
İçe dönüklük konusunun ucunu bırakmayacağım söylemiştim değil mi?
Geçen günler boyunca içe dönük- dışa dönük mizaçlar konusunda biraz araştırma yaptım. Bu kavramlar ilk olarak Jung tarafından modern psikolojiye dahil edilmiş olsalar da, Antik Yunan’dan beri insan doğasını tanımlamak için kullanılan kavramlar. Hatta sadece insanların değil hayvanlar ve hatta bitkilerin bile içe-dışa dönüğü oluyormuş. (Ben bunu bizim kedilerden biliyordum zaten.) İçe-dışa dönük mizaçlar elbette ki iki kategori olarak var olmuyor. Bu kavramlar tek bir spektrumun iki ucunu tutuyor. Hiç kimse yüzde yüz içe veya dışa dönük değil. (Yüzde yüz olduğunda psikoza dönmüş oluyor, içe veya dışa dönüklük.)
Yogacı eski bir dostumun tavsiyesi sayesinde Susan Cain’i keşfettim. Quiet diye bir kitap yazmış. Quiet, 2012 yılının en iyi kitaplarından biri sayılıyor. Tam başlığı şöyle:
Quiet: The Power of Introverts in World That Can’t Stop Talking
(Sessiz: Konuşmadan Duramayan Bir Dünyada İçe Dönüklerin Gücü.)
Hemen aldım kitabı tabii. Giriş bölümünde bir test vardı. 20 soruluk. Şöyle sorular:
- Telefonum çaldığında genelde açmam, telesekreterin devreye girmesini beklerim.
- Doğum günlerimde parti yapmak yerine, aileden bir iki kişiyle yemek yemeyi tercih ederim.
- Tek başıma kalmayı severim.
- Tartışmadan hoşlanmam
- İşimde grup halinde değil tek başıma çalışmayı tercih ederim.
İşte böyle yirmi tane soru. Ben bu yirminin on sekiz (18) tanesine doğru diye cevap verdim. Risk almayı sevmem maddesi ile, yumuşak bir konuşma tarzım vardır maddesine hayır dedim. Bu ikisi dışındaki bütün maddelere verdiğim evet cevabı benim içe dönüklüğümü kanıtladı. Ben de çok sevindim.
Neden sevindim? İnsan hiç içe dönük çıktığı için sevinir mi?
İşte bugün tam da bu konuda yazmak istiyorum.
Susan Cain’in de kitabında vurguladığı gibi, günümüzde dışa dönüklerin yüceltildiği bir dünyada yaşıyoruz. Başarı bir şekilde, (okulda, işte, sosyal hayatta) dışa dönüklükle birleştiriliyor. Grup içinde sivrilenlerin başarılı olduğuna dair bir inancımız var. Bu görüş içe dönükler için şu anlama geliyor: Değişmediğim sürece başarılı olamayacağım. Başarılı olmak istiyorsam, içe dönük tabiatımdan sıyrılmalıyım. Üstüne üstlük bu görüş aile, öğretmenler, medya, iş ortamı ve arkadaşlar tarafından da devamlı olarak yeniden üretilerek bize geri veriliyor.
Bak o kadar yeteneklisin, biraz daha girişken olsan…
Ortaya çık, kendini tanıt, böyle köşende oturursan öğrenciler seni nasıl bulacak?
Gece dışarı çık, dağıt, dans et, iç biraz, rahatla ki bir sevgili bulabilesin.
Biraz yırtık ol, biraz kendini göster, ortaya çık.
Söylemin nasıl yeniden üretildiğini anladınız.
Hayattaki başarımız dışa dönüklüğümüzle doğru orantılı olarak artacak sanki.
İçe dönükler kendi içlerine dönerek başarılı olamazlar mı?
Tabii ki olabilirler. Susan Cain’in Quiet’in giriş bölümünde verdiği içe dönük dâhiler listesinde bakın kimler var: Einstein, Chopin, Proust, Spielberg, Orwell, Newton, J.K. Rowling…Bu insanların hayatta istediklerini başarmak için dışarı dönmelerine gerek kalmış mı? Yooo. Oturdukları yerden yazdılar, çizdiler, eserleri dünyaya döndü, kendilerinin dönmesine gerek kalmadı.
