Tayland’daki okul “hadi atla gel” der demez bavulları toplayıp gitmedim elbet. Yapılacak bir dolu iş vardı. Kedilerim, köpeğim, evim… Okulla şunun şurası 5 aylığına anlaşma yapmıştık ama ben -sezdim herhalde- tası tarağı toparlayıp, kapatıp öyle yola çıkmak niyetindeydim.
Kediler babalarına teslim edildi, köpek Sundace’e yerleşti. Üçüncü kediyi bir dostumuz evlat edindi, sağolsun. Bir senedir sürmekte olan ilişkiye nokta kondu. Bütün eşyalar kutulanıp Maltepe’deki dairemizin deposuna kaldırıldı. Depoya sığmayacak büyüklükteki eşyalar, yatak, çamaşır makinesi, buzdolabı, su deposu vs çatısı eğimli o güzel dairemizde kaldı. (Yanılmıyorsam hala da oradalar. Aradan onbir yıl geçmiş olmasına rağmen!) Son yılları aynı eğik çatının altında benimle geçirmiş olan Zeyno bütün bu kutulama, taşınma sürecini vidyoya çekti. Talep gelirse dicitale dönüştürüp bu yazının altına eklerim bir gün.
Böyle gelecekten o günlere bakarken sanki pat diye toparlanıp gitmişim gibi geliyor değil mi? Öyle anlatmayı da seviyorum bu hilkayeyi. Bir akşam Godet’de sıkılıp duruyordum, ertesi gün çantayı sırtıma taktığım gibi havaalanı, oooh ver elini Tayland. Hayır, hikayenin aslı astarı böyle değil. İnce ince herbir şeyi organize ettiğim koca bir yaz geçirdim ben o arada. O kadar da değil, yaz tatilinin yan etkilerinden biri olarak bir de yaz aşkı yapmıştım kendime.. Hani nasıl olsa yaz sonu gidiyorum diye bir larj, bir rahat, sermişim kendimi. Yakışıklı Yaş Aşkı, yıldızlı bir gecede deniz kenarında otururkene biz, benimle Tayland’a gelip orada bir iki ay geçirmeyi önerince de ….ta ta ta ta ta…tamam ya, demişim. Ben kabul edince o iyice gaza gelmiş, “Gel bre kadın, biz seninle Tayland’da bir ay o ada senin bu ada benim gezelim. İşine ondan sonra başlarsın,” demiş. İnce ince yaptığım planlarıma göre ben Tayland’a işimin başlayacağı tarihten iki ay önce varıp, ortama biraz alışacaktım. Yakışıklı Yaş Aşkı ile ada ada gezerken de ülkenin toprağına, havasına alışırım nasıl olsa deyip bu plana da hay hay dedim.
Aman kızlar canım kızlar! Bakın ben bunu buradan yazayım: Ruhunuz ister içe ister dışa dönük olsun, yaz aşklarını yazdan öteye taşımayın! Hadi taşıdınız diyelim, peşinizde Tayland’a sakın taşımayın. Benden söylemesi. Çünkü ne oldu? Hikaye iyice berbat oldu. Hani sırtıma çantamı taktığım gibi ver elini Bangkok’un baharat kokulu sokakları olacaktı? Hani ben bu sahnede tek başıma görülecektim?
Yok işte, hakikat diye bir şey var ki, ben her zaman hikayeyi hakikate tercih edenlerdenim. Ama madem başladım, sahneyi size yaşandığı gib anlatayım:
29 Ekim 2002. Defne ve Yakışıklı Yaş Aşkı sırtlarında çantaları Atatürk Hava Limanından Istanbul-Bangkok uçağına biniyorlar. Yakışıklı Yaş Aşkı, Defne’den üç adım önde yürüdüğü ve bir kez bile arkasına dönüp Defne geliyor mu diye bakmadığı için Defne kıllanıyor. Yaz tatilinden şehre döndükleri günden beri zaten Yaz Aşkı hafiften arıza yapmaya başlamış ama artık planlar yapılmış, o ada senin, bu ada senin, yelkovan kuşları peşisıra gezilecek diye diye arızalar daha boy vermeden göz ardı ediliveriliyor.
