Son haftalar tatlı bir telaş içinde geçti. İstanbul’a gelen yoga hocalarımı ağırlamakla meşguldüm. Öğrencisi olduğum Shadow Yoga okulunun kurucusu Zhander Remete ile okulun en kıdemli öğretmeni ve müdürü Emma Balnaves her yıl gerçekleştirdikleri Avrupa turuna İstanbul’da başladılar. Yıllardır hayalini kurduğum bir şeydi bu benim. Öğretilerinin ışığında eğittiğim öğrencilerim ile ustalarımı buluşturmak yani. İnsanın böyle büyük bir hayali gerçekleşince stres katsayısı artıyor. Ben de hocaları gezdirip, beslediğimiz geçen hafta boyunca pek çok defa zihnimi stresin çalkantılı sularından, anın zenginliğine davet etmek durumunda kaldım. Çünkü Boğaz manzarasına karşı kahve de içiyor olsanız, trafikte sıkışmış da ustalarla geçen her an, öğrencinin bilgisini pekiştirip, ruhunu beslemeye yarayan sözler ve/veya suskunluklarla dolu. Ben de hocalar için mükemmel ortamı yaratmanın sorumluluğunu taşıyan kendimi mümkün olduğunca arka koltuğa oturtup, o andaki dersi izlemeye verdim dikkatimi.
Haftanın her anı tam konsantrasyon öğrencilik ederek geçti diyebilirim. Emma Hoca’nın Cihangir Yoga’da verdiği üç günlük muazzam kursta da bu öğrenme, zenginleşme, beslenme süreci zirve yaptı.
Bugün Büyükada’dayım.
Haftalar, belki de aylardır hayalini kurduğum gün bugün.
Bir gün adaya gitsem…Ah yoga, yazı, yürüyüş ve yunanca ile dolu yalnız bir gün yaşasam…Deyip deyip duruyordum. Her sabah ve çoğu akşam ders verdiğim için bu hayalimi gerçekleştirecek bir zaman da bir türlü bulamıyordum. Nihayet Emma hocayı yolcu ettiğim günün ertesinde ne olursa olsun ada gününü yaratmaya karar verdim. Son on günü pek bir sosyal geçirdiğim için tek başıma kalmaya susamıştım. Geceden çantamı hazırladım, spor ayakkabıları dolaptan çıkardım. Bir Türkçe, bir İngilizce roman, bilgisayar, yoga kıyafeti, yunanca kitabı, yağmurluk, psikoloji dersinde yapacağım bir sunum için üzerinde çalıştığım aile ağacı notlarım, hepsini topladım. Sanırsınız ki yedi gün yedi gece kalacağım adada.
Sabah perdeleri ve gözlerimi açmadan hazırlandım, bir taksi çağırdım. Sokağa adım atar atmaz soğuk rüzgar ve yağmur çarptı yüzüme. Çantamdaki ada ekipmanı hayal kırıklığı ile yer değiştirdiler. Gün aymamıştı daha. Dersten sonra karar veririm, dedim. Ama olur mu yani? Günlerdir bal bahar ortalık, şimdi bu kıştan kalma gün de neyin nesi?
Kendi yogamı yaptım. Güneş doğdu. Öğrenciler geldi. Ders yapmadık. Hepimiz yorgunduk. Emma’nın workshopunda öğrendiklerimizi konuştuk. Önceki gün camlarını sonuna kadar açtığımız halde terlediğimiz stüdyoda bu sefer üşüdük. “Gitmeyeceğim herhalde” dedim kendi kendime. Zaten çok yorgunum. Adada yapmayı düşündüğüm her şeyi evde yaparım. Çantamın içinde romanlarım, defterim üzüntü ile içlerini çektiler. Eve gidince hep bir şeylerin beni alıkoyacağını biliyorlar.
Dersten sonra sokağa çıktık. Hava iyice sertleşmiş. Düşünmeden Çağlayan’ın arabasına bindim, beni Kabataş vapur iskelesine götürmesini rica ettim. On dakika sonra, bir grup Japon turist ile birlikte Adalar vapurunda sıcacık bir simidi çayıma bandırıyordum. Hava, deniz, yer, gök hepsi griye kesmiş, güzelim şehrin renklerinin tamamı çalınmış. Kınalı, Burgaz, Heybeli, derken saat onda vapur bizim Ada’ya yanaşırken bana yine bir tembellik hasıl oldu. Aman, şimdi bu havada eve git, evi önce havalandır, sonra ısıt. Bır bır bır. İki satır yazacaksın diye. Bak vapur ne güzeldi. Hadi hiç inmeden dönelim. Şu gri, haşin adanın seni bağrına basacak hali var mı?
Ay ciddiyim böyle diyor şeytan.
Kalk kır bacağını değil mi? Japonlar kalkmış, merdivenlere yürüyorlar. Ben camdan bakıp çocukluktan kalma bir alışkanlıkla bizim evin yerini kestirmeye çalışıyorum. Bizim ev vapurdan gözükmez. İskele verildi. Japonlar şemsiyelerini açtılar. Yok artık. Şeytan gevrek gevrek kulağıma fısıldıyor. Varılan yer değil zaten yolculukmuş önemli olan. Şimdi bir çay daha içerek gerisin geri dönecekmişiz, Heybeli, Burgaz, Kınalı, Kadıköy, Kabataş.
Ne diyorsun ya! Bunca yolu gerisin geri dönmeye mi geldim ben? Hadi be kardeşim!
Yerimden fırladım, iskeleler geri çekilirken ben vapurdan atladım. Şeytan kırık bacağı ile peşimden gelemedi, vapurda kaldı, dönüp el salladım. Çay içip Kabataş’a tek başına dönsün.
Çarşıya doğru yürüdüm. Her şeye rağmen geldim ya, içimde bir özgürlük duygusu. Şimdi eve giderim, kaloriferleri yakarım, bir çay yaparım, güzel bir müzik koyarım. Okurum, yazarım, yoga yaparım, atlarım bisiklete bir tur dönerim. Yağmur durursa Aya Yorgi’de bir mum yakarım.
Görevimi başarıyla tamamladım. Başarının tatlı tatmini ile yoga dağarcığıma yeni katılan bilgilerin pırpır eden heyecanını doya doya yaşayabilirim şimdi.
Bana göre sanki her şeye rağmen değil de, her şeyle beraber geçmiş günün… Deniz kokusunu özlediğimi hissettim yazını okurken.