasından cenaze töreni yapılmıyor ve yakınlarına yas tutma hakkı tanınmıyorsa, evet Saroyan’ın dediği gibi “Birileri yazmalı. hakkında bir şey yazılmadan kimse bu dünyadan göçüp gitmemeli.” Ben de bu minicik bloğumda yazarak ve birilerini belki de uyandırarak tarihten silinen, adları bilinmeden gömülen insanların hikayesinin, insanlığa geri kazandırılmasına katkıda bulunurum.

Bugünkü yazıyı yine Koptaş’la bitiriyorum:

“…neticede biz de insanlığın bir parçasıyız, benzer dertlere benzer dermanlar aramak muradındayız. Ölülerimizi gömmek, başlarında iki damla gözyaşı dökmek, onları hak ettikleri şekilde anmak da dermanın kendisi.”

Yarın yine yazarım….

Ben yazarken şunu dinledim, siz de okurken dinleyebilirsiniz.

 

 

 

 

Korona Günlerinde Atina 4

16 Mart 2020

Atina

IMG_1245Herkese merhaba!

Hafta sonunda bloğa ara verdim. Tüm yazı enerjimi geçen ay başladığım öyküye yoğunlaştırdım. Bugün öğleden sonrayı da Eylül Konukları ile geçireceğim. Mart sonuna bitimek istiyorum. Ayrıca iki yazı projesi daha var elimde. Bir tanesi çeviri ve diğeri de bir makale. Tüm bunlar sizi ihmal edeceğim anlamına gelmiyor. Ama şöyle bir şey oldu: İstanbul’daki 27 Mart-5 Nisan arasındaki derslerimi iptal ettim tahmin edersiniz ki. Bu dokuz günlük süre zarfında 34 saatlik dersim vardı, toplam 4 ayrı gruba dağılmış 120 adet öğrenci. Atina’dan İstanbul’a ve İstanbul’dan Atina’ya uçuşlar henüz iptal edilmediyse de 120 kişilik bir sanganın (aynı hocanın -bilginin- etrafında maneviyata dair bilgi edinen insanlar grubuna yogada verilen isim) lideri olarak atmam gereken mutlak adım buydu. (Liderler konusuna yarın geleceğiz.) Hal böyle olunca, benim “normal” şartlar altında on yedi gün süren Atina günlüklerimin süresi bir bilinmeze doğru uzadı. Bir sonraki İstanbul seferi 20 Nisan’a ayarlı. Bu, gerçekleşecek mi bilmiyoruz. Şimdilik günlüklerimizin 20 Nisan’a kadar süreceğini varsayalım. Eh, bir hafta sonu arası vermek münasiptir o zaman. 20 Nisana kadar hafta içi her gün size yazmaya çalışacağım. Yorumlarınız için ayrıca teşekkür ederim. Beni yazmam konusunda cesaretlendiriyorsunuz ve esin veriyorsunuz.

(Buraya bir not düşeyim hızlıca: Bu blog yazılarını sosyal medyada paylaşıyoruz, evet ama ben sosyal medyaya bakmıyorum. Oraya bu yazıları asistanım Nazlı koyuyor. Eğer oradan bana mesaj yazarsanız, göremeyebilirim. Daima en sağlıklısı bana email yazmanız. (sumandefne@gmail.com)

Sizin olduğunuz yerde durumlar tam olarak nasıl bilmiyorum. Bizim Atinamızda, Cumartesi sabahı itibarı ile tüm cafeler, restoranlar kapandı. Cuma günü bu, hâlâ işletmenin seçimiydi, cumartesi sabahı yasal olarak yasak kondu. Eğer cafenizi açacak olursanız polis ceza kesiyor. Hatta hapse giriyorsunuz.  Dükkanlara da her 10 metrekareye bir kişi girecek şekilde izin var.Mesela bizim manav 10 metrekare bir yer, ben içerideysem diğer müşteriler dışarıda, sıra bekliyorlar. Ben çıkınca bir diğeri giriyor.

