Boşluk Serisi II: Yogüstü Alfa

Pazartesi sabahları ders vermiyorum. Salonda yogamı bitirince yatak odasına döndüm. Bizim bey yatakta oturmuş, önünde bilgisayarı açık, ekranında Teoman’ın gözlere afiyet son klibi keyifle şarkı söylüyor. Beni görünce dedi ki:

“Bu mekanda çok fazla beta dalgası var, Alfa durumundakiler için sakıncalı olabilir. İstersen hiç girme!”.

Bu beta-alfa dalgaları aramızda bir şaka haline geldi. Benim yogadan hemen sonraki halime alfa hali diyoruz. Yoga yaparken beynim alfa frekansına geçiyor mu bilmiyorum ama benim yoga kafası diye adlandırdığım hal, aramızda Alfa Hali adını aldı. (Ayrıntılı bilgi için bkz: Yoga Kafasını Korumanın Yolları )

Beyin dalgaları arasında Alfa diye bir dalga gerçekten de var. Derin meditasyonlarda beynimiz Alfa frekansında faaliyet gösteriyor.  Çocukluğumuzun 2 ila 6 yaş arasındaki döneminde beynimiz sadece Alfa dalgalarında seyrediyor.  Yoga veya meditasyon sırasında beyin alfa boyutuna geçerse çocukluğumuz sırasında oluşmuş duygusal kalıplarımız, anı ve yaralarımız da yeniden su yüzüne çıkabiliyor.  (Çocukluğa dair bir yoga macerası için böyle buyrun) Dolayısıyla alfa hattında insan  kendini sakin, sessiz, kırılgan hissedebilir.

Beyin yetişkinlerde bu dalga frekansını bulduğunda konuşma ihtiyacı da duymayabiliriz.  Ve terapi amaçlı öneriler beyin alfa frekansında akarken kişiye telkin edilebilir.  (Alfa dalgaları hakkında daha fazla bilgi almak için: NLP: Zihninizi Kullanma Kılavuzu. Nil Gün. Kuraldışı Yayınları)

Beta ise yetişkinlerin günlük hayatlarını geçirdikleri beyin dalga boyutu. Yoga kafası yavaş yavaş açılıp da yeniden normal hayata döndüğümüz zamanki frekans yani. Haliyle çiftlerden birinin beyin dalgaları alfada, diğerininki  betada akarken, iletişim kurmaları zor. Hele ki bir tanesi yoga üstü alfa boyutunu birazcık daha sürdürmek istiyorsa, günlük hayatın hayhuyunun başlamış olduğu bir odada durmasa iyi olur.

Ben de geri geri çıktım zaten.

Ders verdiğim günlerde, yoga stüdyosundan çıkıp da bir kahveye gitmem de bundan. Kahve de beta dalga boyutunda insan ile dolu evet ve ama ben onlarla konuşmak zorunda değilim. Orada tek başınayım ve gözlerim dala dala kahvemi yudumlayıp, yoga kafamın keyfini sürebilirim. Alfadan betaya yumuşak geçiş yapabilirim.

Dediğim gibi çocuklar 2 ila 6 yaş arasını alfa beyin dalgası boyutunda geçiriyorlar. Dört yıllık yoga kafası! İlgilerini çeken bir şeyi seyrederken veya en sevdikleri masalı dinlerken yüzde yüz dikkatlerini verebiliyorlar. O andan akılları geçmişe (ah ona keşke şöyle deseydim, ah mercimekleri dün geceden suya koysaydım, toplatıya geç kaldığım için bana kızmışlar mıdır acaba, gibisinden düşüncelere) veya geleceğe ( bu akşam ne zamandır beklettiğim emailere cevap yazayım, seneye artık evi boyatalım, öğrencilere yeni bir şeyler göstersem mi, gibisinden düşüncelere) takılmadan bir masalı tastamam dikkatle dinleyebiliyorlar. Belki de bu yüzdendir, çocukken dinlediğimiz masalları unutmayışımız.

Akıl yürütme, analitik mantık, neden-sonuç ilişkisini kurmak, soyutlama becerisi, bunlar düzgün akan beta dalgalarının bizlere hediyesi. Alfanın hediyesi ise yaratıcılık ve ilham gücü.

