Mahrumiyet Müzesi

Kaçıracağım için kahrolduğum 2015 Joan Baez Istanbul konserine atfen bu yazıyı yeniden yayımlıyorum.

DS.

Joan Baez Carmel'de
Foto: Ralph Crane, 1962

Şu okuduğunuz satırlar dünyanın en güzel beldelerinden biri olan Carmel, Kaliforniya’da bir kahvede yazılıyor. Gökyüzü bebek mavisi, havada çam ve okyanus kokusu, yazdan kalma bir gün…Ben burada tek başımayım. Dostlar sağolsun, iki günlük bir serüvene atıldım: Joan Baez konserine gidiyorum.

Sadık okurlar Joan Baez’in benim hayatımdaki anlam ve önemini hatırlayacaklardır. İlk defa sesini ve adını duyduğumda ondört yaşındaydım. Annem kasedini vermişti. “Yarın Açıkhava’da konserine gideceğiz. Dinle bak, seveceksin diye tahmin ediyorum.” Tahmini doğru çıktı. Çok sevdim. Kasedi o akşam defalarca dinledim. O kadar ki ertesi akşam Açık Hava tiyatrosunda söylediği şarkıların bir kısmına uydurma bir ingilizceyle eşlik edebildim. O gece orada yedi bin kişi vardı. Bol yıldızlı, sıcacık bir temmuz gecesiydi. Havada köfte, sucuk ve ekmek kokusu…

Açık hava tiyatrosunun seyirci koltukları o zamanlar plastik ve arkalıklı değildi. Taş sıralara diziliyorduk. Ortalıkta plastik minder kiralayan adamlar dolaşıyordu. (Alaska frigo ve koko satanlardan başka.) Kahverengi kirli kötü plastik minderlerden kiralayabiliyordunuz isterseniz. Joan Baez gecesi iki kişilik yerlere beş minder sıkıştırarak oturmuştuk. Merdivenler, basın bölümü ile orkestra çukuru arasında yere oturarak konser dinlenen genç-hayran bölgesi, hepsi, her yer hınca hınç doluydu. Hepimiz şarkıları –uyduruk ingilizcemiz ile- bir ağızdan söyledik. Anlamadığımız espirilere, Joan gülüyor diye biz de güldük. Oturduğumuz yerden konseri kasetlere çektik.

Joan Baez 1988 yılında İstanbul’da 3 gece konser verdi, her gece böyle geçti.

Ben o yaşıma kadar yedi bin kişiyle birlikte susup, birlikte çoştuğum bir ortama girmemiştim. O gecenin sonunda cin çarpmışa dönmem biraz da o bütünün gücünden kaynaklanıyordu tabii. Ama sahnedeki o kadın, neydi o öyle? Ne yapmıştı bana? Ne biçim bir ses? Nasıl bir kendine güven? Nasıl bir duruştu o sahnede? İnsan insanlığını böyle mi güzel ifade edebilirdi?

Sonraki yıllar, aynı cin tarafından çarpılmış Yasemin’le beraber, bir Joan Baez müzesi kurarak geçti. Dünyaca ünlü bir sanatçı olmasına rağmen hakkında bilgi edinmek öyle kolay değildi. Daha kendi hayatını yazdığı “And A Voice to Sing with” kitabı çıkmamıştı. Berbat Türkçe tercümesi yüzünden, şifreli bir mesajmış gibi okunan Gündoğumu diye bir kitabı vardı ki ben bile pes etmiş, kenara koymuştum. (Çok sonra Portland’da bir kitapçıda Daybreak (Gündoğumu) şansa karşıma çıkınca, açtım bir iki sayfasını okudum. Hiç de şifreli değildi, açık seçik yazılmış bir anı/deneme kitabıydı aslında. Yıllarca kalbimde şifre diye taşıdığım cümleler aslında eğlenceliydi.)

Bilgi o zamanlar kısıtlı bir kaynaktı. Başka bir zamandı o zaman. Joan Baez hakkında bilgi toplamak bile karanlıkta el yordamıyla yol bulmaya benziyordu. Ki o aralar gazetelerde durmadan röportajları yayınlanıyor, (ve tarafımızdan hemen kesilip albüme özenle yerleştiriliyor), her yerde son iki kasedi satılıyor, annemin bir tanıdığının tanıdığı Joan Baez’i tanıyordu.