Benim gidecek kahvem kalmayınca Cumartesi ve Pazar sabahları yarım saat parka indim. Herkesler dışarı çıkmış koşuyor, köpek gezdiriyor, çocukların peşinden koşuyor. Aslında cümbür cemaat parklarda, bahçelerde, plajlarda gezmemiz de sakıncalı. İspanya’da parklar da kapanmış. Burada da çocuk bahçelerinin kapıları mühürlendi. Okullar iki haftadır kapalı. (Analar babalar çıldırma aşamasında, çocuklar duvarlara tırmanıyor.) Ben bisikletim ve defterimle inmiştim parka. Bir bankın kenarına ilişip (elimde eldiven) öyküm için notlar aldım.

İçinizdeki yazar ve yazar adaylarına, evde oturdukları süre boyunca akıllarındaki o öyküyü nihayet yazmaya niyet etmiş olanlarınıza buradan bir iki kelam edeyim müsadenizle. Güzide parkımız Pedion tou Areos’un dev selvileri altındaki bir bankta iki büklüm eğilmiş, kucağımdaki defterime öykümle ilgili notlar alırken şunu iyicene idrak ettim: Mürekkep kağıda geçmedikçe ilham gelmiyor. Ağaçları, çocukları, köpekleri seyredin, rüzgar yaprakların arasından hışırdayarak geçsin, dallarında turunçlar mis koksun, bir yerlerden kilise çanları ya da ezan sesi gelsin.. Bunların hepsini beş duyunuzla içinize çekin ama yazmaya başlayacağınız zaman elinize kalem alın. Oturduğunuz yerde ne yazacağınızı düşünmeyin yani. Kalemin kağıda dokunduğu anda oluşan bir simya var. O simyadan hiç bilmedik öyküler, fikirler, duygular doğuyor. Ancak mürekkep kağıda geçtiğinde insanın en derininde saklı, kendinin bile bilmediği inanışları, hisleri ve hatta anıları su yüzüne çıkıyor. Bu, nasıl oluyor bilmiyorum. Ama cumartesi sabahı hava kirliliği iyice azalmış şehrimizin en büyük parkında defterime yazarken bunu bizzat yaşadım.

Bilgisayar olmaz mı? Aynı simya bilgisayarda oluşmuyor. En azından benim için. En azından başta. Bu yüzden tüm romanlarımın başlarını ve kilit bölümlerin açılışlarınıdaima defterime yazarım. Boş bilgisayar ekranına bakacağınıza elinize kalemi, kağıdı alın ve yazmaya koyulun. Mükemmel bir şey yazmaya da çalışmayın. Toprağı kazıyorsunuz önce. Toprak altından çıkan parçayı mükemmelleştireceğiniz yer bilgisayar ekranı olacaktır.

Hazır evdeyken ne zamandır istediğim A’ya, B’ye, C’ye başlayayım diyenlerinize de bir kaç önerim var. Aslında önerim hepinize. Hafta içi gündüzleri çalışanların hayali vardır ya, şu işi bırakayım da zamanımın efendisi ben olayım, dersiniz hani… İşte o hayal ettiğiniz hayat bu. Ben bunu senelerdir yaşadığım için müsadenizle yaşantılarımdan yola çıkarak bir kaç öğüt vereyim.

