Geçen hafta Yunanistan’ın Leros adasında bir yoga kursu düzenledim. İstanbul’dan öğrencilerim geldi. Sabah akşam sıkı çalıştılar, vücutlarındaki fazlaları attılar, pırıl pırıl ışık saçarak adadan ayrıldılar.
Ben bu kurstan kazandığım parayı Leros’a varan Suriyeli mültecilere bağışlayacağımı önceden duyurmuştum. Leros’a diğer Yunan adalarına yığıldığı kadar çok sayıda mülteci yığılmıyor ama tam da bu sebepten Midilli ve Kos’un aldığı devlet yardımı da bu adaya ulaşmıyor. Bütün işi gönüllüler yürütüyor. Limanda bir çadır kent kurmuşlar, bahçesinde Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelmiş gönüllü gençler çalışıyor. Gelenlere hoş geldin diyorlar, ihtiyacı olanlara yemek, ilaç, ayakkabı yardımı yapıyorlar. Atina’ya gitmek için gerekli kağıtları nereden alacaklarını anlatıp, tercümanlık ediyorlar. Gönüllülerin başı Matina adında İstanbul kökenli dünyalar güzeli bir kadın. Üç aydır Leros’da, bu küçük çadır bahçesinde, tek başına bütün teşkilatı yürütüyor.
Benim bu niyetimi duyan öğrencilerimden kursa katılamayanlar bile Türkiye’den bağışlar yaptılar. Bu sayede epeyce bir paramız birikti. Dün akşam gün batımında bağışımızı teslim etmeye limana gittik Bey ile. Matina ile buluştuk. Nakit para almıyorlarmış, Matina beni dükkan dükkan gezdirip neye ihtiyaçları olduğunu söyledi. Ayakkabı, çorap, aspirin, antibiyotik, konserve yemek, bebek bezi, battaniye… Ben de elimdeki para ile ihtiyaçları aldım. Torbaları Matina ile limanda kiraladıkları depoya taşıdık. Depoyu özenle düzenlemişler. Herkes aradığını şıp diye bulabiliyor.
Pabucu ayağında paralanmış Osman’a bir çift ayakkabı vermeye çadır alanına gidince diğer gönüllülerle de tanıştım. Kimisi Danimarka’dan gelmiş, kimisi Hollanda’dan, Kanada’dan ve tabii bir çoğu anakara Yunanistan’dan. Yoga kursundan elde ettiğimiz geliri bağışladığımızı söyleyince çok sevindiler ve hepsi yoga yaptığını ve özellikle Leros’da çalışırken sabah erkenden kalkıp parkta sabah yogalarını tamamladıklarını söylediler. Bir tanesi, Danimarkalı gencecik bir kız, “tabii ya” dedi, “ne koşullarda yaşarsak yaşayalım herkesin birazcık kendiyle kalmaya ihtiyacı vardır.”
Bunları anlattım çünkü şöyle bir yanlış anlama var: Yogayla ilgilenen insanlar dünyanın derdiyle ilgilenmezler. Onlar bir tek kendileriyle meşgul olurlar, etraflarındaki acıya, vahşete karşı kayıtsız kalırlar.
Ne kadar yersiz, nasıl da acımasız bir yargı!
Bütün manevi disiplinler gibi yoga da elbette sizi içe döndürür, ruhunuzda, yüreğinizde ve tabii vücudunuzda olup bitene bir göz atmanızı sağlar; mutluluğu, huzuru ve sağlığı sizden çalan zihinsel kalıpları, davranış ve alışkanlıkları görmenizi sağlar. Bu sadece yoganın değil, iç enerji yoluyla varoluşu kavramaya çalışan bütün manevi çalışmaların bir parçasıdır. Orası bir duraktır. İnsan zihni etrafında ve içinde olup bitene hassasiyet kazanırken elbette bir süreliğine büyülenir. Ayın, güneşin, dünyanın hareketinin; mevsimlerin geçişinin günlük hayattaki önemini anladığında duyduğu hayranlığı kendi vücudunun ve zihninin muhteşem ahengini keşfettiğinde de duyar ve sonra yola devam eder. Bu disiplinin özünü kapmış olan öğrenci zaten orada -kendinde- takılmaz , orada durma ihtiyacını da duymaz, bu alemdeki mevcudiyetinin gerektirdiği işlere eğilir. Kendine takılmış ve oradan çıkamayan bir insan yoga çalışmasında da takılmış kalmıştır.
Benim hocam iyi bir yoga çalışması sırasında zihnin bir düşünceden diğerine atlama faaliyetinden sıyrıldığını ve olup biten her şeyi gözleyen bir işleve sahip olduğunu söyler. Günümüzde en çok okunan, bilinen geleneksel yoga metni olan Yoga Sutra’nın yazarı Patanjali de yogayı beyin dalgalarının düzlüğe eriştiği bir alan (ya da an) olarak tanımlar. Beyin dalgaları düze erdiğinde gördüğümüz dünya kendi şartlanmış zihinlerimizin ötesindeki gerçek dünyadır, duygulardan, bu doğru, şu yanlış inançlarından, birbirine sıkı sıkıya bağlanmış nöronlardan arınmış bir resimdir. Yoga bize o resmi görme şansını verir.
