Bizim devrin devrimi de benliklerin evrimi.
Mücadelemiz önceki devirlerin devrimlerinden farklı. Bizimki bireysel boyutta gelişen bir devrim. Tek tek. Hindistan’da kaldığım aşramda Yoga Felsefesi dersi veren hocamız söylemişti: Bu alemin devranı her bir ruh aydınlanana kadar sürecek. Kısacası herkes er ya da geç ermiş’e varacak. Her insanın özünde iyilik var çünkü. Bazıları o öz ile haşır neşir, bazıları için ise hatlar kopuk. Yine de öz orada orta yerde duruyor. Hatlar tamir olduğunda, her benlik özüne bağlanacak ve bütünlüğün farkına varacak. Er ya da geç herkes erecek yani.
(Hatırlatın da size bir ara o Hindistan seyahatini anlatayım!)
Önemli bir nokta: Benliklerin evrimi skalasının neresinde durduğumuz diğerine oranla daha üstün veya daha haklı olduğumuzu belirlemiyor. Hatta kendimizi yoga, meditasyon yapıyor, sağlıklı besleniyor, şiddetsiz iletişim dili kullanıyoruz diye diğerlerinden üstün görmeye başlarsak skalada beş derece anguta doğru açı yapıyoruz.
Skalada ermişe yaklaşmak diğerlerine oranla daha mutlu, daha tatminkar, daha tamam hayatlar yaşadığımızın işareti. Zaten benliğin evrimi skalasında hergün aynı yerde durmuyoruz. Kimbilir neye bağlı olarak bazen anguta, bazen ermişe yakın bir yerde uyanabiliriz bir sabah.
Benliklerin evrimi skalasındaki yerimizi belirleyen şey ise ilişkilerimiz. Kendimizle ve diğer insanlarla kurduklarımız. Geçenlerde şöyle bir şey okudum: İnsanlara ne kadar saygı gösterdiğinizi anlamak için tanımadıklarınız ile telefonda konuşurkenki tavrınıza bakabilirsiniz.
Kategorik olarak sinir olduğumuz insanlar var ya, hani çağrı merkezlerinde çalışanlar. Hani bizi kızdırmak, çıldırtmak ve yardım etmek bir yana, hayatlarımızı zorlaştırmak adına kurulmuş bi ordu çağrı merkezi görevlisi…Daha fenası da var. Tele-pazarlama amaçlı arayanlar. İşte onlarla konuşma biçimimize bakıp, içimizdeki sahici sevgi ve saygı pınarı hakkında bilgi sahibi olabilirmişiz. Bu insanların hakkımızdaki düşünceleri zerre kadar önemli değil ya, onlara ağzımıza geleni söyleyebiliyor, onları azarlıyor, eleştiriyor ve hatta telefonu yüzlerine bile kapatabiliyoruz. (Yani ben yapıyorum en azından.) İşte o konuşmalar benliğin evrimi skalasındaki yerimi gösteriyor.
***
Bir kaç yıl önce annem ve ahbaplarının içinde bulunduğu bir grup ile bir seyahate çıktım. Rehberimiz ben yaşlarda bir Türk, gittiğimiz ülkenin tarihine ve kültürüne özel bir ilgisi ve dolayısı ile bir hayli bilgisi var. Kabul ediyorum ki sempatik bir kişilik değil. Genç erkeklerin egosal kendini kanıtlama derdinden muzdarip. Ve bilgisini bu açığını yamamak için kullanıyor. Dolayısıyla bilgisine (yani gücüne) dair yapılan bir sorgulamama ve/veya karşı-bilgi durumunda kıllanıyor ve defansa geçiyor. Bir klasik. Bence üzerinde durmaya gerek yok.
Ve fakat beni esas şaşırtan içinde bulunduğum grubun, 60 küsur yaşındaki “aydınların” rehber ile girdikleri ego mücadelesi oldu. Boyun damarlarını şişire şişire iddialarını savunmaları, ben haklıyım savaşları, kimin ne dediği anlaşılmayan bir kavganın sonunda otobüste otele dönerkenki bitkin, üzgün ve küskün halleri. Yenilgileri…
Belki de koca bir kuşağın hikayesi.