Kendinizi istediğiniz gibi değerlendireceğiniz bomboş bir günde bulduysanız, size ilk öğüdüm derhal bir rutin yaratın. Rutin sadece yaratıcı faaliyet için değil, sağlımız ve yaşadığımız şu zamanlarda kuvvetine en çok muhtaç olduğumuz bağışıklık sistemimiz için de çok önemli. Korkunun karşısına rutini koyabilirsiniz. Yoga öğrencileri bilirler vritti (zihin gevezelikleri) karşısına apana’yı (aşağı akan ve boşaltımı düzenleyen enerji) koyarız. Apana ritmi düzenler ve ritim apanayı uyandırır, tıkandığı yerde harekete geçirir. Rutin ve korku arasında da benzer bir ilişki var ve hatta daha fazlası. Yoga ve Ayurveda’dan kavramlarla açıklamaya çalışayım. Korku, kaygı, endişe, panik gibi duygular vata bozukluğuna dair duygular. Vata hava fazlası demektir. Hava tabiatı itibari ile hafif, uçucu ve hareketlidir. Kurutur ve içine dolduğu maddeyi yükseltir. Olumsuz düşünceler ve duygular sistemi hızlandır, kaygı korkuyu, korku paniği besler, vata artar.  Nefes daralır, vücut hissedilmez olur, tüm enerji beyine ve zihnin kontrol takıntısına aktarılır. Zihin kontrol etmek ister. Belirsizlik karşısında kontrolü yitirdiğince kendini kaybedebilir. O yüzden panik anlarında zihne kontrol edebileceği bir şey sunmak gerekir. Mesela nefes. Nefesi kontrol edebiliriz. Yavaşlatabiliriz. Vücutta oluşan hislere dikkatimizi çevirebilirsek vata durulur, panik yatışır. Bu, duygulardan kaçmak anlamına gelmiyor. Aksine duygu hakkında düşünüp, ona devamlı çözüm aramaktansa vücudumda, karnımda, kalbimde, yere basan ayaklarımda oluşan hisleri hissettmek. Bu paniğimizi yatıştıracaktır.

Rutin konusuna gelecek olursak… Zamanın efendisi olmak, yine vata tabiatlı zihni dizginlemek anlamına geliyor. Üretken ve tatminkar bir gün geçirmek istiyorsanız zamanı küçük parçalara bölün. Ben minimum 24 dakikalık (yogada bir ghatika) konsantrasyon aralıklarıyla çalışırım. Mesela bu blog için notlarımı 24 dakika boyunca defterime aldım. Alarm çaldı. Kalktım, 5 dakika eşimin tuvaletten kalmasına yardımcı oldum ve tekrar odaya kapandım. Alarmı bir daha kurdum. İkinci yirmi dört dakika da bilgisayara yazıyorum. Bu ghatika bitince kahvaltı sofrasını ve mutfağı toplayacağım. Üretken aralıklara öncelik verin. Ev işleri üretken dilimlerden yemesin. Önce evi toplayayım, sonra rahat rahat masamın başına geçeyim demeyin. İnsan evi toplarken yoruluyor, zihinsel enerjisi kalmıyor. O yüzden önce yazın (ya da ne yapıyorsanız onu yapın) sonra evi toplayın. Bir öykünün ortasında ghati bittiyse, evi toplarken de zihin üretmeye devam eder. Önce üretin, sonra ev işlerine bakın. Tüm günü evde geçiren bir kadın için ev işi hiç bitmez. Ev sizden hep bir şeyler ister. Her istediğini tek seferde vermek zorunda değillsiniz. Benim önerim 116 dakika (5 dakikalık aralarla 4 ghatika) çalıştıktan sonra 116 dakika ara vermeniz. O arada da fiziksel işler, ev işleri yapın. Beyin dinlenirken de yaratmaya devam ediyor. 4 ghatika başta çok geliyorsa 2 ghatika ile başlayın veya bir ghatika ile. Önemli olan bu ghatika süresince elinizdeki iş dışında HİÇBİR ŞEY ile ilgilenmemeniz. Telefon kapansın. İnternet kapansın. (Müzik dinlemeyi seviyorsanız, müzik çalabilir.)  Kapılar kapansın. Bunca kapanmaya bir ghati’den uzun dayanamıyorsanız, en azından 24 dakika elinizdeki işe konsantre olmayı deneyin.