Yine de bizim müzeye yetecek kadar bilgi sağlamıyordu bütün bunlar. Önce bütün albümlere ulaşmak lazımdı. Bakırköy’de bir pasajın içinde bir plakçı varmış, Ortaköy’de de varmış başka bir plakçı varmış. Bunlar plaktan karışık kaset çekiyorlarmış. Annem aldı beni Ortaköy’dekine götürdü. Yere oturdum. Önümde belki yirmi tane Joan Baez plağı. Plaklar satılık değil. Her bir karışık kaset bir dünya para. Annemle üç tanede anlaştık. Hangi şarkıları seçmeli ki? İsimlerini beğendiklerimi değil, isimlerini anladıklarımı seçtim. Anlıyorsunuz değil mi, plaktan şarkı işaretliyorum, yirmi tane plaktan belki altmış, belki yetmiş şarkı işaretledim. Dükkan sahibi çocukcağız da bir türlü geçmek bilmeyen on gün içerisinde bana 3 adet doksan dakikalık kaset yaptı. Karışık 1, Karışık 2 ve Karışık 3.

Kasetlerimle eve dönerken yüreğimden ve kuyruk sokumu gibi derin bir yerlerden bütün kanıma heyecan ve sevinç yayılıyordu. Dünyanın en mutlu insanıydım! Eve gelince pastel boyalarla kasetlere kapak yaptım. Şarkı isimlerini nakarat kısımlarını dinleyerek uydurdum. (Kaset çeken çocuk, şarkı isimlerini yazmakla uğraşmamıştı tabii. ) Her birinden Yasemin’e bir kopya yaptım, onlara da kapak boyadım.

Joan Baez müzemiz için bulduğumuz her bilgi kırıntısı bizim için bir zaferdi. Birisi bize “orjinal” bir Joan Baez kasedi getirdi bir gün. Orjinal kaset Türkiye’de bulunan bir şey değildi. Farkı sadece sesinin kalitesinde değil, kağıdının kuşesinde, kapak fotoğrafının renginde ve tabii ki kasedin içinden çıkan şarkı sözlerinin yazıldığı küçük kitapçığındaydı. Türkiye’de kaset basanlar şarkıların sözlerinin yazdığı kitapçığı basmayı lüzumsuz görüyorlardı besbelli.

Orjinal kaset (Recently) müzenin baş tacı oldu.

*

Mahrumiyet zamanlarıydı bunlar. Bilmediğimiz şeylerin mahrumiyetinden bahsetmiyorum. O zamanlarda internet yok, cep telefonu yok, facebook yok, filan değil bahsettiğim. Evet bunlar yoktu ama bunlardan mahrum olduğumuzu da bilmiyorduk. Kendimizi mahrum hissettiğimiz şeyler varlığını bildiğimiz ama bir türlü elde edemediğimiz şeylerdi. Orjinal kasetler, şarkı sözleri, Joan Baez ile Bob Dyland ilişkisine dair yazılmış kitaplar, Joan Baez ile eşi David Harris’in beraber çektikleri belgeselin video kasedi, Woodstock’un video kasedi…Mahrum olduğumuzu bildiğimiz şeylerin birinin ucunu yakalar gibi olunca kanımıza yayılan mutluluğu hatırlıyor musunuz?

Şimdi bu yazıya bir fotoğraf bulmak için internete giriyorum ve dünya kadar Joan Baez fotoğrafı ve bilgisi yağıyor. On beş yaşındayken elimde bu kadar çok imkan olsaydı, yine aynı sevinci, heyecanı yaşar mıydım?

Mahrumiyetin mutluluğunu internetli dünyaya doğmuş bir insana anlatabilir misiniz?

Bir gün Joan Baez’e bir mektup yazıp, kendimi en çok mahrum hissettiğim şeyi yazdım. Kasetler, plaklar, kitaplar, fotoğraflar değildi esas özlediğim. Dayanışmayı özlüyordum ben. Sosyal duyarlılığı, hep beraber bir şeyleri protesto etmeyi, sokakları doldurup inandığımız bir dava için yürümeyi, dünyayı değiştirebileceğine inanan insanlarla beraber çalışmayı…Ve özlediğim dünya için çok geç kalmış gibi hissediyordum kendimi.

Parti bitmiş, ben Reganlı, darbeli, yuppieli bir dünyaya doğmuştum.