Dönüş yolunda, havaalanında beklerken rehberimiz ile aynı masada oturmuş kahve içiyorduk. İki haftanın sonunda ilk kez kendi kuşağından birisi ile başbaşa kalmanın etkisi ile mi, yoksa ben mi bir şey dedim hatırlamıyorum, birden çözülüverdi. Yolculuğun onun için ne kadar stresli geçtiğini, kendisini nasıl aşağılanmış hissettiğini, iddialaşmaktan, mücadeleden bitkin düştüğünü anlattı da anlattı. Dokunsam ağlayacak, o kadar gerilmiş.
Konuşmasına ara verince, bir süre sessiz kalıp, duty-free’de can sıkıntılarını gidermek üzere alışveriş yapan grubumuzu seyrettik. Son dakika hediyelerini tamamlama derdine düşmüşlerdi. Bu insanlar benim ailem, diye içimden geçirdim. Evet belki kan bağımız yok ama ben onların elinde büyüdüm. İçimden eleştirsem de, mutsuzluklarının nedeni davranışlarını gözlemlesem de, ben onları kayıtsız şartsız seviyorum. Sevgim onların davranışlarından, inançlarından ve zaaflarından bağımsız. Sevmek hayran olmayı gerektirmiyor.
…diye diye düşüncelere dalmışken rehberimizin kızgın sesi ile silkindim:
”Bunlar mı 68 kuşağı? diyordu. ”Bunlar mı insanlığı kurtaracaklardı? Önce insan olmayı öğrensinler. Kardeşlik, eşitlik hepsi lafta! Önce diğer insanlarla insan gibi ilişki kursunlar. Üstünlük taslamadan. Yenilgilerine şaşırmamak lazım!”
***
Bir araştırmaya göre insanın en yakınına ve en uzağındakine tavrı en az maskelenmiş olan kendisini yansıtıyormuş. Ana-babamıza, eşimize, çocuğumuza davranışlarımız ile tele-pazarlama görevlisine davranışlarımızda ortak noktalar varmış. Her iki ilişki de kendimiz ile kurduğumuz ilişkinin aynası imiş. Arada kalan insanlara ise sahici kendimizden çok maskemizi göstermeye yatkınız. Ortadakilerin bizi beğenmesi ve değer vermesi çok yakındakilerden ve en uzaktakilerden daha önemliymiş.
Üniversitede bir hocamız vardı. Sonradan ailesi ile de samimi olmuştuk. Hepberaer yemeğe gittiğimizde kocası bize dert yanardı: ” Yahu siz şu hocanızı bir de benimle ile konuşurken duyacaksınız! Size melek! Bana gelince cadı cadı! Şu siz öğrencilerin gördüğü muameleyi ömrümde bir defa ben görmedim. ”
Kendileri ile yüzleşmekten korkan insanlar, kendilerini es geçerek başkalarına odaklanıyorlar. Büyük gruplar karşısından fedakar davranıp, yakın ilişkilerinde sert ve yargı dolu olabiliyorlar. Ya da kendilerine bakmamak için bütün enerjilerini başkalarına -çocuklarına, kocalarına- harcayabiliyorlar.
***
Aklım rehberimizin sözlerine gidiyor yine. Ve bizi yetiştiren kuşağın kavgacı tabiatına. Artık 60’lı yaşladını süren 68 kuşağının bugün bile kavgaya ne kadar yatkın olduğu gözümden kaçmıyor. Birbirleri ile, trafikte diğer sürücüler ile, iş yaptıkları insanlar ile kavga etmek normal bir şey onlar için. Mücadelenin yüceltildiği, davaya hizmet etmenin mutlu olmaktan daha önemli olduğu bir devirde gençliklerini yaşadıkları için mi? Kavgalarını doya doya edemedikleri, sindirildikleri, kaçmak zorunda, sürgünde yaşamak zorunda bırakıldıkları için mi? Kimbilir? Sahiden öfkeliler mi yoksa kavgadan başka iletişim yolu bilmiyorlar mı? Bilmiyorum.
Politika veya toplumsal hareketler ile ilgisi olmayan insanlar bile çağın rüzgarlarından etkileniyor. Biz 60’larda, 70’lerde ve 80’lerde doğanlar, kavganın popüler iletişim dili olduğu ailelerde, toplumlarda büyüdük. Şiddeti bu kadar normal karşılamamız, arka planda kaıp giden ”tartışma” programlarına omuz silkmemiz bu yüzden mi acaba?
