
Tam on dört yıldır düzenli olarak yoga yapıyorum. Geleneksel düzeninde, sabah güneş doğarken kendi başıma, hayatımın o noktasında dünyanın neresindeydim orada bir halının üzerinde hareketlerimi tamamlıyor, sonra bir süre sessiz, hareketsiz oturuyor, bitirip günüme başlıyorum.
Günün yoga yaptığım bu zaman dilimini öyle çok seviyorum ki, onun için vazgeçtiğim şeyler (gecenin karanlığında yazı yazmak, akşam yemeği, gece hayatı, yatakta sabah keyfi gibi) beni üzmüyor. İnsanlar beni disiplinli, hırslı, azimli zannediyorlar. Oysa ben hem sabah erken kalkmayı seviyorum, hem hareket etmeyi, hem de bir odada tek başıma kalmayı.Yoga yaparken bunları hepsine birden kavuştuğum için mutlu oluyor, her sabah günün ilk ışıkları daha yeryüzüne düşmeden yataktan fırlıyorum. Belki de hırs dedikleri şey budur.
İlk yoga öğretmenim bana bir seri öğretmişti. Kendisi de yirmi yıldır her gün iki defa bu seriyi yapıyordu. İki yıl boyunca o seriyi tekrarlarken yoganın sadece bu hareketlerden ibaret olduğunu sandım. Tayland’ın uzak bir kasabasında yaşıyordum. Tayland öncesi hayatımda yoga dersine girmemiştim. Zaten öyle popüler bir şey değildi yoga o zamanlar. Arkadaşlarım Eralp’in evinde buluşup, Andrew’yu çağırıyorlardı onlara yoga yaptırsın diye. Ben o seanslara da gitmemiştim.
En temel hareketlerden oluşan o ilk serim beni öyle derin, öyle yeni bir yere götürüyordu ki aklıma gelmemişti başka hareketlerle de yoga yapılabileceği. Daha önce de yazmıştım hani, öyle naif bir tarafım var benim. Güvendiğim birinden öğrendiklerimi sorgulamak, ondan şüphe duymak öyle hemen aklıma gelmiyor.
Amerika’ya geldiğimde tanıştığım ikinci hocam bana aştanga vinyasa sisteminin primary serisini öğretti. İki sene de o seriyi yaptım. Hiç sıkılmadan, her gün biraz daha açıldığımı, uzadığımı, aynı hareketler yoluyla daha derinlere dokunduğumu hissederek devam ettim.
Sonra üçüncü ve son hocamla tanıştım. O bana bir değil üç seri gösterdi. Shadow Yoga prelüdleri. Prelüdü bitirinde hangi pozlara gireceğimi ise kulağıma fısıldadı. Fısıldadı çünkü herkesin ihtiyacı başkaydı. Bana gereken benim sırrım olarak kalmalı, başkalarının kafasını karıştırmamalıydı. O yüzden grup halinde bile yoga yapıyor olsak, bizden yüzümüzü duvara dönmememizi istedi. Herkesin yogası kendineydi. Yoga öyle seyirlik değil, mahrem bir şeydi.
Son hocamın serilerini ve bana özel asanalarımı da her sabah tek başıma yapmayı sürdürdüm.
Böyle böyle on yıl geçti.
Geçti geçmesine de ben bu on yılda yogadan ne öğrendim?
Bedenimin en derinlerindeki hayatı hissetmemi sağlayan hareket serilerini öğrendim, evet. Hayat dediğimiz şeyin bir kavram değil, elle tutulur bir yapısı olduğunu farkettim. Hayat avuç içlerimde hissettiğim bir titreşimdi, derimin ısısını düzenleyen elektrikti, nabzımdan atan damarı, damarda akan kanı, kalbimi attıran güçtü. Hayat soyut bir kavram değil, elle tutulur, beş duyu organıyla algılanır bir şeydi ama aynı zamanda ilahi olandı. Kafam hiç karışmadı. Sanki ben bunu zaten biliyormuşum da unutmuşum, şimdi yeniden kavuşmuşuz gibi bir sevinçle kucakladım yogayı.