Yoga sonrasındaki alfa halimiz yaratıcılığa en yatkın olduğumuz zaman. Betaya ani geçişler, kapıda bekleyen ilham perisine, “sen burada iki dakika bekle, ben hemen döneceğim” dedikten sonra gazlayıp gitmek gibi bir şey. İçimizden geçenleri dışarı ifade etmek üzere masa başına oturduğumuz ya da kemanı, fırçayı, makası, kamerayı elimize aldığımız zaman ilham perisinin bıraktığımız yerde bizi beklediğini mi düşünüyoruz sahiden?

“If You Want to Write” diye bir kitap okuyorum şu aralar. Yazarı Brenda Ueland yaratıcılıktan söz ettiği bölümde, ilhamın öyle şimşek çakar gibi kafamızda bir anda oluşan bir durum olmadığını anlatıyor. Tam tersine diyor, ilham yavaştan ve sessizce gelir. Ve yaratıcı gücümüzün kağıda dökülebilmesi için çokça zamanın tek başına aylak aylak geçirilmesi gerekir.  Yazarken –veya yaratırken- kaleminizden dökülenler diyor, o sırada değil, önceki bir zamanda içinizde filizlenmiştir. Bir gün önceki avare zamanlarda!

Avarelik derken de neyi kasdediyor bilin bakalım?

Alfa dalgası boyutunu. Yoga kafasını. O tabii bu terimleri kullanmıyor ama açıklamaları ve örneklerinden anlıyorum ki aynı hikayeyi anlatıyoruz.

Yaratıcılığımızı besleyen tipte avarelik,  gazete veya ucuz polisiye okuyarak geçirdiğimiz zamanlar değil. Bunlar bizi beslemek yerine, bizden yiyen etkinlikler aslında.  Bizi besleyen “iyi” avarelik halinde ise hayatın hayhuyu ile çalkalanmayan keskin bir dikkat mevcut. Duyu organları ve beyin o anda olup biteni izliyor ama biz onların izledikleri hakkında illa ki de bir fikir beyan etme ihtiyacını duymuyoruz.

Yoga üstü alfa hali değil mi şimdi burada bahsedilen avarelik?

Ueland 20.yüzyılda yaşamını tamamlamış bir yazar. Bu yüzden de internet aylaklıkların  yaratıcı gücümüzden nasıl yediğinden söz etmiyor doğal olarak.

Ve fakat Tolstoy’dan alıntı yaparak şöyle bir şey söylüyor: Yazarken yazarken, takıldığımız bir noktada kalkıp kahve yapmak, sigara yakmak veya bir kadeh şarap doldurmak, içimizden çıkmak üzere olan çok sahici, çok orjinal bir fikri daha doğmadan öldürmeye yarar. Zaten yerimizden  o fikrin doğum sancılarını hissetmemek için kalkmışızdır. Farkında olmasak da. Elimizde kadeh ile masaya geri döndüğümüzde ise, o en sahici fikir benliğin dehlizlerinde yitip gitmiştir bile. Biz yine bildik sularda yolumuza devam ederiz. Söylemek istediğimiz başka türlü şeyler vardır ama gemiyi bir türlü oraya yanaştıramayız.

Ben yazarken pek yerimden kalkmam. Kahvemi yazıya başlamadan alırım. Yerimden kalkmadan yazmak üniversite yıllarında kendi kendime keşfetmiş olduğum bir verimli çalışma yöntemi idi. Shift (vardiya) adını verdiğim bu seanslarda 90 dakika boyunca ne olursa olsun yerimden kalkmadan çalışıyor, sonraki 90 dakika boyunca da ne olursa olsun o masaya oturmuyordum. Böyle geçen 3 çalışma shifti tamamlandığında günde net 4.5 saat ders çalışılmış oluyor ve geri kalan 19.5 saat keyfimce kullanılmak üzere bana kalıyordu. Günde net 4.5 saat çalışmanın  bütün ödevlerin, tezlerin yazılması için yeterli bir zaman olduğunu da anlamıştım.

O vakitler 20.yüzyıldaydık ama!