Bugün hala annemle kavgamız toplumsal/bireysel ideal üzerine. Annem benim ideallerimi -kendime mutlu, sağlıklı ve tatminkar bir hayat sağlamak- küçük ve egoist buluyor. Onun gözünde toplumu geliştirmek amacı ile kullanılmayan bir hayat ziyan edilmiş bir hayat. Ben ise diyorum ki kendini iyileştirmekten aciz, kendi çocuğun ile ilişki kurmaktan muzdarip isen, o büyük davanın hepsi yalan. İnsanlığı seviyorsan, önce kendinden başlamalısın.
Yine geldik mi aynı noktaya: Private is political.
***
Oya Baydar’ın kitaplarından birindeydi. Eski solcu iki arkadaş bir tanesinin evinde sohbet ediyorlar. Eski günlerden, “kavga”dan, yenilgiden, düş kırıklıklarından, umuttan bahsediyorlar. Onlar konuşurken eve bir tanesinin kızı giriyor. 20’li yaşlarında alev kırmızısı saçlı, canlı, heyecanlı bir genç kadın. Çoşku ile onlara kendi hayatına dair bir şeyler anlatıyor. Kendini geliştirmekten, kendini büyütmekten ve özgürlükten söz ediyor. Kişisel, toplumsal, ailesel kısıtlamaların ötesinde insanın özünü keşfedebileceğini ve o sahici ben olma mücadelesinin esas devrim olduğunu anlatıyor.
Orta yaşlı iki eski devrimci anne alev saçlı genç kadını dinlerken yeni kuşağın devrimini kavrıyorlar. İnsanlığın salt kendisini dönüştürmeye baş koymuş bireylerin liderliğinde ilerleyebileceğini, mutlu olmayı kendine amaç eden insanların hakimiyetinde haksızlığın sona erebileceğini anlar gibi oluyorlar. Bu devrimin bir günden diğerine gerçekleşecek bir şey olmadığını, bir değil bir çok genç kuşağın önünde yenilgilerle dolu çok uzun bir yol olduğunu görüveriyorlar.
Okurken anladım ki o kız bendim.
Benliklerin evrimi bizim devrimimiz. Bizim devrin devrimi. Herkes kendi evriminden sorumlu. Bizim devrimde amacımız skaladaki yerimizi ermişe doğru taşımak. Herkesin mücadelesi kendine. Ütopyamız ermişlerin hakimiyetinde bir yeni dünya düzeni. Davamız kendimize mutlu, tatminkar, sağlıklı yaşamlar kurmak…
Ve
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür,
Ve bir orman gibi kardeşcesine
Bu hasret bizim.
“Benliklerin evrimi bizim devrimimiz. Bizim devrin devrimi. Herkes kendi evriminden sorumlu. Bizim devrimde amacımız skaladaki yerimizi ermişe doğru taşımak. Herkesin mücadelesi kendine. Ütopyamız ermişlerin hakimiyetinde bir yeni dünya düzeni. Davamız kendimize mutlu, tatminkar, sağlıklı yaşamlar kurmak…” hayatımı bu dusunce yonlendirdi. 30 yasındayım, 10 yıldır bu dusuncemi gerceklestirmeye calısıyorum ve daha yolun cok cok basındayım… yalnız olmadıgımı somut bir sekilde gormek, bu kadar guzel bir yazıdan okumak, iyi geldi. tesekkurler…
sevgili hocam, ayn rand ve atlas vazgecti… yazin bana onu hatirlatti. hepimiz kendi isimizi en iyi sekilde yapar, baskalariyla degil kendimizle alakadar olursak, mutluluk kendiliginden sariveriyor etrafimizi. kolay degil ama zor da degil. zorlastiran bizleriz bence. ne guzel konulara getirdin yazilarini, heyecanla okumaya devam. sevgiler.
Teşekkürler Barış. Ne zamandır sesin çıkmıyordu. Hala yazılarımı okuyor olmana çok sevindim!
gfczel ahlak? dfcnyaya emsal olmak? sanat kavimi??? hem unegodrrund, hem e7ingene, hem de evrim!!! fight club ve tasavvuf f6ğretilerinden geliyormuş trendy olan herşeyi tek paragrafa toplama e7abası mı? cihangir-asmalımescit arasında soluk alanların her gfcn yenilenen marifetlerinden. yfcrfc git u.e7.e yaşasın fenerbahe7eli Ue7e!!
Hey, you used to write magnificent, but the last servael posts have been kinda boringa1K I miss your tremendous writings. Past few posts are just a little bit out of track! come on! 0Was this answer helpful?
