Gong Sesi

Foto: Aisha Harley

Son yazıya bıraktığınız yorumlara balıklama dalıyorum .

Deniz diyor ki “ben ne hissettiğimi çoğu zaman bilmiyorum ki onu ifade edeyim. Hayır mı, evet mi diyeceğimi kestiremiyorum ki sınır koyayım. Bir ilişkinin bana zarar vereceğini baştan nasıl bileyim?  Müge de ona katılmış ve zihnimizin bize oynadığı oyunlar içinde gerçeği inkar etmeye yatkınlığımızdan söz etmiş. Ve en son olarak Evren’in yorumu benim bu yazıda söylemeyi düşündüğüm şeyleri özetlemiş aslıda. Evren ne de olsa okullu psikolog.

Evren’in de dediği gibi iç ses doğruyu biliyor. Sinyaller geliyor. Sinyaller hep geliyor. Onları duymak işimize gelmiyor. Ağırdan, derinden bir GONG gibi iç ses bizi uyarıyor. İnsan kendi bildiğinin doğru olduğuna körü körüne inanmışsa bu derin bir inkar uykusunda gongu duymuyor. Sonradan dönüp bakınca, bütün izler, işaretler, ziller, zurnalar alenen görünüyor.

***

Bir arkadaşımın üç yıldır beraber yaşadığı sevgilisi meğerse bu süre zarfında başka bir ilişkiyi daha yürütüyormuş. Nihayet durumu çakan arkadaşım,   ”anlamaktan, keşfetmekten çok baştan beri bildiği bir şeyi hatırlamak gibi bir şey bu” diyerek ruh halini tarif etmişti. ‘Bildiğimi her seferinde perdeliyor, kendi kendime unutturuyordum”.

Başka bir arkadaşım evlenmeden bir hafta önce bunalıma girmiş, ağlaya ağlaya bana gelmiş, ben de ona üzülmemesini yürümezse boşanabileceğini hatırlatmıştım da rahatlamıştı. O da biliyordu yürümeyeceğini. Daha taaa o zamandan biliyordu. Yine de düğün dernek yapıldı, evlendi, inkar etti, etti, etti ve sonunda inkar öfkeye, öfke pazarlığa, üzüntüye ve en sonunda kabullenişe -dolayısı ile boşanmaya vardı.

Bir insanın, bir işin, bir şehrin, bir durumun bizde yüzde yüz tatmin uyandırmaması durumunda kendimizi dinlemeyi bilmiyorsak, güvendiğimiz insanları dinleyebiliriz. Arkadaş veya ailedense  bir hoca veya bir terapist rehberliğinde benliği irdelemek daha iyi bence. Yakınlarımızı bizi kırmamak için neyi inkar ettiğimizi yüzümüze söylemeye cesaret edemeyip, kafamızı daha da karıştırabilirler. İyi bir hoca/terapist bize cevapları veren değil, cevapları kendi kendimize bulmamızı sağlayacak soruları sorandır.

İnsan zihinin kendi doğru bildiği bir durum ve/veya üç beş seçenek arasında dönüp durmasının esas sebebi alternatifleri red etmesinden kaynaklanıyor. Sadece bir veya üç beşin iyi geleceğine olan inançtan gözler kör olmuş.

Ancak şunu da unutmayalım. Bu kendini hissetme, hayırlısını bilme işi çok düşünmek, seçenekleri ince eleyip sık dokumak ile olmıyor. Yoga hocamın bize sık sık hatırlattığı üzere zihnin analitik aktivitesi  olan düşünmek, hissetmeyi ve sezmeyi zorlaştıran bir aktivite. Hisseden ve sezen de zihin ama daha başka bir merkezden çalışıyor. Karın merkezinden. Analitik düşünce kafa beynine ait, sezgi ise ince bağırsağın oralarda bir yerde faaliyet gösteren karın beynine ait. ( İngilizcede derinden bilme/malum olma anlamlarına gelen gut feeling de bağırsak hissi demek zaten!)