Bu serileri yaparken düzenlenip bir ritme oturan nefesimin zihin üzerindeki etkisini öğrendim. Nefesimi yumuşak, uzun, ritmik, net alıp vermeye başladığımda zihin dalgalarının da aynı tempoyu tutturduklarını öğrendim. Ve zihin dalgası denen şey düşünceydi, duyguydu, o günkü havamdı, hormondu, şartlanmaydı, şurtlanmaydı. Nihayetinde hababam değişen, gelip giden bir şeydi ve çok da ciddiye alınmamalıydı. Ne benimki, ne de başka insanlarınki. İnsanlar sözler olmadan da iletişim kurabilirlerdi.
Öte yandan çok güçlü bir şeydi bu zihin denen şey. Kendince bir takım formüller uydurmuş, onlara inanmıştı. Formüller annemden, babamdan, televizyondan, okuldan, en sevdiğim arkadaşlarımdan bana aktarılmıştı. Başka zamanda, başka bir ülkede doğmuş olsam başka formüller olacaktı kafamda. Ben o formüllerden daha başka bir şeydim. O halde formülleri tek tek ayıklayıp, nica mutsuzluklara kaynaklık eden yanlış bağlantıları çözüp, mutlu sonlara gidecek şekilde yeniden bağlamakta fayda vardı.
Mesela insanların bana kötülük yapmak gibi bir dertleri yoktu. Kimsenin benimle ilgili bir derdi yoktu aslında. Herkes kendi hayatını yaşıyor, kendisi için en iyiyi istiyor, kendi yarasını korumaya çabalıyordu. Kalbimi çok fena kırmış insanlar bile benim kalbimi kırmak amacıyla hareket etmemişlerdi. Kendi çıkarlarını korurken, yan etki olarak benim kalbim kırılmıştı. Kalbimin kırılmamasını istiyorsam, kendi yaralarımı iyileştirmem ve aka boka bozulmayı bırakmam gerekiyordu.
Ne oldu peki, öğrendim mi ben şimdi kendi yaralarımı sarmayı? Kimse benim kalbimi kırmıyor mı artık? Ben artık kimseye bozulmuyor, kızmıyor, için için gücenmiyor muyum? Yok tabii öyle bir şey…Bir ömür sürecek bu öğrenme süreci. Her yeni sıkıntıdan zerafetle çıktığımızda bir milim daha yaklaşmış olacağız mutluluğa.
Öğrenmeye açık olanın yolu da, büyümesi de hiç bitmez.
En çok oldum bittim, öğrendim, ben özgürüm diyenler kendilerini mutsuzluğa hapsederler çünkü. Siz de bilirsiniz…
Bu zihin denen şey çok güçlü. Yogada üçe ayrılır. Manas, (bilinçaltı), Ahamkara (ben duygusu-ego) ve Budhi (zeka). Bu üç bölümün üçü de sağlıklı dengeli mutlu hayatlar sürmemiz için işlev göstermek zorundalar. Zihin deyip, nefs deyip bir köşeye atmamak gerek. Çünkü düştüğümüz yerden bizi kaldıracak olan da yine o zihindir. Bütün farkedişler de onun süzgecinden geçecektir. Ona iyi bakmak gerek. Yanlış bağlantılarını özenle çözüp yeniden yapılandımamız, tıpkı bedenimize baktığımız gibi zihninimize de özen göstermemiz lazım. Nasıl bazı besinler bedenimizi zehirliyorsa, bazı düşünceler, televizyon, internet ve hatta bazı insanların varlığı bile zihnimizi zehirleyebiliyor.
Yoga yapa yapa bunları öğrendim, öğreniyorum.
Bu kadar mı? Olur mu?
Dahası olmaz olur mu hiç?
Bekleyelim de görelim o halde…
hemen bitti 😦
teşekkürler uzun bir aradan sonra döndüğün için 🙂
sevgiler.
Size çok ciddi anlamda Cem Şen’i tavsiye ederim…
Seni seviyorum Defne Suman! Bir gün öğrencin olabilirim.
Def, bu yazı ne güzelmiş. Yeni gördüm, çok gerekeli bir anda. Tebrikler ederim seni çok çok!
Her yeni sıkıntıdan zerafetle çıkmak.
Aklımdan geçenleri ama bulamadığim kelimeleri şıp diye yazıya dökmüşşünüz.
Sevgiyle
İyi geldi teşekkürler