Duzdur ki islamda telaq var amma islam pisxologiyasi bosanmaq isdeyen sexslere son ana qeder gozel meslehetler verir ki onlar ayrilmasinlar cunki bu qanunun islamda olmasina baxmaya Allahtalanin telaqdan xoslanmadigi da islamda var axi biz niye onu nezere olmiriq ki islam bize evlenmey ucun qarsi terefi tanimaq ucun azadliq vermis ve iki terefin biri biri ile gorusub sohbet etmesine cercive daxolinde icazeni ele ona gore vermisdir ki sonra bele bosanma meseleri ortaya cixmasin İnseallah muselman baci ve qardaslarimiz evlemmezden evvel qarsi terefi gozel taniyandan sonra evlenerler ta islam aleminde bosanmalar olmain öncelikle alemin renklerini daimi takip eden bir müziksever olarak alemin seslerini açmanıza ne kadar sevindiÄimi anlatamam…sayenizde aleme kuÅ bakıÅı caka satacaÄımız bir yerler var…Åarkı hakkında ise; bana kalırsa sadece müzik haliyle dinlenilecek bir Åarkı olmanın ötesindedir…enfestir.farid müziÄini konuÅturmuÅtur ama sözleri ayrıca dinlenilmeye layıktır…anlamasak da anlaÅırız….ayırca manasını da bugün araÅtırdım en az Åarkı kadar etkileyici…ve ben ilk settar’dan dinlemiÅtim onu almamıÅsınız Abdullah bey çok güzel yorumladıÄını hatırlatırım…selam ile…hep yaÅasın ve hayırlı olsun alemin sesleri:))
That hits the target perfectly. Thanks!
epeyce uzun süredir yazilari takip etmekteyim. bu ilk mesajim sana. diger yazilarinda da bana dokunan çok sey olmasina ragmen neden buna tepki gösterdigim iyi bir analiz konusu olur herhalde.
bir yandan yazdiklarina tamamen katiliyorum demek istiyorum. kendi yolunu çizmek ugruna akademiyi, sevgiliyi vs birakip giden bi sürü arkadasim oldu (akademiyi biraktim/ birakamadim ikilemime bakip kendimi ayri saysam da sencileyin göçebe yasamima bakarsak ben de onlardan biriyim mutlaka). önceleri bu cesaretli arkadaslarima gipta ile bakip istedikleri yolda gidebilmeleri için gerekli manevi destegi verdim. sonra gittikçe artan sayilari kafamin bir kösesini kurcalayip durdu. olup biteni netlestiren cümleleri sen kurana kadar.
yazini ilk okudugumda evet ya iste bu. bu da bizim “kavgamiz” dedim. yalniz sonra biraz durulunca sorunun hala kafamin bir kösesinde durdugunu farkettim. bizim neslin devrimi mi bu yoksa hastaligi mi? neden bir kaybolmusluk hali, neden hep bir arayis? ortak kavga kalmadigindan mi acaba, herkes kendi basinin çaresine bakmak durumunda kaliyor. “benliklerin evrimi” bizim seçimimiz mi yoksa zaten baska bir seçenegimiz yok mu? bilemiyorum.
Sevgili Nermin,
Çok iyi bir yorum yapmışsın. Teşekkür ederim. Bence bütün kuşaklar, bütün insalar arayış içinde. Bu arayış insanın tabiatında olan birşey. Büyümek, gelişmek ve daha iyi bir insan olmak yolundaki mücadele hep bizimle. Ve insanlık bir kuşaktan diğerine bir adım ilerisini heidye ederek bu alemden ayrılıyor. Yani ana-babalarımızın kavgası bugün bize benliklerin evrimi seçenek olarak sunuyor. Dolayısı ile diyeceğim şu ki, evet başka seçeneğimiz yok. Çünkü tarihin bu anında dünyaya geldik. Tabiatımızdaki arayış içgüdüsünü benliklerin evrimi formundaki bir devrim ile tatmin etmeye çalışıyoruz. Bizden sonraki kuşağın devrim formatı değişse de arayış hep ama hep kalacak. Tamamımız aydınlanana kadar….Umarım iyisindir. Çok sevgiler, Defne
Hemen her yazınızdan bir şeyler eklendi hayatıma. Bu yazı da taaaaaaam onikiden vurdu. Teşekkürler yazdığınız ve paylaştığınız için,