Başka bir Ülke Yok!

IMG_1152Sevgili Okur,

Sen de parmağın bir ekrana yapışık, yarı felçli bir vaziyette okuyor da okuyor musun?

Çaresizlik, yüreğinde harmanlanan acı ve öfkeyi midene yumruk gibi indiriyor da, hissetmemek için kendini gündelik işlere mi veriyorsun? Midende o hiç geçmeyen yumruk ve  “ben tek başıma ne yapabilirim ki”nin metalik yalnızlığı içinde nasılsın diyenlere sen de ağzında bir şeyler mi geveliyorsun?

İnan ki yalnız değilsin okur.

Ben iki gündür dersten gelir gelmez çalışma odamın bir köşesine top gibi büzülüp tek bildiğim yere, edebiyata sığınıyorum ama ne okuduğumun tadı var, ne de kahvenin. Bir şeyler yapmalıyım, sokaklara çıkıp isyan etsem, on binlere karışsam? Hiç bir şeye mecalim yok. Belki bir gruba mensup olsaydım, üniversitede doçent, fabrikada işçi ya da bir cemaatin üyesi onlarla beraber katılacağım bir protesto eyleminin içinde anlamlı bir bütüne aidiyetimi hissederdim.

Oysa şimdi hiç bir şey hissedemiyorum.

Bu hissedemeyiş halinin matem olduğunu bilecek kadar çok insan gömdüm hayatımda. Matemi tek başına yaşamanın dayanılmaz yalnızlığını da biliyorum. O yüzden bir parmağım hep bir ekranın üzerinde… O ekranda aynı matemi yaşayan insanlar var. Uzanıp parmağımla dokunmak istiyorum onlara, tek başınalığım aklıma geliyor.

Ben sokaklara çıkıp isyan edemiyorum. Bunu yapabilen dostlar beni bağışlasın. Ben sokaklara dökülmekten artık korkuyorum.

O yüzden sevgili okur, ben seninle burada, parmağını dokundurduğun şu ekranda buluşmayı seçiyorum.

Biliyorum, bıktın. Biliyorum, kendi ülkede yaratıcı, huzurlu, sağlıklı ve onurlu bir yaşam istiyorsun. Bu senin en tabii hakkın. Bu bütün insanların en tabii hakkı.

Bu hakkını dile getirdiğin anda bile başına bir şeylerin gelebileceği korkusuyla yaşadığın bir ülkedesin.

Biliyorum bazen alın başınıza çalın, deyip buralardan gitmek istiyorsun.

Ben gittim sevgili okur. Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim, en güzel memleketlerin, en tatlı suları kıyısında rüya gibi evlerde yaşadım. Bisikletimle pirinç tarlalarında dolaştım, tuzlu rüzgar saçlarımı dağıttı, uzun kuyruklu teknelerle güneşin bir tarafından doğup diğer tarafından battığı minicik elektriksiz, telefonsuz adalara vardım, bir hamakta yatıp günlerce kitap okudum, yüzlerce öğrencim beni bağrına bastı, aşık oldum, sayfalar dolusu yazdım…

Yine de yine de bir tek gün sizin olsun diyerek ardımda bıraktığım ülkemin hasreti yüreğimi bırakmadı.

Melodram olsun diye söylemiyorum okur. O hasret ustalıkla konuştuğum lisanlara sızan aksan gibi yüreğimde ince ince sızladı durdu.

Buradan başka ülken yok okur.

Ve burası hâlâ senin ülken. Benim ülkem, bizim ülkemiz. Kaçma, yılma, pes etme zamanı değil. Çok eziyet çekmiş, ağır yaralanmış bir yavru gibi bağrımıza basmamız gereken yurdumuz burası. Bizim. Başkasının değil.

Biliyorum, yılıyorsun. 1 Kasım’ı unutup başka programlar yaptığın oluyor ve hatırlayınca çaresizlik yumruk gibi midene iniyor. “Sonuç belli oldu zaten” diyorsun başını sallayarak.

Sonuç belli değil okur. Sen yalnız değilsin. Sen çaresiz ve zayıf da değilsin.

Bak ben parmağımı uzatıyorum, sen de uzan dokun bana. Yayılalım büyüyelim, sesimizi duyurup, o kadar sevdiğimiz bu yurdu ona zulm edene bırakmayalım.

Başka bir ülke yok çünkü.

Ben gittim, gördüm, döndüm.

Yog Halleri

Yog

Size bir sır vereceğim: Yoga yapmak için yoga yapmanıza gerek yok!

Ne?

Evet evet. Doğru okudunuz.

On bir yıl boyunca her sabah  uyanır uyanmaz ilk iş yoga halısında hazrola geçen ben nihayet bu sonuca vardım! Belki de aydınlanmışımdır.

Yoga yapmak için yoga yapmanıza gerek yok.

Çünkü nice insanlar tanıdım yoganın y’sinden haberleri yok ama yoga yapıyorlar.

Ve nice insanlar gördüm neredeyse stüdyoda uyuyacaklar, bir gün içinde o kadar çok derse girip çıkıyorlar ama yoganın y’sinden haberleri yok. Vallahi yok.

