Atina’dan günaydın hepinize!
Hava burada hiç böyle soğumaz.
Bu sabah bizim Bey’in baş ucunda duran ve evin içi ile dışının derecesini gösteren termometrenin ekranında 5 dereceyi görünce şapkam düştü. Neden saatlerce yataktan çıkamadığımız anlaşıldı! Atina’da kalorifer yakmak gibi bir adet yok. Yani var da, akşam iki saat 7 ila 9 arası. O kadar. Bunun İtalya ve İspanya’da da böyle olduğunu duyup çok şaşırmıştım. Neyse zar zor yün çoraplarımı ayağıma geçirip kalktım. Salonda kedileri dün gece bıraktığım koltukta uyur vaziyette buldum. Bu demek oluyor ki on bir saat boyunca hiç yer değiştirmemişler. Yün çorap, yün hırka mutfağa girdim. Kahvelerimizi pişirdim. Bey’inkini yatağa , kendiminkini salona, kedilerin yanına götürdüm. Tomris Uyar’ın Diz Boyu Papatya’larını elime, ayağımı altına, kedileri kucağıma aldım.
Ne güzel bir cumartesi!
Bugün yoga yapmıyorum. Altı gün üst üste her sabah ve kimi akşamlar yaptıktan sonra bir gün ara veriyorum. Siz de öyle misiniz, bilmem ama ben zaten güneş doğduktan sonra yoga yapamıyorum. Saçma geliyor. İlahlar uykuya yatmış ve ben boş bir tapınağın kapısını çalıyorum gün doğduktan sonra. O yüzden de sonradan uyuyacak bile olsam 6da mumları yakıp, sunağımın başına geçmeye gayret ediyorum. En geç 6:30’da. Karanlığın açılıp, gökyüzünün renkten renge girdiği o saatte yogayı neden yaptığımı ve yoganın ne işe yaradığını tüm yüreğimle anlıyorum, en içimde biliyorum. Gün doğduktan sonra yaparsam ama kafamın gürültüsünde giden bir tren gibiyim. Yine güzel ama kutsal kanadı kırık.
Hocamız der ki ara verecekseniz Satürn’ün günü olan Cumartesi verin. İçecekseniz kendinizi zehirleyecek veya suç işleyecekseniz de Cumartesiyi seçin. Karanlık işlerinizi Satürn’ün etkisi altındaki dünyada görün!
Pekala.
Bey’i kaldırdım. Giyinmesine yardımcı oldum. Kahvaltıyı hazırladım. Elbisemin içine yün fanilamı giydim. Bey’in fizyoterapisti gelirken ben evden çıktım. Fizyoterapistimiz dedi ki çok soğuk, yüzüne maske takmadan bisiklete binme! Ben de kaşkolumu, beremi kuşandım. Bisikletin selesine oturup da pedala bastığımda bu Atina’lıların soğuk karşısındaki dehşetlerini yine fazla ciddiye aldığımı anladım. Biz ki Boğaziçi Üniversitesi’ne kurtlar inerken dersten derse naylon çorapla koştuk. 5 derece bize koyar mı?
Evimizin önünde çok büyük bir park var. Basar giderseniz metro istasyonuna kadar varıyorusunuz. Metroyla iki durak gittim. Thissio durağında indim. Thissio’da trenden inen turistler, sokağa çıkıp başlarını kaldırdıkları an bir AH çekerler. Çünkü çamlık tepenin en üstünde şehrin tanrıçası Atina için inşa edilmiş Parthenon Tapınağı çıkar karşılarına. Bisikleti çamlar arasında sürdüm. Ne kadar güzeldi her şey parlak kış güneşi altında. Motorlu araç trafiğine kapalı bir yol, iki yanında çam ormanları ve sağda solda antik kent, yokuş benim en sevdiğim kahveye çıkıyor. On dakikalık bir bisiklet yolculuğu. Akıllı i-podumu cebimden çıkardım, audio kitaplarım arasından Lolita’yı seçtim. Humbert Humbert anlatırken ben yeşillerin ve masalarını kuran sanatçıların arasından bisikletle geçtim.
Bisitlete binerken veya şehirde yürürken Audio-kitap dinlemek son bir yılda edindiğim bir alışkanlık ve olağanüstü haz veriyor bana. Herkese tavsiye ederim. Yazı erkekse, söz dişidir derler ya… Hakikatten bir kitabı dinlerken onunla başka türlü, daha gizemli, daha sıkı bir bağ kuruluyor. Sanki bilişsel beyni aşıp, doğrudan bilince akıyor. Kitabın öyküsü anıların, rüyaların barındığı yere yerleşiyor.
Little Tree and Books kahvesi cumartesi sabahı kalabalığıyla doluydu. Bisikleti kilitleyip, kendime bir masanın bir ucunda yer buldum. Minicik bir espresso istedim. Bir yarım saat daha Tomris Uyar’a devam ettim.
Mutluluğun ne basit bir şey olduğunu düşündüm.
Ve blog yazmayı ne kadar özlediğimi. Yaratıcılığın insanın tek başına geçirdiği avare zamanlarda geliştiğini hatırladım. (Sadık okur hatırlayacaktır: Bu konuda bir yazı yazmıştım.) Ve bir kaç saatlik avareliğin hayatın zor yanlarına tahammülü ne kadar kolaylaştırdığını…
Tabii bir de siz blog okurlarını ne kadar özlediğimi. (Hâlâ orada mısınız?)
Sonra da bilgisayarımı açtım.
Karşınızdayım.
Mektuplarım sürecek. Siz de bana yazın. (Umarım hâlâ oradasınızdır)
Esen kalın.
Defne.