Yas ve Aşk

Babam beş yıl önce 8 Ağustos günü intihar etti. Biz  Portland’daydık. Sabaha karşı bir saatte ev telefonu çaldı. Sabaha karşı çalan telefonlar (hele bir de ev telefonu ise) hep uğursuzluk alametidir ya, bir de dünyanın uzak bir köşesindeysiniz, o uğursuzluğun uzaklardaki ailenizden geldiği kesindir. Ben uykumun arasında ev telefonunun zilini duyduğumda, sadece “Türkiye mi, Yunanistan mı acaba” diye düşündüm. Kötü haber olduğu kesin ama bizimkilerden mi, Bey’inkiler mi?

Bey zar zor çıkan bir sesle “Alo, evet, evet Selim” deyince  başımı yastığa iyice bastırdım. Bastırdım ki  batsın, batsın bir metre derine dalsın, duymayayım. Oysa daha iki gün babamı çok düşünüp, ölecek diye kederlenmiştim. Stres altındaydı. Bir kaç defa aradığımda ofis telefonunda konuşuyordu, bana cevap verememişti. İşleri müthiş kafasına takıyordu. Yazdığım hafif, komik, onu rahatlatmaya çabalayan emaillerime hiç alışmadığım bir ciddiyetle cevap veriyordu. “Böyle giderse kalp krizi geçirecek” diye geçiriyordum içimden.  Bir kaç hafta önce de kahvaltı sofrasında otururken yüreğime hiç tanımadığım bir ağırlık çöküvermişti, aniden  ve “çok kötü bir şeyler olacak” deyivermiştim yarı refleks tepkisiyle. Bey şaşırmıştı, çünkü ben uğursuzlukların, endişenin, evhamın söze dökülmesinin onları gerçek kılacağı ihtimaline hep inanır, hayra değil de şerre doğru açılmaya meyleden ağızları daha aralanmadan sustururum.

Telefonu elime aldıktan sonrası hızla gelişti. Kalp krizi değil, intihardı. Kardeşim Portland’da sabah olsun diye saatlerdir beni aramak için bekliyordu. Kızgındı, üzgündü, şaşkındı…70 yaşında  bir adam kendi elleriyle hayatına son vermeye karar verdiğinde geride kalanlar,  kayıpları ile baş etmekle kullanabilecekleri bir takım temel duygulardan otomatikman mahrum kalıyorlar. Hastalık ya da kaza gibi insanın kendi iradesi dışında gelişen olaylar sevdiğinizin canını aldığında dövünebilir, şansızlığa, bahtsızlığa, kadere sövebilir, rahmetliye gani gani acıyabilirsiniz. Ama kişi kendiliğinden hayattan vazgeçtiğinde elinizde bunlar yok. İntihar söz konusu olunca insan ister istemez ölenden çok kendini düşünüyor. “Ay canına nasıl kıydın?” dan çok, “bana (bize) bunu nasıl yaptın?” geliyor akla.

Kulağımdaki ahizeden yankılanan kardeşimin sesi de durmadan aynı soruyu soruyordu bana:

“Bize bunu nasıl yapabildi?”

***

Babamın ölümü benim hayatımdaki ilk büyük kaybım. Bu ilki daha erken değil de, otuz sekiz yaşında yaşadığım bir hayatı bana bağışlamış olduğu için her gün Allah’ıma şükretmeyi boynumun borcu bilirim. Elbette ölümler geldi geçti ilk gençliğimden. Neneler, dedeler birer birer gittiler. Ama işte bilirsiniz, nene-dede kuşağı çocuk gözünde zaten kapıya yakın bir yerde dururlar. Hele hele bizimki gibi bütün kadınların doğurmak için en az otuz yaşını bekledikleri bir ailede altmış küsur yaşındaki bir anneanne, çocuğun gözünde hayatın çok uzak bir noktasında durmaktadır. Anneannem annemi doğurduğunda 31 yaşındaymış, babaannem babamı doğurduğunda ise 42. Ben doğdumda annemle babam otuzlarını geçmişler. Babamın babası olan dedemi hiç tanımadım. Ben doğmuşum, üç ay sonra Bursa’da hamamda kalp krizi geçirip ölmüş. Annemin babası dedem ise seksen küsur yaşına kadar yaşadı. Kadınların çoğu doksanlarını görüp de hayata gözlerini kapadılar.

Uzun lafın kısası, yirmi yıl önce hiç beklemediğimiz anda hayatını kaybeden Ankara’daki teyzemin ölümü dışındaki yakınlarımın ölümleri, ölenler de dahil herkesin zaten beklediği, şok edici etkisi olmayan olaylardı.