Türkiye, bildiğiniz üzere, çok iyi kitaplar yazan yazarların sırf içe dönük mizaçları nedeniyle karalandığı bir ülke. Yok televizyonda duruşu şöyleymiş, yok kafede rasgelmişiz de gülümsememiş, yok sosyal zekası düşükmüş. Yazarın kendini ifade ettiği yer kitaplarıdır, kamusal alan değil. Yazarın kamusal alandaki duruşuna bakıp kitabı hakkında yargıya varmak, hele ben o adamı sevmiyorum, duydum ki o kadın kötü yürekliymiş (yemin ederim böyle konuşan insanlar var!) diyerek iyi, çok iyi kitapları okumayı ret etmek bence hayatta büyük bir kayıp.
Benim de yazılarımı severek takip eden okurları, İstanbul’a döndüm diye boynuma atlamak isteyen öğrencileri soğuk ve mesafeli tavrımla hayal kırıklığına uğrattığım çok olmuştur. Hatta bir defasında bir öğrenciye “lütfen öpüşmeyelim” dedim diye ne dramlar yaşanmıştı! Ben öyle sıcak, sokulgan bir insan değilim. Karşımda duran insanla arama takip mesafesi sokmaya ihtiyacım var.
Belki de soğuk, kendini beğenmiş, sosyal özürlü, tuhaf veya utangaç yaftasını yapıştırdığımız insanlar aslında sadece içe dönüktür.
Türkiye’de içe dönük olarak başarı elde etmek, dünyanın diğer ülkelerine göre daha mı zor yani? Bilmiyorum. Böyle büyük genellemelere nice kapsamlı araştırmalar sonucunda bile varılamayacağını öğrendiğim bir meslekten geliyorum. O yüzden oraya girmeyelim.
İçe dönük ile içe kapanık aynı şey değil bu arada.. İçe dönük, dış dünyadan çok kendi içinde olup bitenlerle ilgilenen kişi. Kendi duygularının esaretinde farkındalığını yitirmiş kişi değil içe dönük. Tam tersine dikkatli, canlı, farkında, algısı keskin. Kimi içe dönüklerin (her zaman değil) sezgileri de güçlü. Susan Cain’in de vurguladığı üzere içe dönüklük ile utangaçlık da aynı şey değil. Utangaçlık etrafın yargısından korkmak anlamına geliyor. İnsanların ne diyeceğine aldırmadan kendini ifade eden, hayatını yaşayan, yazan çizen pek çok içe dönük var.
Onlar kendilerinin farkındalar mı?
Bence burası çok önemli. Çünkü benim gibiyseniz, yani spektrumun içe dönük tarafına meyil eden bir mizaca doğduğunuz halde, cesur ve ne istediğini bilen, o istediğini elde edene kadar sebatla çalışan, bir de üstelik sahneleri, ilgiyi, övgüyü seven bir tipseniz vay halinize…Böyle bir tipseniz içe dönük mizacınızı keşfetmeniz için hayatınızın ilk otuz yılını ardınızda bırakmanız gerekebilir. Herkes sizin ne kadar dışa dönük, korkusuz ve becerikli olduğunuzu konuşurken, esas istediğinizin tek başınıza bir köşede kitap okumak olduğunu kendiniz bile bilemezsiniz. Bütün partilerin olmazsa olmaz figürü siz iken, erken yatmak istediğinize kimse inanmaz.
Çoğumuz kendi gerçeğimize otuzlu yaşlarımızda uyanıyoruz. Yirmili yaşlar (istisnalar kaideyi bozmaz) genelde kafamızda kurduğumuz “başarı” idealinin peşinde geçer. O ideal bizim öz doğamıza uyar mı, bizi uzun vadede mutlu eder mi, bu gibi sorular aklımıza az gelir. Yirmili yaşların başında bize çok heyecan veren şeyler büyüsünü yitirirken esas doğamız hakkında biraz düşünmeye başlarız. Otuzlu yaşların çoğu bu esas doğayı araştırmakla geçer. Eski hayal kırıklıklarının, utançların ve öfkelerin sebebi bulunur. Tekrarlanan kalıplar kırılmaya başlar.