Şimdilerde ise, yerimden kalkmasam da konsantrasyon ve yaratıcı gücümü  benden çalan şeyler var. Hepsi de internette. O kadar yakınlar ki ne zaman parmaklarımı yazıdan çektim de, Safari’ye tıkladım, Facebook’a daldım fark etmiyorum.  Tam da yazı boyunca esas ifade etmek istediğim o sahici, o orjinal fikir içimden çıkmayazarken…

Internetteki sosyal ağlara bağımlılığımı Mete Baba’mın (ve onların kuşağındaki pek çok kişinin) gazete bağımlılığına benzetiyorum. Mete babam sabahları daha gözlerini açmadan kapıya koşar ve gazete gelmiş mi diye bakar. Dünyadan kopuk tek başına geçen bir gecenin (yanında annem uyusa da her birimiz uykumuzda yalnızız neticede!) sabahında dünyaya yeniden kavuşma çoşkusu onunkisi. Veya ilüzyonu.

Benim de kimi sabahlar uyanır uyanmaz, yogadan, kahveden herşeyden önce facebook’a dalmam, dostlarla yeniden buluşmak, kopukluk ilüzyonundan bir an önce bağlantı ilüzyonuna geçmek için…

Yogi Bajan ”We all long to belong” demiş. Hepimiz aidiyetin hasretini çekeriz.  Evrene, ilahi olana, bütüne aidiyetten söz ediyor elbet. Hasreti dindirmek için biz geçici aidiyetlerde teselli arıyoruz. Gazetede, facebookda, evlilikte, dostlar arasında, yoga stüdyosunda…O cins hasretin dünyevi bağlantılar ile dinmeyeceğini en derinimizde bile bile üstelik! İşte bu yüzdendir ki ilk sayfaya göz attıktan sonra Mete Babam yüzünü buruştarak, ben ise laptopumun ekranını karartarak söyleniriz:

“Yeni hiç bir şey yok ya!”

Bugün bir karar verdim. Yazı yazarken modemi kapatıyorum. Bu modemsiz ilk yazım! Aidiyet Yaradan’a kavuşmak ise, tatmin gazeteden, internetten değil, kendi içimizdeki yaratıcı güçten kaynaklanıyor olmalı!

Avare geçen boş zamanlar ve ilham perisine döneceğim yine.

Arkası yarın….bizden ayrılmayın!

Foto: Çelen, Burçin veya Ilkay

Boşluk Serisi II: Yogüstü Alfa’ için 9 yanıt

  1. guguk kuşu 14/07/2011 / 12:27 am

    Ne çok şey buldum kendimden, geçmişimden, nasıl hayranlıkla okudum, ne güzel bir fotoğraf…
    Alfa be beta dalgalarını sanki “olasılıksız” adlı kitaptan hatırlıyor gibiyim. Ama acaba eşiniz de teoman dinlerken aynı dalgalarda sörf yapıyor olmasın. herkesin alfa dalgasına geçmesini sağlayan faktör başka başka olabilir mi acaba diye düşündüm. facebook, twitter hiçbiri yok ben de hiç ihtiyaç duymadım, gariptir. zaten ben ne yazıkki cep telefonunu da kullanamayan, hep evde unutan garip biriyim, çağdışı gibi görünüyor halim. eşim kaç kere bana bu cep telefonu ev telefonu değil dedi ama kar etmiyor bana. kimseden haberdar olmak istemiyorum, ben istemiyorsam özellikle kimsenin bana ulaşmasını da…….
    zaten kendime bir övgü buldum “entel tavuk” bir ağaç altında dut yeyip kitap okurken ölü bulacakları bir tavuk.
    normalde hiiiç uzun yazı okuyamam ama seninkini okumak için gösterdiğim çaba boşa gitmedi….
    bundan sonra sık sık ziyaret ederim artık.

  2. Ebru Kayis 15/11/2013 / 10:53 am

    Kitabında Şebnem İşigüzel’in seninle ilgili bir tesbiti vardı, unutmamışım.. Yürekten katılıyorum. Sen kendini anlatıyormuş gibi yazan, aslında hepimizi çok iyi tanıyan bir yazarsın. Sosyal ağlara bağımlılıktan bahsettiğinde bunu daha iyi anladım 🙂 Çok sevgiler.

  3. Petek Erim 16/01/2015 / 8:53 pm

    ah Defne, işte nice zamandır yamacıma kadar gelip gelip gelip hop diye kaçıveren, kendi kendime hediye edemediğim, esirgediğim avarelik teması…avare avare geçen boş zamanlar, içi dolu boşluklar…kaç zaman oldu buralara bakmadım, bir baktım tam oldu. Çok süper oldu. Bin sevgi!

    • kalemtıraş 16/01/2015 / 9:46 pm

      Sana da bin sevgili… Avare zamanlarının bereketi bol olsun!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s