Şok çok accayip bir halmiş. Belki herkeste aynı şekilde kendini göstermiyordur, bilmiyorum. Bendeki tezahürü şöyle oldu: Aniden sakinleştim. Daha telefonu kapamadan duru bir sukunet kapladı benliğimi. Üstüne bir de hemen herkesi sakinleştime, perspektif sağlama görevine soyundum. Bir iki damla göz yaşı belki aktı, belki akmadı yanaklarımdan aşağı. Kokia ertesi sabah kalkacak uçağa bilet ayarlarken ben tek bir ayrıntıyı bile atlamadan sırt çantamı hazırladım. Tek başıma kıtaları aştığım transatlantik uçuşu sırasında da hiç ağlamadım. “Babama Veda” yazısını yazdım. Gözlerimi kapadığımda onu görmeye çalıştım. Ruhu tanımadığım bir alemlerde taklımış gibi geldi, hissedemedim.

Cenazede, mezarlıkta, duada, evde otururken, kardeşimi, Selva’yı, annemi, halalarımı görünce, hadi hiç biri olmadı tek başıma Amerika’ya dönerken ağlarım diye düşünmüştüm. Geceleri tek başıma uzandığımda akıttığım bir kaç damla dışında bir şey çıkmadı. İçimden sadece dua etmek geldi. Harıl harıl dua ettim sadece.

Şok gerçekten accayip bir şey. Benliğin benliği korumaya alması durumu. Kaybın acısı ruha bir anda çökmesin diye üreyen bir takım beyin kimyasalları. Bir nevi doğal uyuşturucu. O da bütün uyuşturucular gibi insanı hissizleştiriyor. Acıyı hissetmediğin gibi, neşeyi de hissetmiyorsun. Sakin sandığım ruh hali sadece hissizlikmiş aslında.

Geçen bir sene boyunca bu hissizlik sürdü. Önceleri bu halimi kendimden ve etrafımdaki insanlardan sakladım. Eskiden bana çok zevk veren şeyleri yapmaya devam ettim. Her sabah yoga, Büyükada’da bisiklete bindiğim bir gün, Eyüp Sultan Camii’nde dua etmek, Boğaziçi Üniversite’siden çimenlere yayılmak, Beyoğlu’nda bir kafede roman okumak, Fener’in kargacık burgacık sokaklarında gezinip sonra Patrikhane’nin kilisesindeki ayini yakalamak…Hiç biri bana eskiden verdiği zevki vermedi.

Nihayet birgün hissizliğimi kabul edip, itiraf ettiğimde arkadaşlarımdan birisi “eh bu anlattığın tam da yas hali” işte dedi.

Şaşırdım. Araştırdım. Okudum, ettim. Sahiden de öyleymiş. Hayattan zevk alamama, neşeyi, sevinci hissedememe hali. Yas haliymiş. Oysa ben yas bir ağız dolusu yaşanan acı zannederdim. Dolu dolu hissedilen bir şey. Aşk gibi bir şey olmalıydı yas. Ham, koyu, iliğinde kemiğinde hissettiğin bir şey. Ya da basitçe hissedilen bir şey olmalıydı, uyuşukluk değil yani.

Değilmiş.

İnsanı en çok bunalıma sokan şey hissedememek. İnsanevladını bitiren şey hissizleşmek. Yeni, heyecanlı, renkli, parlak tecrübelerin peşinde koşmamızın tek bir sebebi var: Bir şeyler hissetmek. Hep diyorum ya, hayalimiz ister en son model i-pad olsun, ister samadhi (yogada aydınlanma) eninde sonunda hayalini kurduğumuz şey bir tecrübe ve onun hissi.

En çok şey hissettiğimiz zaman ise aşk zamanı. İnsan aşık olmayagörsün tenini okşayan güneş ışığından tutun da, şeftalinin dil ile damak arasında eridiği ana, Mozart’ın notalarından, balıkçının yüzündeki kırışığa kadar herşeyden bir his çıkarabiliyor. Çok genç öğrencilerim var benim. Daha ilk defa aşık olanlar. Onlara hep şunu söylemek istiyorum: Aşkı hissettiğiniz o ilk altı ay, ya da altı hafta ya da altı gün, neyse işte aşkın çağıl çağıl aktığı o ilk zaman, bir daha gelmiyor. Sonrasında aşk daha derin, daha anlamlı, bambaşka ve çok değerli bir duyguya dönüşebiliyor ama o hisler çağlayanı sadece ilk zamanlar yaşanıyor.  O dönemi ciddiye almalı, hiç mahçup olmadan dolu dizgin yaşamalı…

Aşk, yasın tam tersi. Hatta belki hayatı aşk ve yas uçlarından oluşan bir düzlemde yaşıyoruz. Aşk’a yaklaştıkça, his dolu ve mutlu, Yas’a yaklaştıkça hissiz ve mutsuz…

Pazar yazısı dedim, hepinizi yasa soktum değil mi? Affola.

