Benimle Balayı

Sevgili okurcuğum,

Biliyorsun yazmıştım: Kendime 50. yaş günü hediyesi verdim. İsveç’in Gotland Adası’nda bir yazar evine başvurdum ve kabul edildim. 23 Şubat günü Atina’dan Stockholm’a uçtum. Orada beni yoga öğrencim İpek karşıladı. İlk gün kafelerde, kitapçılarda gezdirdi. Lisbeth Salander’in izlerini beraber sürdük. Pek özlediğim Tayland yemekleri yedik. Shadow Yoga’nın global sangasından İsveçli bir dostumla akşamüzeri buluşup bol bol kaynattık.

Pastanın en görkemli dilimi

İsveç’deki ikinci günüm hediyelerim arasında kuşkusuz en ihtişamlı olanıydı. Stockholm’un yirmi dakika uzağındaki donmuş nehirlerde, göllerde ve -bu sonuncusu bana sürpriz oldu- Baltık denizinin donmuş kısımlarında buz pateni turuna çıktık İpek ile. Kendi başımıza değil elbette. Bir gruba katıldık. Önde hocamız, peşinde bizler uçsuz bucaksız bir buzun üzerinde sonsuzluğa kaydık. İpek sonradan bana ikimizin de çocukken okuyup bayıldığı Gümüş Patenler kitabını hatırlattı. Donmuş gölde paten kaymak roman okuyan tüm çocukların hayali olsa gerek. Anna Karenina’nın başında da şahane bir buz pateni sahnesi vardır. Henüz kimse kimseyi kırmamışken (nasıldı o şarkı sözü?) Levin’den Kitty’ye herkesin neşesi on numaradır.

Hayallerimiz hep romanlardan mı yapılır? Benimkiler öyle galiba. İnce bıçakların üzerinde ufka doğru tam gaz kayarken içimde tüm mutlu duygular esti durdu.

Yedi saat eksi bilmem kaç derece açık havada paten kaydığımız yetmezmiş gibi akşamında İpek’le kendimizi sinemaya attık (önünden geçerken içeri daldık demem daha doğru olur) ve oracıkta Poor Things’i seyretmiş bulunduk. Seyir esnasında mutlu olduğum bir filmdi, sevgili Lanthimos ve ekibin titiz, özenli çalışmasını göz ardı ediyor değilim, güzelim Emma’nın oyunculuğu şahaneydi ancak ve ancak aradan geçmiş üç haftanın sonrasında sende hangi düşünce, hangi sahne kaldı dersen okurcuğum söyleyecek pek bir şeyim yok. Ama sinema güzeldir. Elementlere tabi kaldığı bir günün sonunda insanın koltuklara gömülüp kendini bir hikayeye bırakması harikadır. Biz de İpek ile mest vaziyette çıkıp eve döndük ve bayıldık.

Sonraki günler benim yazar evi maceram başladı. Yaş günüm pastamın en doyurucu kısmı. İki haftayı Baltic Center for Writers and Translators’daki minicik odamda geçirdim. Odamın bulunduğu evde benim dışımda on beş yazar/ çevirmen/ şair daha kalıyordu. Manastır düzeni gibi bir koridora dizilmiş sade odalarımızda bir yatak, banyo, çalışma masası, dolap ve bir koltuk vardı. Ben şanslıydım. Odam ikinci katta ve şahane deniz manzaralıydı. Kalemin arkasını yiyerek ne yazacağımı düşündüğüm ve tekerlekli ofis sandalyesinde bir öne bir arkaya gittiğim bir akşamüzeri odamın sadece denizi değil aynı zamanda denize batan güneşi de gördüğünü fark ettim. 50. yaş günüm diye mi artık bilmem, torpilliydim.

