Biraz önce Venüs’ü gördük.
Mahalledeki komşular kapılarının önüne teleskop koymuşlar. Gelen geçen herkes -ve hatta arabalar bile- durup güneşin yüzündeki bir ben gibi görünen Venüs’e bakıyorlar. Biz de Bey ile patene çıkmıştık. Ben paten kayarak onun tekerlekli sandalyesini itiyorum, çok hızlanırsak o fren yapıyor. Böyle böyle mahallemizin gül kokulu dümdüz sokaklarını turluyoruz. Komşuların teleskopundan Venüs’e bakmak da bizim evin arka sokağından kendimizi aşağı saldığımız sırada kısmet oldu.
(Bu blogu çooook ileriki tarihlerde okuyacak çocuklarımız için bir not düşelim. Bugün (5- Haziran-2012) bizim komşu Venüs öyle bir yere geçti ki biz onu güneşin önündeki minik bir leke olarak görebildik. Bu türden bir Güneş, Venüs, sıralanması 2117 yılına kadar bir daha olmayacak, sevgili çocuklarımız. Korkarım sizin hayat dönemize ras gelmeyecek. Ama üzülmeyin. Ben buraya bir fotoğraf koyuyorum ki, nasıl bir şey olduğunu anlayın.)

Bizim hocamızın önündeki halimiz gibi Venüs de güneşin titreşiyordu. “Kendi etrafındaki dönüşünden öyle görünüyor” diye açıkladı bizim bilgin Bey. Güneşin önünden geçiyor diye telaşa kapıldığından değil yani. Peki, o zaman öyle olsun.
Bu güzel akşamın sabahı berbat başlamıştı. Yeni kursuma sadece iki öğrenci kaydolmuş. Her yıl İstanbul’dan Portland’a döndüğümüzde böyle başlıyoruz. Bir kişi, iki kişi. Sonradan artıyorlar.
Derse Mr. Iyengar’ın “hayatınız boyunca bir tane iyi öğrencim olsun, o bana yeter” sözünü hatırlayarak başladım. Kendi yogamı dersten sonra yapabildim. Çıkışta gittiğim kafede bir tanıdığa rasladığım için, tek başıma kalma ihtiyacım tatmin edilmeden eve döndüm. Bey duştaydı. Merhaba bile demeden kulağıma kulaklıklarımı takıp romanıma gömüldüm.
Öğlen teyzemle buluştuk. Aldığı finansal kararların duygusal yapısı ve mantıksızlığı karşısında cinlerim tepeme çıktı. Sana ne oluyor ki diyebilirsiniz? O mantıksız finansal kararlarda sadece kendimi değil, bütün anne tarafı ailemin para ile kurduğu beceriksiz ilişkiyi görüyorum. Kendimi ondan ayıramadığım için de sinirleniyorum. Ani bir duygusallıkla verilen kararlardan dolayı yitirilen paraların, alınıp sevilmediği için terkedilen evlerin, kaybedilen arsaların, batan otellerin, yıllarca kira ödemeyen kiracıların oturduğu katların trajedisi gözümün önüde canlanıyor ve kendimi çaresiz ve çok kırılgan hissediyorum.
Otoparkta kamyonetin teki arabamızı sıkıştırmış. Çıkmaya imkan yok. Otoparkın valecisi çağrıldı, milimetrik gel, gel, tam sağ yap, topla toplalarla araba sıkıştığı köşesinden kurtarıldı. Koskoca otoparkta o kamyonet sürücüsünün niye bizimkinin yanına sıkışmaya çalıştığını anlamaya imkan yok. Amerika’da pek olmaz böyle şeyler, ama adamın bize kızmış bir hali vardı. O da duygusallaşmış ve bizi cezalandırmaya karar vermiş anlaşılan.
Bir öğrencim duygusal bir anında çok emek verdiği ve çoğunu tamamladığı stajını pat diye bıraktı. Bir başkası babasıyla kavga etti diye evini terk etti. Gidecek bir yeri olmamasına rağmen. Teyzem yüz binlerce dolar borca girerek yeni satın aldığı evinde içine sıkıntı bastı diye, başka bir daire kiralamaya karar verdi. Benim de pek çok kez, bavulumda taşıdığım eşyaların ağırlığına dayanamadığım için bir buhran geçirip, çok sevdiğim kıyafetlerimi, kitaplarımı ve elektronik eşyalarımı otel odalarında bırakıp gittiğim olmuştur.
Bu ani bir duygusallık anında almış karaların attırdığı adımlar insana kendini hiç de iyi hissettirmiyor. Sonrasında bolca pişmanlık ve iç huzursuzluğu olarak kendilerini gösteriyorlar. Bizim hoca duygular ile hisleri birbirinden ayırmanın öneminden sık sık bahseder. Duygular zihni bulandırıp gerçeği olduğu gibi görmemizi engelleyen şeyler. Hisler ise zihinsel şartlanmalardan bağımsız daha derinden bir yerden kaynaklanıyorlar. Bazı kararlar vardır, bilirsiniz. Serinkanlı bir anda verilirler. O kararı verdiğiniz anda doğru bir şey yaptığınızı bilirsiniz. Bir daha ardınıza da bakmazsınız, pişmanlık da duymazsınız. O kararlar ani bir duygusallığın değil, hislerin sonucudur.
Neyse, benim niyetim bu konulara girmek değildi aslında. Nereden nereye geldik.
Arabayı sıkıştığı yerden çıkardıktan sonra eve döndük. Ben sabahtan beri tek başıma kalmak istediğimde kendimi kapatacağım bir odam yok diye vızıklanıyor, Bey’den çalışma masasını bana helal etmesini isteyip duruyordum. Baktım, çalışma masasını toparlamaya girişmiş. Sevindim ama bir şey demedim. Onun çalışma masası bizim yatak odasında. Benim olursa, kapısını kapatıp yazacağım bir odam olacak. Ne demiş Virgina Woolf: Her kadının kendine ait bir odaya ihtiyacı vardır.
Ama günün esas dönüşümü bir öğrencimin benim hakkımda yazdığı bir yazısını okuyunca gerçekleşti. Pırlanta gibi bir öğrencim, bu sene tanıştık daha. Çekingenliği, kibarlığı, mütevaziliği ile farkında olmadan bana çok şey öğretti. Derste az konuşanların yazdıklarını okurken insan gizli bir dünya keşfetmiş gibi oluyor. Bir anda yüzüm güldü. Bir tek insanın hayatında bile bir fark yaratmak hepimiz için ne büyük bir moral ve yaşama sevinci kaynağı.
Bir anda tüm dünyam değişti!
“Bey” diye seslendim içeri , “boşver mektupları , kağıtları toplamayı , gel güneş batmadan mahalleye patene çıkalım.”
İşte sonra da 200 yılda bir güneşin önünden geçmeye cesaret edebilen Venüs’ü gördük.
Iyengar gerçekten de ne iyi demiş:
Şu hayatta bir iyi öğrencim olsun, o bana yeter!

4 senedir Arnavutluk’da yasiyorum, yogayla yeni tanisiyorum. Ve “Iyi bir hocam olsun, bana yeter” diyorum. Belki, bir gun yollarimiz kesisir…