Tabii bir de şöyle bir şey var: Günümüzde kurumsal kapitalizm ve pazar ekonomisinin cenderesinde yoga öyle bir hale geldi ki sizin yoga diye bildiğiniz şey ile benim burada yoga diye bahsettiğim arasında bir uçurum olabilir. O yüzden ben yoga çalışması derken neden bahsettiğimi birazcık açma ihtiyacındayım. Benim bu yazıda, ve derslerimde, ve sözlerimde, bahsettiğim yoga manevi bir çalışma. Yan etkileri sağlıklı bir vücut ve sağlam bir sinir sistemi olsa da yoganın çıkış noktası Hakikat’i araştırmak. Bu açıdan Budist meditasyonlardan, tasavvuftan, Qigong, Tai Chi ve ismini bilmediğim pek çok benzeri maneviyat odaklı çalışmadan farkı yok. Geleneksel anlamında yoga, stres atmak için, popo sıkılaştırmak, vücudu esnekleştirmek, güçlendirmek, kendini iyi hissetmek için yapılan bir şey değil. Gerçeği gerçek olmayandan ayırt etmek üzere uygulanan bir sistem. Araçları da vücut, nefes ve zihinsel konsantrasyon.
Hazır bu üçlüden söz açılmışken şunu da ekleyelim: Bu üçlünün birinden vazgeçersek hatha yoganın enerji sistemimizde yarattığı simyayı elde edemiyoruz. Yoga vücudu olduğu kadar sinir sistemini de güçlendiren bir sistemdir. Yani, yok ben nefesi almayayım da bir tek hareketleri yapayım, ya da ben hareket etmeyeyim de oturduğum yerde meditasyon yapayım deyince yapılan yoga yoga olmuyor. Nefese odaklanmadan yapılan hareketler sadece jimnastik olarak kalır. Ya da konsantrasyon eksikse bu sefer nefes farkındalığı egzersizi olur.
Yani ben yoga derken nefes, zihin ve vücut üçlüsünün belli bir ritimle çalışarak yarattığı simyadan bahsediyorum. Bu simyanın oluşması için düzenli, disiplinli ve tek başına çalışma da önemli. Tek başına derken, illa ki bir odada yalnız olmaktan bahsetmiyorum. Kalabalık içinde de olabilirsiniz, ama o kalabalıkta kendinizle baş başa kalabilmek, yalnızlığa erimek, eriyebilmek de önemli.
Yoga bizi içe döndürdüğünde, orada yani içeride bırakmıyor. Her seansın sonunda tekrar dışa dönmek için yapılan bir seri hareket vardır ki öğrenci o en hassas halinde dünya işlerine dönmek zorunda kalmasın. Eğer o hareketler yapılmazsa ameliyat masasından açık yarayla kalkmış bir hastaya döner öğrenci ve sonrası tam bir duygusal felaket olur!
İyi bir rehber, öğrencisini bu alemdeki varlığının önemini hatırlatacak bir şekilde çalıştırır. İyi bir öğrenci çalışmanın sonunda “benim bu bütüne katkım nedir acaba” diye sorar. Her birimiz bu alemi oluşturan zerre isek, bir zerrenin bu aleme katacağı çeşni başkadır.
Yoga, entelektüel boyutta anladığımız bir bilgi olarak değil, yürekle bildiğimiz bir gerçek olarak dünyaya, insanlığa, evrene aidiyetimizi bize hatırlatır. Bu yüzden cidden yoga ile ilgilenen hiç bir arkadaşım kimliğini bir millet, din, ırk, takım, tarikat veya siyasi görüş üzerine kurmamıştır. Bir tek yoga öğrencisi bilmiyorum ki fanatizmden haz etsin, eline bayrak alıp sokaklara dökülsün, kendini rahatsız eden birilerini lanetlesin, kahrolmasını dilesin.
Yoga bir insanı ötekinden ayrıştıran her şeyin bir yanılsama, zihnin bir oyunu olduğunu hatırlama, bütünleşme anıdır. Sinir sistemi sakinleşir ve bu sakinleşme anında sağlamlaşır. Bu süreçte insan evet içine dönse de, dışarı çıktığında ayrılık yanılsamasına, kaba yargılara ve sertliğe karşı hassasiyet (ve anlayış) kazanmış; yıkıcı güçlere karşı -kendi çeşnisi gereğince- direnecek sakin sağlamlığa ermiş olur.
Her insanın kendisiyle geçireceği bir saate ihtiyacı ve bence hakkı da vardır. Kendimizle haşır neşir olduğumuz bu süre lüks değil, tabiatımız gereği bizi zenginleştiren, güçlendiren, etrafımızdaki insanları şevk ile kucaklamamızı sağlayan pek kıymetli bir yaşam parçasıdır.

Çok güzel bir yazı olmuş. Açık, özden ve kapsayan. Tam da duymaya ihtiyacım olan sözlere denk gelmiş olmanın müteşekkirliği ile, teşekkürler hocam.
Yunan Adaları için mükemmel bir yazı ellerinize sağlık