Uçağın Bangkok’a teker değdirdiği andan itibaren ise göz ardının mümkünü kalmıyor. Yakışıklı Yaz Aşkında kontak atıyor. Meğer Asya ona göre değilmiş, pismiş, sıcakmış, insanları ile anlaşmak imkansızmış, herkes onu kazıklamak istiyormuş, aşı yaptırmadan dolaşmazmış, tuvalete oturursan seninle konuşmazmış. Ay artık daha neler neler…Nerede o yıldızlı gecelerede, Akdeniz kıyısındaki fısıltılar, nerede bu su kaynatan adam?
İnsan öyle uzaklardayken, hele hele işin sonunda hayatında ilk defa geldiği bir ülkede tek başına kalma riski varken, adama çek git kardeşim, ben bundan sonra yola katırla, deveyle, eşekle de olsa tek başıma devam edeceğim, diyemiyor. Ya da ben diyemedim. Onun yerine, şunu şurası iki aycık, canım nedir ki? dedim. Dayan biraz, bir adaya gelince herşey düzelecek. Bu adam şehir adamı değil, Bangkok ayarını bozdu. Hele bir kumsala varalım, yine yaz aşkı gibi olacak, dedim de dedim. İki ay sonra Nong Khai adlı yeni şehrime yerleşip işime başlayıca postalarım onu nasıl olsa, dedim. Hele bir dayan.
O ada senin, bu ada benim, yelkovan kuşlarının peşi sıra başladık Tayland’da gezinmeye biz.
Olmadı. Adam gittiğimiz nice cennet sahnesinde mutlu olamadı. Ada değil, dağ isterim dedi. Laos’un dağlarına çıktık. Ayaklarımız manda bokuna battı diye huylandı, şehre döndük. Şehir bastı, yine adaya gittik. Bakın abartmıyor, hikaye değil hakikati anlatıyorum size burada. Cesur Defne’nin Tayland macerası bu koşullar altında başladı.
Sonra bir sabah, Bottle Beach diye bir yerdeyiz. Ko Phangan adasının kuzey tarafında. Sessiz sakin bir koy. Yakışıklı Yaz Aşkı bungalovda uyuyor. Defne erkenden kalkmış, cam gibi denize bakarak kahvesini içiyor. Bir yandan da günlüğüne küfür dolu satırlar döktürüyor. Yakışıklı da küfürlerden nasibini alıyor ama Defne en çok kendine küfrediyor. Böyle bir salaklık yaptığı için. Çekip gidemediği için. Kendini mağdur kiş olarak gördüğü için…Sabahın o sakin sessiz, cam gibi saatinde öfkeden gözleri dolu dolu. O ince ince yaptığı planlarda böyle bir sabah, böyle bir üzüntü yoktu.
Planlarda mutlululuk ve özgürlük vardı. Ne oldu?
Cam gibi denize baka baka acı sabah kahvesini içen Defne’nin hayatında kesinlikle mutluluk ve özgürlük yok. Ağlıyor Defne. Gözyaşları burnundan günlüğünün sayfalarına düşüyor, mürekkebi iyice yayıyor tıp tıp tıp. Evde olmak istiyor, Cihangir’de, Godet’de, Roxy’de, arkadaşlarının yanında. Onu neyin mutlu edeceğini artık o da bilmiyor.
İçe dönük tabiatlarının farkında olmadan bir ömür geçiren bütün genç insanlar gibi o da mutsuzluğunu yalnızlığına ve şansızlığına bağlıyor ve ancak sosyalleşirse mutlu olacağını düşünüyor.
Mutluluğun bir ay gerisinde durduğunun farkında değil, o cennet sahnesinde otururken evine dönmeyi planlıyor.
Çünkü…
Devamı gelecek!
Bizden ayrılmayın!
ayyyyyy Defne burada birakilir mi!!!!!! nefes almadan okuyordum devamini hemen yaz lutfen
Kutulama videosuna talep +1.
Kutulama videosuna talep +2
Burada kesilmemeli hikaye! Devamını bekliyorum!
geliyor. gelecek…okumaya devam et lütfen!
ama olmadı, tam da en heyecanlı yerinde… 🙂