Bu nedenle kendimiz için hayırlısını bilmek istiyorsak, düşünme aktivitesine biraz ara vermemiz gerekir. Yoga, meditasyon ve dua etmek gibi ruhani etkinlikler analitik beynin hakimiyetini kısa bir süreliğine askıya alıyorlar. Ormanda maraton koşmak, uzun mesafe yüzmek de dalgaları yavaşlatıp, beyinlerimizi alfa frekansına çekebiliyor. Alfa dalgalarında seyreden beynin günlük hayattakinden farklı faaliyet gösterdiğini daha önce, başka bir yazıda yazmıştım hatırlarsanız.

Size doğru soruları sormuş bir hocanız, rehberiniz, terapistiniz var ise karın beyninin faaliyet gösterdiği o kısa alfa süresinde sorularınıza cevap bulabilirsiniz. Unutmayın bizim için iyi olanı bilmek ve zaten yolumuza döşenmiş olan işaret ve sinyallere gözümüzü açmak rüya hatırlamak gibi bir şey. Düşündükçe kaçar!

Ancak…Bu konuda okurken rasgeldiğim bir diğer bağımdaşlık özelliği de bir başka insanın bizi tamir edebileceğine inanmamız. Bir dostun, sevgilinin, terapistin veya hocanın yaralarımızı yalayıp iyileştireceğine, bize kendimizi iyi hissettireceğine veya bizi onaylayacağına inanıyorsak ve ondan bunu bekliyorsak, bu da bir bağımdaşlık davranışı. Dışarıdan bir insanın bize kendimizi bütün ve tastamam hissettirmesine imkan yok.

GONG, GONG, GONG!

***

Şimdi Deniz’in diğer sorusuna dönüyorum: İlişkiye girdiğimiz bir insanın bize zarar vereceğini baştan nasıl anlayacağız? Hatırlarsanız bir önceki yazıda, sınır koymaktan bahsederken üç önemli prensipten bahsetmiştim:

  1. Kendimize zarar vermemek
  2. Başkalarına zarar vermemek
  3. Bir başkasının bize zarar vermesini engellemek

Bir adam, bir kadın bize zarar verir mi vermez mi bunu anlamak aslında hiç zor değil. Fark edildiği anda sınırlar konabilir. Zararın neresinden dönülse kardır.

Ama ilişki başlarken çoğumuz -özellikle bağımdaşlık dozu yüksek olanlarımız- yeni sevgilinin bize kendimizi nasıl hissettirdiği (ondan aldıklarımız) ile o kadar ilgiliyiz ki karşımızdaki kimdir, nedir, kimlerdendir ve hatta aslında hoşuma giden bir zat mıdır, bunları anlayana kadar bir kaç ay geçiyor.

Sonra yeni partneri kafamızdaki ”ruh eşi” konseptine yerleştirme süreci başlıyor. Bu noktada ak ve kara hafiften beliriyor. Karşımızdaki  bir konsept olmaktan çıkıp, kanlı canlı bir insana dönüşürken acısı ile tatlısı ile şekil şemal çıkıyor ortaya. İşte bu şekil şemal ortaya çıktığında adam/kadın bizi mutlu etmekten çok üzüyor ise, bu bir sinyal. Kendimizi tatminsiz hissediyorsak o da bir sinyal. Korkuyorsak o da bir sinyal. Bize zarar verecek bir ilişkiye doğru yelken açmış olabiliriz.

Ancak ilişkinin zarar kendimizden mi yoksa karşımızdakinden mi geliyor? Bağımdaş isek bunu ayırd etmek iyice zor. O yüzden yavaş yavaş, şıkları ayıklayarak gidelim.

1. Üzüntümüz/tatminsizliğimiz/korkumuz yeni sevgiliyi manipüle etme ihtiyacımızın giderilemeyişinden kaynaklanıyor olabilir. Adam/kadın değişmiyor. ”Ben hayallerindeki insan değilim, sen bunu hazmet” diyor. Edemiyoruz. ”Değişir, değişir” diyoruz. ”Daha yeni başladık. Ben seni değiştiririm, hele bir bana aşık ol” diyoruz.  Kadınsanız cosmopolitan, erkekseniz evli erkek arkadaşlarınız  sizi destekliyor zaten. Burada koyacaksanız bir sınır, kendinize koyacaksınız. İzninizle bu şıkkı  eliyorum. Anladığıız üzere  burada bize zarar veren biziz. Bu duruma örnek teşkil edebilecek çok şık 2 senelik bir ilişki hikayem var, belki sonra anlatırım.