Odalarımızın bulunduğu evin karşısında ortak kullanıma açık mutfağın, kütüphanenin ve merkezin ofislerinin bulunduğu bir bina daha vardı. Ben her öğlen yemek pişirdiğim için menüleri ekmek reçelden ibaret Baltik yazarlar arasında çok ilgi gördüm. Somon tazeydi ve ucuzdu. Tuzlayıp biberleyip fırına. O pişerken hindistan cevizi yağında koyu yeşillik, brokoli, soya filizi, havuç çevir, soya sosu dök. Oldu bile. Her gün bunları yedim. Her sabah çıkıp balığın da sebzenin de tazesini satın aldım. Sonra kahve. Sonra odama dönüş.

Günlerimin kendi ritmini bulmasını bekledim. Henüz gemiyle adaya geçerken içimdeki askeri izne göndermeye karar verdim. Yazar evinden yüksek performans bekliyordu. Yeni romanın birinci taslağını bitireceğimden filan bahsediyordu. Sabah 4’te uyandıracaktı beni. Çünkü altın saatler 4 ila 7 arasıydı. Erkenden yatmama kim karışırdı. Haklıydı ama izne gitmeliydi. Çünkü her romanın kendi kuralları ve kendi ritmi vardı, onun gelmesini beklemeliydik. Başımızı asker tutarken gelemezdi o ritim. O yüzden gitti.

Asker çarşı iznine çıkınca ben bir sabah 5’te diğerinde 8’de ve sonrakinde 6’da yani birbirini tutmayan saatlerde uyandım. Alarm kurmadım. Tek sabit şey sabaha karşı 3’teki ter içindeki uyanmalarımdı. Karaciğerin etkin hale geçtiği sabaha karşı 3:00 menopozlunun dertli saati. Göğüs bağır ateşten gömlek, yorganlar tekmeleniyor. Bir zaman sonra uyumadan önce kaloriferi kısmam gerektiği dank etti kafama. Neyse sabaha karşı 3 haricinde bir düzenim olmadı yani.

Yoga: Muhteşemdi. O kadar yol, soğuk, ağır bavul (toplam 30 kg çekerek epey yol yürüdüm, patenin ertesi günü- trene, trenden gemiye, gemiden adaya) ve paten derken ben iki hafta tutulurum sanıyordum. Oysa o da ne? Bir lastik top bendeniz. Bendeniz o minik odada kaldığı on dört günün her birinde bir lastik top. Yogadaki 21. yılımı tam yola çıkmadan önce öğrencilerimle kutlamıştım. Kendimi 21 yıl önceki yoga hocalarıma ve ilk okulumun bulunduğu Nong Khai’ye çok yakın hissettiğim meditasyonlara girdim çıktım. Fatma Nong Khai’deydi o sırada. Biraz da bundan sanırım. Neden lastik top peki? Çünkü asker izinde. İstediğin saatte yap yoganı kartı çaktım kendime. 6’da uyandın tamam. Kahve, eh herıld yani. Sonra örgü mü öreceksin? Buyur canım. Ursula K. LeGuin mi okuyacağız? Okuyalım. Roman? Öykü? Blog? Makale? Odamı her tür Ursula ile donatmış olduğumu anladınız. Yazalım mı? Sabah sayfaları mı, roman mı, queer öyküsü mü (bir queer antolojisi için öykü de yazıyordum yazar evinde) ? Hangisini istersen. Biraz tutulduk galiba, suçiye oturalım mı?

Pınar bir zamandır bize aşk mektupları yazdırıyor. Kendimize yazıyoruz. Canım tatlışım Defneciğim. Harika bir egzersiz. Kendimizle ve belki yakınlarımızla iletişim esnasında kullanmadığımız bir sevgi dilini üretmek (doğurmak) sandığımız kadar kolay değil. Ben fark ettim ki sadece kedilerimle konuşurken bu sevgi böceği diline geçebiliyorum. Yasaklı bir dil aslında. Neyse bu konu hakkında daha sonra yazarım. Hatta belki Pınar yazar. Onun bu konudaki bilgisi daha etraflıca. Ben şunu söylemek için konuyu açtım: Kendimize aşk mektubu yazıyoruz madem, ben de Defne ile balayına çıkmışım meğerse. Bir kadın kendi balayında bile bu denli dinlemez. Kendi balayında bilhassa dinlenemez. Bir kadın tatilde dinlenebilir mi zaten? Deyin bana.