Her farkediş beraberinde bir hissediş de getiriyor ama. Her hissediş ile düzlemin Aşk ucuna biraz daha yaklaşıyoruz sanki.

Buraya kadar benimle kaldıysanız, sabrınız ve iç dünyamda bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim.

“Yoga ve Ben” de görüşmek üzere.

IMG_0730

Yas ve Aşk’ için 20 yanıt

  1. Gulhan 04/08/2013 / 10:38 pm

    Defne, iyi ki varsin…

  2. ozge 04/08/2013 / 10:57 pm

    enteresan bir gerekle karlat okurlar. ntihar m?

  3. aliye 05/08/2013 / 8:11 am

    Sevgili arkadaşım, yazılarını sabırla değil zevkle okuyorum. Evet bu sefer biraz fazla yoğun. Bu duyguyu kışın çok yaşadım, çok bunaldım. Şimdi iyileşiyorum yavaş yavaş. Umarım hislerimiz AŞK ucuna doğru yaklaşır. Selamlar, sevgiler

  4. bernacan 05/08/2013 / 9:12 am

    Aşk olsun Defne! Sabah sabah, yine..

  5. ahmet cemil 05/08/2013 / 9:22 am

    grubunuza nasil yazildim, hatirlamiyorum, beni sizin listenizden cikarir misiniz? sevgiler Ahmet

    ________________________________

    • kalemtıraş 05/08/2013 / 7:47 pm

      Selam Ahmet,

      Ben kendim çıkaramıyorum. Senin bir şeklde üyeliğini iptal etmen gerekiyor sanırım. Bu yazılar eposta olarak mı geliyor sana?

  6. Petek Erim 05/08/2013 / 11:35 pm

    def’cim ikinci yas dönemimi yaşıyorum. Yasın hissiz yaptığı ve en fenası da hep böyle hissiz kalacağım korkusunun bir ara (hatta özellikle benim için şu ara, heralde 2.yasımdan olsa gerek) elle tutulur derecede barizleştiği bir zamanda bu yazın yine içime sular seller serpti. Diğer ucu aşk diyorsan eğer, bu aşkı insan aşkıyla kısıtlı tutmak ne kadar doğru diyorum ve hemen anında da yasta olduğum için bu hislere olan uzaklığımı farkedip susuyorum:) ayrıca da seni çook seviyorum.

    • kalemtıraş 06/08/2013 / 12:18 am

      Ben de seni çok seviyorum Petek Hocam. Düzlemin aşk tarafına kayabilmek için illa ki de bir insana aşık olmak zorunda değiliz tabii. Tabiata, Allah’a, komşunun bebeğine, taşa toprağa da aşık olabilir insan. Maksat nöronlar o taraftan ateşlensin.

  7. proxidox 06/08/2013 / 12:52 am

    bu arada şu da var: yas keder derken kendime iki dirhem hayrım dokunsun diye zar zor bir detoxa atladım 3 gün, belki bişeyler kımıldar arınınca dedim (belli oldu ki ben de health freak mişim) elbette de ne hayırlı oldu. Şunu dicem: kendimi başka bir şey üzerinden sevemiyorsam düz kendi üzerimden seveyim noktası. Derken bir de ne göreyim: hepsi bir. Bu özetleri sen anlarsın. Aşka dair.
    Nöronlar ateşleniyor her daim en ateş alası yerden. Hele de şimdi, saat 2013 olmuşken.
    Şunu da eklemek istiyorum ne zamandır: memleket feci halde evet ve sen yapıyorsun her şeyi elinden kalbinden gelen. Mutlu olamasan da rahat ol çok diye diliyorum. Orası sana ait. Naçizane.

  8. proxidox 06/08/2013 / 12:54 am

    yine proxidox çıktı, ben petek erim 🙂 hey yarappim

  9. Cloudee 09/08/2013 / 10:17 am

    Teşekkürler Defne
    Sanırım şokları çocuk yaşta yaşamak bu durumu fark etme zamanını biraz uzatıyor …

  10. Emel Acar Tekaüt 10/08/2013 / 12:21 am

    Sevgili Defne’m öncelikle (bir yıl sonra da olsa ancak öğrendiğim için) başın sağ olsun, şu anda bir yıl önceye göre daha fazla acı çekebilirsin, bu çok doğal, her şey aklına gelir geçmişten, ona söylediklerin, yaptıkların her şey ve hep acı çekersin. Ancak 3-4 yıl sonra biraz daha hafifliyor yavrum. Yazın harika, kitabını da alacağım okuyunca sana yazarım. Ellerine sağlık güzel kızım, artık blog’ unu da takip edeceğim, yaşamın kolay ve mutlu geçsin, sağlığın hep iyi olsun, afiyette ve bahtiyar ol yavrum. Tanımıyorum ama sevgiler eşine de. Emel Hocan.