2. Üzülüyorsak veya bir tatminsizlik söz konusu ise, bir ihtimal bu yeni sevgili bizimle ciddi bir şekilde ilgilenmiyordur. Siz düğünü hayal ederken, o “biz takılıyoruz” aşamasında Bu konuyu bir an önce konuşup açığa kavuşturmak ve kimin nerede durduğunu netleştirip sınırları koymak yine bize düşer. Yani burada da yeni sevgilinin bize zararı dokunmuyor. İnkar mekanizmamızı devreye sokarak bizim kendimize zarar verme ihtimalimiz daha yüksek. Bu şıkkı da geçiyorum. (Ve fakat burada kadınlara bir şey söylemek istiyorum: Erkekler sizi istiyorlarsa, bunu en baştan biliyorlar.Sonrada vazgeçtikleri oluyor ama en başta ya istiyorlar, ya istemiyorlar.  Karın beyinleri ile daha mı haşır neşirler artık bilmiyorum ama ilgilenmiyorlarsa numara yaptıklarından değil, hakikatten ilgilenmediklerinden!)

3. Elimizde kalıyor son bir seçenek:  Adam/kadın gerçekten çevresine zararlıdır. Alkolik, sinir hastası, şiddet eğilimli, yalancı, uyuşturucu bağımlısı, üç kağıtçı, düzenbaz, nemfomanyak veya narsist daha fenası bağımdaş olabilir. ”Evliyim ama yakında boşanacağım” diyebilir. ”Çocukların hatrına evliliğimi sürdürüyorum, sen beni sev” diyebilir. Sizinle durmadan emir kipi ile konuşup, onu bunu buyurma alışkanlığı olabilir. Aman! GONG! Bu sinyalleri henüz çözemeyecek kadar genç ve toy iseniz yeni sevgiliyi arkadaşlarınız, yoga hocanız ve en iyisi  anneniz ile tanıştırın. Sizin meşgul zihninizin göremediğini anneler şıp diye görürler. Kafanızın dikine gitmeyip bilenleri dinleyin. Sınırlarınızı koyun.

GONG!

***

Bağımdaşlıktan bağımsızlığa savaşında bakıma muhtaç olmayanlara bakma ihtiyacından arınmak esaslı bir meydan muharebesi. Yakında bu konuya gireceğiz. Herkesin yardımına mı koşuyorsunuz? Fedakarlık yapmaktan bitap mı düştünüz? Karınıza, kızınıza kaliteli bir hayat sunmak için gece gündüz çalışıyor, sonra da onları suratlarını mı çekiyorsunuz? Sizi henüz yazmadığım bir sonraki yazıma davet ediyorum.

Bu arada okuduğum bağımdaşlık kitaplarından edindiğim bir iki iletişim tüyousu:

-Söylediklerimizin yüzde 80’i kelimeler değil, ses tonumuz tarafından ifade ediliyormuş. Tonlara dikkat.

-Bir mesele yüzünden duygusallaşıyorsak, o duygudan arınana kadar o meseleyi çözmeye çalışmamak lazımmış. Bağırıp çağırarak ya da ağlaya zırlaya iletişim kurulmuyor. Duygular çok hızlı geçen dalgalar aslında. Takılmayın. Kafanızı başka bir şeye verin, Sudoku çözebilirsiniz, parkta yürüyüş yapın, vapur ile karşı tarafa geçin, yoga yapın filan ve duygular zihninizi terk edene kadar konuyu konuşmayın. Zihin duyguları beslemek de ister, sizi daha da duygulandıracak (öfke, hayal kırıklığı, üzüntü) konuları düşünmeyin. Meseleyi kafanızda evirip çevirmeyin. Salim kafa ile düşünmesine engel olacak alkol, uyuşturucu ve antidepresan kullanmayın. Dedim ya Sudoku çözün.

-Ne olursa olsun doğruyu söyleyin. Bağımdaşlar için özellikle zor bir madde bu. Uydurmayın. Başkaları memnun olsun diye gerçekleri onlardan saklamayın. Gerçek motivasyonunuzu söyleyin. Bir de geç kalmayın. Geç kalmak verilmiş bir sözü tutmamaktır. Geç kalırsanız, sorumluluğu üzerinize alın, hikaye uydurmayın.