Benim şimdi eşiğinde durduğum kırklı yaşlar, esas doğamızı bulup orada yaşadığımız zamanlar olabilir mi? Annem kendini en güzel ve güçlü hissettiği yaşının kırklı yaşlar olduğunu söylemişti bir kere bana. Esas doğamızı sonunda keşfedip, onun içinde rahatladığımız içindir belki.
Yakında göreceğiz.
Benim içe dönük mizacımla yoga sayesinde buluştum.
Bunun hikayesini de bir sonraki blog’da anlatayım, olur mu?
Susan Cain ile ilgili linkler
http://www.thepowerofintroverts.com/about-the-author/
Çok güzel bir yazı, kendinizi ararken yaptığınız bu paylaşımlar bizlere de (bana en azından) ışık tutuyor. Ben de 30 lu yaşlardan sonra içe dönmeye başladım. Kendimi tanımaya, potansiyelimi keşfetmeye başladım. Henüz bir ilerleme kaydetmedim ama aramaya ve umut etmeye devam ediyorum. İçe dönük olduğumu da keşfetmem 3 yıl önce oldu. Ve bundan çok mutluyum 🙂
Ice donuk mizaclilarin basarili olacagi alanlar baska, disa donuk mizaclilarin basarili olacagi alanlar baskadir.Yin yang misali.Dunyanin iki mizaca da ihtiyaci var.
Kesinlikle katılıyorum. Yeter ki kendimizi tanıyıp, diğer tarafa zorlamayalım.
teşekkür ederim…
Ben teşekkür ederim okuduğunuz için.
Ben kabulenmekte zorlanıyorum bu durumu dışandönüklük herzaman daha cazip daha iyi daha mutlu algısı yaratıldı. Yaşadığımız çağda zaten boyledegilmi. Beni bu halimle kabul eden insan sayisi nerdeyse hic yok. Biraz disa donuk hamleler yapinca etrafim kalabaliklasiyor.
Anlıyorum sizi. İçe dönüklük yalnızlık demek deği. Tek başına şarj olmak daha çok. Kendinize yeterince tek başınalık zamanı armağan ederseniz zaten doğal olarak insanlarla kaynaşmak isteği doğar içinizde. Kalabalık ortamlarda olması şart değil, gönül bağı kurmak esas olan.
Defne ‘cim önce teşekkurker, bu konuyu dile getirdiğin için. Ya eşlerden biri dışa dönük diğeri içe dönük ise? that’s my problem …
Ortak bir platform bulabilirsiniz. İçe dönük eş tek başına şarj olacağı zaman yaratabilir, o zamanı diğer eş arkadaşlarıyla geçirebilir.
Peki sizin sessiz halinizi görüp de sizi ezmeye çalışan, saygısızlık yapmaya, küçük görmeye alay etmeye kendinde hak gören kişilerle nasıl başa çıkıyorsunuz? Onlara nasıl cevaplar veriyorsunuz?
Tepki vermek yerine içimdeki doğru cevabı araştırarak. Bazen susarak. Çoğu kez gülümseyerek. Her şeyden önce karşımdakinin benden sevgi görmek istediğini kendime hatırlatarak.
Dışarıdan gelen bu gibi davranışlardan pek etkilenmiyorsunuz o zaman, doğru mu düşündüm? Utanmak, öfkelenmek, kendinizi ortamdan dışarı itmek yerine yaptığınız işe odaklanabiliyorsunuz?
Dışarıdan gelen bu davranışlardan etkilenmiyorsunuz o zaman, doğru mu anladım? Öfkelenmek, üzülmek, utanmak ya da kendinizi ortamdan dışarı itmek yerine o anki işinize, kendi varlığınıza odaklanabiliyorsunuz ?
Aslında sizin yorumunuzdan sonra düşündüm: ben böyle davranışlar ile karşılaşmıyorum. daha doğrusu karşılaşıyorsam da onları bana karşı yapılmış şeyler olarak görmüyorum galiba. Etrafımdaki herkes bana çok saygılı ve sevecen yaklaşıyormuş gibi geliyor.
Açıklamalarınız için teşekkür ederim. 🙂
Dışa dönük olup içe dönük olmaya zorlanmak var bir de. İnsanlar tarafından anlaşılmayı bekleyip bu çabanın sonuçsuz kalmasıyla içe dönük davranmak.