Bozuk ingilizcemle özlemimi anlatabildiğim kadar anlattığım mektubuma, pastel boya çalışmalarımdan birini de ekleyip Joan Baez’e postaladım. (Annemin arkadaşının arkadaşı bana adresi vermişti.)

Aylar sonra, okuldan geldiğim bir bahar akşamüstünde, güllü bir zarftan Joan Baez’in cevabı çıktı! Asansöre binmeden önce posta kutusundan çekip çıkardığım tomarın içindeki güllü zarftan çıkan mektubun ne olduğunu anlayınca önce asansörde benimle yukarı çıkan servis arkadaşım Etel’in ödünü kopartan bir çığlık atıp, sonra heyecandan ağlamaya başladım.

Joan Baez bana cevap yazmıştı!

Güllü bir kağıda, incecik siyah bir kalem ve güzelim bir el yazısıyla,

“Sevgili Defne,

Dünyada yapılacak daha çok iş var. Senin gibi insanlar birlik olup daha iyi bir dünya için çalışacaklar. Sakın umudunu kaybetme. Daha on beş yaşındasın ve bütün bunları düşündüğüne göre çok akıllısın. İnsanlığın sana ihtiyacı var. O güzel ruhunu hep koruman dileğiyle,

Joan”

…diye yazmıştı!

O mektubu, güllü zarfı içinde heryere yanımda götürdüm, hiç kaybetmedim!

*

Şimdi Carmel’deyim. Joan Baez’in yaşadığı şehirde. Belki de gelip kahvesini içtiği kahvede. Dışarıda okyanus ve çam kokusu. Radyoda, “will you still love me tomorrow?” çalıyor. (Dirty Dancing) İki saat sonra okyanusa bakan bir parkta Joan Baez bir konser verecek. Sırf bu konseri dinlemek için iki günlük bu yolculuğa çıktım. Evimden ve eşimden 1000 km uzakta, dünyanın en güzel sahillerinin birinde bir kahvede oturyorum. Birazdan Joan Baez’i göreceğim. Yirmidört sene sonra yeniden! Mahrumiyet çağının artık pek hissedilmeyen o eski duyguları ile yeniden buluşacağım. 

Birazdan!

Not: Banka hesabıma yaptıkları değerli katkıları ile bu serüveni mümkün kılan bütün dostlarıma ve anneciğime bir kez daha teşekkür ediyorum.  İyi ki varsınız!

Mahrumiyet Müzesi’ için 9 yanıt

  1. Anonim 04/10/2012 / 12:44 am

    umarım konserin güzel geçmiştir. ay lav yu. d.

  2. benden bizden 04/10/2012 / 3:57 am

    Bayıldım bu hikayeye. Dilerim harika bir zaman geçirirsin ve tıpkı 14 ündeki gibi hissedersin tekrar 🙂

  3. Eva 04/10/2012 / 11:07 am

    konsere gitme planinin gerceklesmesine cok sevindim 🙂 konserin nasil gectigini ve uzun yillar sonra hissettirdiklerini merak ediyorum…

  4. hande 08/10/2012 / 5:28 am

    Yazınıza bayıldım. Anlatımınızla oraya gitmiş kadar oldum. Umarım çok iyi vakit geçirmişsinizdiri sevgiler…

  5. Anonim 09/10/2012 / 6:05 am

    sahane program! senin 15 yasinda ozlegini soyledigin seylere ayni yaslarda ben de ozlem duyardim. hala da oyle. dayanisma ve isyan hala kalbimi en cok carptiran seyler. oyle bir dunyanin herkesin kesfetmedigi potansiyellerini aciga cikaran bir yer oldugunu dusunurum hep. farkli bir dunyaya dogmus (ayni yaslardayiz) olsam da bu hissiyatin nereden geldigini benim icin nasil bu kadar belirleyici oldugunu merak ederim sik sik. cok iyi vakit gecirirsin umarim!
    demet

  6. C.O. 10/10/2012 / 5:33 am

    Ne tatlısın:)

  7. basit 10/10/2012 / 5:02 pm

    “Not: Banka hesabıma yaptıkları değerli katkıları ile bu serüveni mümkün kılan bütün dostlarıma ve anneciğime bir kez daha teşekkür ediyorum”

    Banka hesap numarası lütfen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s