-Defansa geçmeyin. Haksız yere suçlandığınızı düşünseniz bile biraz sessiz kalıp, ne diyor bu insan, diye onu dinleyin. Hiç belli olmaz. Belki bir şeyler öğrenirsiniz. Kendini savunmak konuşulanlara kulak tıkamak oluyor. İçten içe köpürseniz bile, ”söylediklerini biraz düşünmek istiyorum” diyerek kalkıp gidin. Ertesi gün kendi bakış açısınızı sunarsınız. Zaten size söylenen her şeye cevap vermek, bir açıklama yapmak zorunda değilsiniz. Bunlar da bağımdaşlık alışkanlıkları. Bazen hım hım deyip geçmek de mümkün.

-Gereksiz yere konuşmayın. Bir telefondan diğerine geçerken biraz ara verin. Biraz sessiz kalın. Konuşmayı yarıda kesip, başka bir tanesine başlamayın. (telefonda)

-Dedikodu yapmayın.

-Sınırlarımızı dile getirirken ”alçak ses, tatlı söz, güler yüz” üçlüsünden şaşmayın.

Her gün, her ilişki yeni sınırlarımızı test etmek için fırsatlar sağlıyor bize. Raporları, yorumları bekliyorum…

Gong sesini duydunuz.

Meydan sizin!

Gong Sesi’ için 7 yanıt

  1. müge 30/09/2011 / 4:23 am

    heyecanla yazmanı bekliyordum:) veee tam üstüne bastın, ben ciyakladım: düşünmek, hissetmeyi ve sezmeyi zorlaştırır… o kadar çok düşünüyorum ki kukumav kuşu gibi derler hani işte öyle bıraksalar bir dala akşama kadar düşünür, türlü türlü kurarım. uzaklaşmam gerektiğini de bilirim. bunun için bir şeyler yapıyorum ama yetmiyor çoğu zaman. düşünmeyeceğim diye kendimi oradan oraya helak ettiğim günler olmuştur. ama her nasılsa bir yerden gelip yakalar beni. ciddi travmalarda hayatımı kökten değiştirme eğilimindeyim aslında. şartlar çoğu zaman izin vermiyor. şu anda öyle bir aşamadayım ve hayatımı tamamen değiştireceğim şansım yaver giderse…şehir hatta ülke, iş değiştirmek gibi. kimileri nereye gidersen git kendini de götürüyorsun diyor (yani hiç bir şey düzelmeyecek) ama ben iyi olacağını hissediyorum karnımdan…

    sevgiler

  2. Evren 30/09/2011 / 10:50 am

    kesinlikle katiliyorum ben de, düşünmek, hissetmeyi ve sezmeyi zorlastiriyor, muhtesem bir tespit bu!!! Bazen de tamamen sezgilerime dayanarak dogru olduguna inandigim bir kararin uzerinde dusunerek, bu kararin dogrulugundan uzaklastigim, arti ve eksileri dusunup, dusuncelerimi mantiki bir zemine oturtmaya calistigim oluyor. Yani uzerinde dusunup calisarak, aslinda ilk hissettigim duygudan uzaklasiyorum. Sonuc olarak, mantikli dusunceler kendimi daha iyi hissettiriyor mu? Hayir… bir de uykudan ilk kalktigimda hissettiklerimin gercek oldugunu dusunuyorum, herhalde o sirada henuz dusunecek kadar ayilmamis ve acilmamis oluyorum, tavsiye ederim…
    sevgiler!

  3. melda 01/10/2011 / 12:12 pm

    çok guzel bir seri ve cok guzel bir yazı olmus. eline saglık 😉

  4. Ozge 03/10/2011 / 7:55 pm

    Duygulari kendine ve baskalarina belirtmede biraz bekleme kesinlikle bir suru konuda ise yariyor. Ben en cok PMS’te yapiyorum, uc gun sonra hala kafana bunu takiyorsan o zaman dusunursun diye, kara bulutlar biraz dagiliyor. Zaten ofke, uzuntu anlarinda baskalariyla konusmayi yasakladim kendime uzun suredir – ve verdigim en iyi kararlardan biriydi, en cok bana yarari oldu tabi.