    • kalemtıraş 12/08/2013 / 9:58 pm

      Sevgili Emel Hocam,
      Yorumunuz beni çok duygulandırdı. Teşekkür ederim. Siz benim hayatıma erken yaşta yön vermiş çok değerli insanlardan birisiniz. Yanımda olduğunuzu, yazılarımızı okuduğunuzu bilmek yüreğimi ısıttı, onur duydum. Şu anda Türkiye’de değilim ama gelince sizi görmek ve Mavi Orman’ı size bizzat ben vermek isterim…
      Sevgiler, saygılar,
      Defne

      • Emel Acar Tekaüt 15/08/2013 / 11:02 pm

        Sevgili yavrum, mesajını biraz önce gördüm, onu okumadan önce yoga ve ben 1-Balayı yazını okuyordum, tabi yine çok beğendim, yorum yazmadan ikinciyi de okumak istedim, seni düşündüm, cesaretini, oralarda kendini bambaşka bir alanda nasıl var ettiğini, harikasın biliyor musun, harika…? Benimle ilgili yazdığın kısmen bile olsa doğruysa o kadar sevinirim ki, senin gibi bir yazar, sporcu, insan uzmanı kazanmışsa bu dünya, ne mutlu bana. Teşekkür ediyorum “değerli” kelimesi ne kadar değerli değil mi yavrum, işte bunun için teşekkür ediyorum sana ve asıl değerli olanın sen olduğunu tatlı bir gururla ifade etmek istiyorum. Defne’ m Mavi Orman’ ı bulabilirsem alırım ben, sen Amerika dönüşünde fırsat bulursan imzalarsın kitabını, bütün sevgimle öpüyorum güzel kızım, yolun açık olsun…

  11. Anonim 04/10/2013 / 2:06 pm

    :(((((

  12. Filiz'in Güncesi 07/06/2018 / 9:42 pm

    Sevgili Defne hanım,

    Yazınızın uzerınden bır haylı zaman gecmıs, Syıne de yazmak ıstedım:).Sonuna kadar ılgıyle okudum

  13. Filiz'in Güncesi 07/06/2018 / 9:52 pm

    (yanlıslıkla entera basınca yarım yamalak gonderdı sıl tusunu goremedım.) Evet soyledıklerınıze sonuna kadar katılıyorum.Kendı ıstegı ıle gıdenlere bunu bıze nasıl yapabıldın dıye sormak oluyor sadece…Benım de annem ben cok kucukken psıkolojık bır rahatszılık gecırmıstı.Kendını gozlerımın onunde arabanın altına attı ve ben o an bunu bana nasıl yaptın anne dıye dusunmustum…Ta kı onun psıkolojısını anlayana kadar…Ask konusunda da kesınlıkle katılıyorum sıze ve buna beserı askın yanında ılahı askı da eklemek ıstıyorum..Hatta beserı askın kesınlıkle ılahı aska goturdugu kanaatındeyım.Konustugum kısının Allah’ a olan ınancına asıgım ben onun emrettıgı sekılde yasamasına hala saf ve temız kalmasına ıyı nıyetıne merhametıne..BU BESERI ASK BENI ILAHI ASKA GOTURDU bı kez daha sukrettım onu bana verdıgı ıcın…Allahı daha cok sevdım…Bu kadar nıye ozele gırdım dersenız sızın de Allah askı ıle tanısmanızı cık ısterım..belkı de coktan tanıstınız bılmıyorum..Ama size içimden bunu soylemek geldı..Sevgılerımle…

  14. nilüfer 09/01/2019 / 1:25 pm

    Kahvaltı Sofrası , kitabınızın C.K.M ‘deki imza gününüz de tanışmıştık. Mavi Ormanı bitirdim. Çok güzeldi. Saklambaçın 107. sayfasındayım. Bütün kitaplarınızı okuyacağım.Bana iyi geliyorsunuz.Şifa oluyorsunuz. Ortak 2 noktamız var. İsmim Nilüfer. Benim annem 1990 yılının 7 temmuzunda zehir içerek yaşamına son verdi . Ben 28 yaşındaydım. Annem ise 52.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s