Kaç yıldır televizyon seyretmiyorum? Çıkaramadım. Size çarpıcı bir sayı sunabilmek için en son hangi simalar o ekrandan karşıma çıkıyordu, bari onu hatırlayayım dedim. Onu da bulamadım. Yalnız şu kadarını biliyorum: Dici türkün ilk yılları idi ve Cine 5 hayatlarımızdan hızla çıkıyordu. Bir de Teoman’ın Doğumgünü klibi Kral TV’de gösteriliyordu.
Deprem olmuş ve ben ekran karşısında zırıl zırıl ağlamış, sonra ilk vapurla Yalova’ya geçmiştim. Vapurda çok üzgün, çok çaresiz bir adamın karşısına oturmuştum. Adamın teni epey esmerdi ama yüzünü çevreleyen koyuluk başka türlü bir karanlıktı.
Karanlık yüzlü çok üzgün, çok çaresiz adam yol boyunca elindeki küreği bırakmamıştı. Küreğin sapına sımsıkı sarılmış, gözünü benden öteye uzaklara dikmiş öylece beklemişti yıkık dökük karşı sahilin yaklaşmasını.
O karmaşada bir başıma tabii de pek bir işe yaramayarak geri dönmüş, üniversitenin organize ettiği bir grup ile daha sonra Adapazarına gitmiştim.
Bunları hatırlıyorum.
Televizyonda en son kimi gördüğümü hatırlayamıyorum.
Fadime Şahin’i saymıyorum.
***
Mavi Orman çıktığında eski bir tanıdığımdan bir tebrik notu aldım. ¨Defne Hanım şans eseri kitabınıza rasgeldim. Tebrik ederim. Anlatımınız çok akıcı, çok samimi. Bir dahaki seferki kitabın toplumsal içerikli olması dileği ile…¨
Hafifçe boynumu büküp ekrandanki satırlara bir süre baktım. Ne demek istiyor olabilirdi? Sosyal içerikli bir kitap okumak istiyorsa bunu benim yazmamı beklemiyordu herhalde. Kitapçılar toplumu enine boyuna inceleyen kitaplarla doldu taştı son yıllarda. Benim yazmama ne gerek var? Annem ve ahbapları gibi ciddi bir kitabın ancak toplumsal içerikli olması gerektiğine mi inanıyor olabilir mi? Muhtemel. Ama benim ciddiye alınmam onun için neden önemli olsun? Bu insan benim yılda bir kez görüştüğüm ve iş yaptığım bir kişi.
Ben kafamı kaşıya kaşıya mesajdan uzaklaştım ama içimdeki alerjik’in kaşınması bitmek bilmedi. Yazılarım şahsi şeyler mi? Evet. Ve aslında hayır. Toplumsal içerikli mi? Hayır. Ve aslında evet.
***
O sıralar bir de düzenli olarak Fadime Şahin’i seyrediyordum. Ama televizyondan değil vidyodan. (O zamanlar bir de vidyo vardı.) Tez yazıyordum. Tezimin esas kızı Fadime Şahin idi. Kanal D ve ATV arşivlerini tarıyordum durmadan.
Kanal D ve Atv arşivlerini vidyolarını seyrederek araştıma aşamasını tamamladığım lisans üstü tezimin esas kızı Fadime Şahin idi. Tezi beslesin diye aldığım derslerin birinde danışmanın Prof. Nilüfer Göle bize ¨transferability¨ diye bir kavramdan söz etmişti. Aktarılabilirlik.
Belli bir toplumdan ve belli bir dönemden çıkmış bilgi, olay veya eser başka zaman dilimlerinde, başka toplumlar tarafından da anlaşılabiliyorsa, o olayın veya eserin aktarılabilir niteliği olduğunu söylemişti. Mesela Kudsi Ergüner’in müziği veya Van Gogh’un resimleri, Bhagavad Gita veya Neruda’nın şiirleri, tassavuuf veya yoga bilgisi gibi.
Aktarılabilirliğe sahip olan bilgi/eser/olay dar bir alanı kapsıyor gibi görünse de varoluş ile ilgili bir şeyleri ifade ettiği için toplumdan topluma ve çağdan çağa geçiş yapabiliyor.
Ben de yazılarımda en çok bu aktarılabilirlik özelliğini korumaya özen gösteriyorum. Siz kendi hayatlarınızdaki yankısını duymayacaksanız, kime ne benim hayatımdan, sevdalımdan? Aktarılabilirliği olmayan metinler yazara bir tatmin sağlıyor olabilir ama okuyucu için sıkıcı oluyor.
Nazım Hikmet’in aşk şiirleri var mesela, son derece şahsi yazılmış ama hepimizin insanlık halimize ışık tutuyor. Ve kimi toplumsal içerikli şiirleri var onu, sadece Nazım’ın Nazım olma halini muazzam bir dille ifade eden…
Uzun lafın kısası toplumsal veya şahsi yazı diye bir ayrım yok. Onu demeye geliyorum. Biz zaten sosyoljide okumuştuk. Ne demişti feministler: Personal is political. Private is public. Kişisel olan toplumsaldır yani.
Size tezimin konusunu anlatmış mıydım?
Hadi bu yazı dizisi de “toplumsal içerikli” olsun bakalım yarına ne çıkacak?
Evinizin Sosyoloğu
Defne