Hava günlük güneşlik.
Kahvaltıdan sonra bey ile Fresh Pot’a gidelim dedik. Ben bir saat yazarım diye düşündüm. O da fotoğrafları ile oynar. Çaylarımızı aldık, yanyana iki ayrı masaya oturduk, bilgisayarları önümüze açtık. O daldı gitti. Modem kapalı. Word’un beyaz sayfası karşımda açık. Karşılıklı birbirimizi kesiyoruz. Ne onda hareket var ne bende.
Ne oldu, diye sordu yan masadan bey. Niye yazmıyorsun? Hemen kızdım. Bilmiyorum. Sen varsın diye herhalde. Yalnız gelmeliydim ben buraya. Hadi len, diye güldü. Aynı masalarda bile oturmuyoruz. Seninkisi tembellik.
Of! (Haklı)
***
Yazma üzerine okuduğum bir kitapta (Writing Alone, Pat Schneider, Oxford University Press, 2003) şöyle diyor: Belli bir şey yazacağım diye masa başına geçmeyin. Ne yazacağınızı bilmeden başlayın. Belki hikaye, belki anı, belki deneme, belki de roman çıkacak sonunda. Gözünüzü kapattığınız zaman beliren ilk imgeyi anlatmakla işe başlayın. O sizin anahtarınızı açıl susam açılınız olsun. Devamı gelir.
Ben bu yöntemi denedim ve her defasında işe yaradığını biliyorum. Kahve kupasındaki çatlağın midemde yarattığı bulantıdan başlayıp, varoluşsal bir sonuca vardığım oldu. Yazı bittiğinde, kupadaki çatlağa artık ihtiyacım kalmadığından onu silebilirim.
Size bu aralar ne kadar yorgun olduğumu anlatarak işe başlayabilirim mesela.
Yataktan çıkmam, stüdyoya varmam, ders öncesi hazırlıkları yapmam filan uyurgezer halinde gerçekleşiyor. Birazdan ders vereceğimi aklıma bile getirmiyorum. Ağzımı açacak halim yok. Uykunun alfa dalgalarını mümkün mertebe korumaya çalışarak robot gibi rutinimi tamamlıyorum. Öğrenciler birer ikişer battaniyeleri üzerindeki yerlerini alırlarken ben çocuk pozunda bekliyorum. Yarı uyur vaziyette sızlayan bedenimi dinliyorum. Her yanım ağrıyor.
Neden?
Çünkü yoga dersi veriyorum. Yoganın fazlası da olur mu, demeyin. Herşeyin fazlası zarar! Kayropraktra gittim, sakrumun bir tarafı yerinden çıkmış. Ne yapıyorsun, dedi. Yoga dersi veriyorum dedim. Günde kaç saat? Hergün 3 saat. Başka? Eh bir de kendi yogamı yapıyorum. O da bir saat sürüyor. Günde 4 saat yoga yapıyorsun yani? Yaşın kaç? 37.
Kayropraktr beni evirir çevirir, kemikleri, eklemleri takır tukur yerine oturturken, “Eh normal o halde, bedenin iflas etmiş“ dedi.
***
Bazen soruyorlar:
Sen kendi yoga okulunu ne zaman açacaksın Defne?
Sanki yoga hocası olmanın tabii devamı okul açmak. (Bu mantıkla gidersek lisedeki ingilizce hocalarımızın hepsi şimdi dil okulu işletiyor olurlardı). İşletmecilik kendi başına bir yetenek, eğilim ve eğitim meselesi. Babam çok istemişti işletme okumamı. Bizim zamanımızda işletme bölümleri Türkiye’nin ennnn parlak öğrencilerini topluyordu. En parlak öğrenci olma hırsım bile işletme okumaya motive edememişti beni.
Yoga okulu açmak demek işletmeci olmak demek. Öncelik işletmeciliğe gidiyor ister istemez. Vergiler, girdi, çıktılar, çalışanlar vs…Hem hoca, hem yazar, hem eş, hem işletmeci olursam bu yorgunluk nereye varır? Benim iyi yaptığım iki iş var: Ders vermek ve yazmak. Bunlardan gayrısı heves, hırs, tatminsizlik alameti.
***
Bakıyorum insanlar hep daha fazlasını yapmak istiyorlar. Çok çekici imkanlar var etrafımızda kabul ediyorum. Yoga hocalığı tek başına yetmiyor, hayat koçu, terapist, masöz, şifacı, stüdyo işletmecisi de olmak da istiyoruz. (Eh tabii bir yandan anne baba da olmak istiyoruz ki bence o da bir meslek!) Bunların hepsi yeni ama her biri kendi başına bir meslek. Hem doktor, hem dişci, hem bankacı hem de öğretmen olmak istemek gibi bir şey bu.
Benim tek bir işim var: O da yoga hocalığı. Bir de yazarlık işim var ama onu yoga hocalığının devamı olarak görüyorum. Bir kocam var ve Yunanca öğreniyorum. Günlerim bu dört meşgalemin etrafında dönüyor. Azıcık sosyallikten başka bir şey yok ve bunlara bile yeterince zaman ayıramıyormuşum gibi geliyor. Bir de birini fazla kaçırırsam işte böyle yorguluktan sürünüyorum.
İşimi iyi yapmak, onda uzmanlaşabilmek için yayılıp dağılmaya değil, toparlanıp derinleşmeye ihtiyacım var. Zamanımı, paramı ve enerjimi mümkün olduğunca yoga öğrenmek ve öğretmeye kanalize etmeye çalışıyorum. On şeyin yüzeyini bilmektense, bir şeyin on kat derinini bilmek daha iyi diye düşünüyorum.
***
Eve gidip uyumam gerek galiba benim…Öyle gözlerim kapanıyor. Şekerleme..şekerle, şekerl, şeker, şek.
Horrrrrrr
Not:Bu yazı kupadaki çatlak olsun ,bakalım bizi nereye götürecek. Siz sorun, yorun (yorumlayın anlamında!) ben yazayım…