Defne’yle balayımızdan 12 mart akşamı Atina’ya döndük. Kedilerimizi, kocamızı özlemişiz, sarmaş dolaş. Ertesi gün 13 Mart 2024 resmi olarak 50. yaş günümdü. telefonlar, mesajlar, hediyeler, güller, öğrencilerimin hazırladığı olağanüstü güzel film karşısında şelale göz yaşları, kilisede bir mum, Leik kahvede bir dilim kek (yedi aydır ilk defa) derken geçiverdi.

14 mart sabahı sevgili okurcum ben kafa üstü çakıla. MFÖ’nün bir parçası vardı? Neydi? Hatırladım: Ruh Halim Yerlerde. Lastik toptan eser yok. Ağır, ağrılı eklemler. Elli değil yüz yaşına girmişim. Just like when dedim Defnecim. Bak tarihini bile verebilirim: 15 Mayıs 1990. Ne oldu? Bütün sene çalıştığımız tiyatro oyunumuzu oynadık bitti. Günler, geceler boyunca hayalini kurduğum gala yaşandı bitti. Bu karanlık, bu kahve telvesi gibi içimi saran şeyi o zamandan hatırlıyorum. İlk hissettiğim zaman odur yani. O zamandan beri çok beklediğim ve sevdiğim şeylerin bitiminde o kara cin göğsüme çöker.

Bir hafta daha geçti. Alıştık. Cin yavaştan kalktı göğsümden. Çırpınmıyorum artık. Eskiden kendimi iyi hissetmek için duvardan duvardan savrulurdum. Şimdi kahve içip Ursula’ya dönüyorum ama odaklanmak ne mümkün. Odağım da gitmiş. 11 gün boyunca yeni romana bakmamışım. Queer öykü bitmişti ama okumamışım bile bir defa. Kafa üstü çakılmak böyle bir şey okurcum. Sen de bilirsin zaten.

İlk sana yazıyorum bak. Bu kozadan çıkmama etsen etsen sen yardım edersin. Balayından sonraki döneme ne deniyordu? Hani eve dönersin ve şimdi hayata başlamak lazımdır ama neresinden tutulur ki acaba?

Sana sevgilerimi gönderiyorum. Defne ile balayımızdan bir iki fotoğraf da yolluyorum.

YAkında yine yazarım. Kal sağlıcakla.

Defne

English Bookshop’ta imza
Torpilli odamdam gün batımı
ipek ile pascal kafe
Ingmar Bergman beyefendinin sinema salonu
iki haftanın hemen her saatini geçirdiğim minik odam
Spontan sinema hatırası


“Benimle Balayı” için 7 cevap

  1. “After the Ecstasy, the Laundry”

  2. cicim ayları~ gölge♡sonrası~ hakikat

    🙂

  3. Kendinle balayı ve aşk mektupları … Bir çırpıda keyifle okudum … Yeni yaşınız kutlu olsun ❤️

  4. Alabildigine ozgurluk, sorumsuzluk ve rutin disilik olmali bu ucusun ve ” bedeli” balayi sistitinin nedeni.Bir nevi pazartesi sendromu.Ama balayi yaniniza kar kalmis.Buradan biz bile katilabildik.Cok guzel bir hediye dusunmussunuz.Guzel gecsin yeni yaslariniz.

  5. Yasemin Copuroglu Avatar
    Yasemin Copuroglu

    Ne güzel bir yazı , huzur beni de buldu okurken ve yalnız balayı bazen sadece saatler veya birkaç gün de sürse çok güzel oluyor. En çok kendimizi sevip mutlu olmayı öğrenirsek zaten herşey akışa geçiyor bence. Bu arada yeni yaşınızı da kutlarım ☺️

  6. ❤️❤️❤️❤️

Yorum bırakın