Korona günleride, evde oturuyorsanız (ki umarım oturuyorsunuz- virüsü yayılışını yavaşlatmak şu anda insanlığın en önemli görevi, lütfen siz de üzerinize düşeni yapın ve salgına katkıda bulunmayın) her gün aynı saatte uyanın, yoganızı, kahvaltınızı aynı saatte edin. Rutinler vatayı yatıştıracaktır. SOsyal medyada olur olmadık makaleleri okumak ise vatayı, kaygıyı, paniği arttıracaktır. Yaratıcı bir iş olsun elinizde. Merkezde o dursun. O iş şimdilik sizin hayat amacınız olsun. Enerjinizin büyük bir kısmını oraya aktarabilirseniz, evrenin iş birliği içinde size kaynak yarattığını göreceksiniz. Lütfen dağılmayın. Vata rüzgarının peşinde savrulmayın. Beraber kalın. Merkezde kalın. Nefes alın, nefes verin.

Yarın görüşmek üzere,

Defne. Gölge

 

 

 

 

Mart 2020 Etkinlikleri

İstanbul’dan herkese merhaba!

Ben sağ salim Dersaadet’e vardım ve yoga öğrencilerim ve ailemle buluştum. Mart ayına girmemize bir kaç saat kala size İstanbul’da kalacağım bir hafta boyunca nerelerde buluşabileceğimizi yazayım:

UNADJUSTEDNONRAW_thumb_41b93 Mart Salı Kış Masalları

Piyano dinletisi eşliğinde biricik romanım Emanet Zaman’ı okuyorum. Şömine, çay, kış, şarap, usta piyanist Fatma Ş. Pınarbaşı’nın Emanet Zaman’ın bölümlerine uygun olarak seçtiği nefis ezgiler… Bu etkinliğe zaten kaydolduğuysanız bu Salıyı unutmayın.

Emanet Zaman’ı okuduysanız ve bu salı gelmek dileğindeyseniz bana yazınız. (sumandefne@gmail.com)

Salı, 19:00 Kurtuluş Son Durak

 

5 Mart Perşembe 19.00

İstanbul Edebiyat Evi Kıraathane’de Sohbet

IMG_4828

Dostum, ilk editörüm ve yeni kitabımın genel yayın yönetmeni Çağlayan Erendağ ile yeni kitabım İnsanlık Hali’ni konuşuyoruz. Yoga, evlilik, ilişkiler, kadınlık, seyahat, yazarlık toplum ve daha nice konuları ele alacağız. Yerimiz kısıtlı. Mutlaka rezervasyon yaptırın.

30Ocak2020--DefneSuman--4

5 Mart 202

Perşembe, 19:00

İstanbul Edebiyat Evi, Beyoğlu

 

 

 

 

 

8 Mart Dünya Kadınlar Günü Etkinliği

Biricik kitap satış sitemiz Kitap Koala  Nişantaşı’da kitapçı dükkanı açtı. Dünya Emekçi Kadınları gününde biz de yazar dostum Kiraz Akın ile bu şirin kitapçıda sizlerle buluşacağız. Konumuz kadın roman kahramanları veya kahraman roman kadınları… Melike, Edith, Nur, Panayota, Sümbül, Safinaz, Selin… Bu güzel günü kutlamaya tüm cinsiyetleri bekliyoruz.

8 Mart Pazar, saat 12:00 Teşvikiye,

Kitap Koala ®| Kitaplarla Gelen Mutluluk, Şakayık Sokak, Nişantaş

DEFNE_SUMAN_insta
Kahraman Roman Kadınları

 

AYRICA….

Ayrıca izinlerinizi ve programınızı şimdiden ayarlayınız diye yazıyorum!

3 Nisan Cuma Kahvaltı Sofrası Kitap Gezisi, Büyükada.

Kayıt ve bilgi için bana yazınız. sumandefne@gmail.com

UNADJUSTEDNONRAW_thumb_3aad