    Yalniz yoga’da da iste bana en zor gelen sey bu dedikodu yapmama ve insanlari yargilamama. Hele de ikincisi… Bazen yargilamamaya calisicam diye o kadar yorgun dusmus buluyorum ki kendimi, izinli oldugum gunler oluyor, bu gun hadi tam gaz yargila diyorum.. dedikodu da bir nevi haz veren bagimlilik sanki, habire diyorsun, bir taneden bir sey olmaz sonra bi bakiyorsun, hem sen hem karsindaki tiryaki olmussunuz..

    Eline saglik Defne,
    Sevgiler,

    Ozge

  5. r. 04/10/2011 / 2:27 am

    merhaba
    keyifli ve yararlı blog. sadece hanımlara değil erkeklere de yönelik üstelik! eminim bir çok erkek ses vermese de keyfile okuyor benim gibi. hatta bazıları yazarak don kişotluk yapıyor
    2 numaralı bağımdaşlık şıkkında belirtildiği gibi erkekler olarak hangi beynimizi kullanıyoruz bilmiyorum ama ilişki konusunda erkekler ve kadınlar alışveriş konusunudaki gibi ayrılıyor sanırım. erkekler ne istediklerini biliyorlar basit bir kaç tercihleri var buldu mu tamam diyorlar hanımlar ise belki yaratılışları gereği çok fazla detaycılar, çok fazla düşünüyorlar hissetme ve sezme sanırım o sırada güme gidiyor. ha bunları yazıyorum bilmiş bilmiş de çok mu iyiyim ben.
    şu bağımdaşlık nanesinin en okkalısını belki de en saçmasını yiyen biriyim. o yüzden dikkatle, keyifle bazen hüzünle takip ediyorum bu blogu. buraya , nasıl bir katkım olur bilmiyorum ama dedim ya en saçma bağımdaşlığı yaşayanım belki de. aslında yendiğimi düşünüyorum bazen. ama boş kaldıkça zihnim ve yüreğim hücuma ugruyor garip bir şekilde. bile bile lades denir ya hani. imkansızın ötesinde olan ve garip bir ilişki yaşadınız mı hiç? durun daha bitmedi sanalla gerçek karışık üstelik. bir sürü aleyhte faktör. dedim ya bir tuhaf.
    hiç bir şey düşünmüyor sadece hissettirdiklerine odaklanıyorsunuz. bu arada ne gong sesleri ne sirenler, ne alarmlar çalıyor. hepsini duyuyorsunuz. ama o an’ı yaşıyorsunuz ya!!!! gerisi boş!
    tabi içinde olunan şartlar var vs. uzatmayalım.
    her şeyin farkındasınız. sinyalleri kesintisiz alıyorsunuz. devam ediyorsunuz buna rağmen. ama bir yere kadar dayanıyorsunuz. sonra tamam. buraya kadar diyorsunuz. karşılıklı mutabakata varıyorsunuz. uzaklaşıyorsunuz.
    ama işte diş ağrısı gibi bir şey bu!
    sigarayı bırakma iradesinden daha sağlam bir irade gerekiyor tahminimce.

  6. Ebru 08/10/2011 / 12:05 pm

    Sevgili Hocam,
    Bu yazını annemle beraber okudum. İkimizde gülümseyerek okuduk. Annemle aynı anda kahkahalar attığımız yerler oldu (özellikle”annenize” sorun dediğin yer). Seni gerçekten ” can” dediğin yerden yani benim deyimimlen “taaaaa içimden” seviyorum.
    Sanırım sen benim iç sesimsin 🙂
    Sevgiler,
    Ebru Hızgider DELİÇ

  7. feraye 11/07/2015 / 12:14 pm

    Dün sadece bu yazıyı okuduğumda öyle bir dokundu geçti ama bugün boşluk serisini baştan sona okuyunca başka dokundu 🙂 Ve bağımdaşlık konusunda daha çok okuma isteği uyandırdı bu seriler, nedir bu kitaplar öğrenebilir miyiz? 🙂

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s