Peki yoga yapmadan nasıl yoga yapacağız?

Etimolojiden başlayalım: Yoga- Sanskrit bir sözcük. Sanskrit artık konuşulmayan bir lisan ama Hatha yoga metinlerinin çoğu bu dilde yazılmış. Nasıl Yunanca aşk dili ise Sanskit de ilahiyat dili.  Sadece dilinizi Sanskrit kelimlere döndürdüğünüz zaman bile ulvi bir haller geliyor insana. Pek güzel kelimeleri var. Upekşanam (sükunet), hırdayam (gönül), akaşa (uzay-boşluk-eter), amrita (ölümsüzlük veren nektar), satya (dürüstlük), ahimsa  (şiddetsizlik) gibi insanın ağzını dolduran ve sözcüğün anlamını gönül tellerinde çalan sesler. Fırsat olsun da bu boğazımdan bu sesler çıksın diyorsunuz.

Bu çok sesli, çok renkli dilin sözcüklerinden biri de YOGA ve yoganın çok çeşitli anlamlarından biri de BÜTÜNLEŞMEK. İngilizce’deki “yoke”kelimesinin kökü de aynı yok- zaten Hindistan’da gittiyseniz kulağınıza muhakkak ilişmiştir, yerli halk yoga’ya yoga değil YOG der.

Peki neyle bütünleşmek? Soruyorum. Yıllardır yoga derslerine girip çıkan çocuklara soruyorum.

Yog tamam da neyle yog? Sanki 2197’nin küp kökünü sordum, bakışlar o denli boş.  Boş değilse de sıkkın.

“Hadi hoca hanım uzatma, hadi ayağa kalkalım da biraz hareket edelim.”

Peki size sorayım o zaman. Yog da neyle yog? Bütünleşiyoruz da neyle bütünleşiyoruz?

Bizim hocamız cahilce hareket etmemize pek kızar. Her şeyin bir sırası var. Bacaklarının üzerinde dengede duramayan insan kollarının üzerinde dengede durmaya kalkışmasın mesela. Ayakta duramayan oturmasın… Hepsi bizim iyiliğimiz için sonuçta. Ellerimizi kalbimizin önünde birleştiriyoruz da ne oluyor? O da bir yog. Hava elementinin duyu ve hareket organları olan deri ve eller, hava elementinin yuvası olan kalp bölgesinin önünde birleşiyorlar. O zaman bütün bedenin elektiriğinde bir ufak friksiyon oluyor, bir atlama, bir rahatlama… Bunları bilelim istiyor. Gerisi hava cıva çünkü.

Yog meselesine gelince… Çeşit çeşit yog var. Bütünleşme farklı boyutlarda yaşanan bir şey.

Bir kere nefes-beden-zihin bütünleşmesi var. Elimiz işte aklımız oynaşta olunca yog olmuyor. Hareketleri yapıyoruz ama yan gözle öndeki kadın ile kendimizi kıyaslıyoruz. İnsanlık hali, olur öyle şeyler tabii… Mühim olan fark etmek. Fark edip zihni yeninden bedeni hissetmeye yönlendirmek. Yoga bir cambazlıktır. Sahi söylüyorum. Bıraksan üç ayrı yöne gidecek üç ayrı gücü-zihin, beden ve nefesi bir arada tutup, düşürmeden çevirmeyi gerektirir.

Bu yog’lardan bir tanesi.

Diğer bir yog, Atman-Brahman yog’u. Bir ben var benden içeri, benden öteye… Yaradan’ı kendinde ve ötekinde görebilme yeteneği. Yaradan ile bir olduğumuzu hissetme anı. Bu da bir yog. Bütünleşme. Mistik akımlar bize insanın en temel acısının kendini Allah’tan ayrı bir varlık zannetmesinde yattığını söylerler. Bu yanılsamanın perdelerini araladığımızda gördüğümüz manzara işte yoga.

Bu yog’lar için her sabah kalkıp asana yapmak çok mu lazım? Hayır hiç değil. Ben de onu diyorum. Ama günlük kafadan çıkmak lazım. (Madde kullanarak da değil çünkü, maddeler şahane yog’lara bizi götürse de geri getirirken pencereleri öyle bir kapatıyor ki yog halleri bir türlü hatırlayamadığınız bir hissi var kendi yok rüyaya dönüşüyor.)  İnsanın günlük kafadan çıkıp da büyük resme şöyle bir baktığı anlar vardır. Bir yakını öldüğünde, bir başka yakını doğduğunda, güzel bir kitap okuyunca, hasret kalınan sevgilinin kollarına atılınca… Önceliklerin sırası değişir hani. Şak bir pencere açılır, oradan neyin hanya, neyin konya neyin yanılsama olduğunu tertemiz belirir. İşte o anlar yog anları.

Sonra bir de başka bir yog var. O da insanın kendini bütün hissetmesi. Yani şöyle: “Moralim çok bozuktu, gittim bir çift çizme aldım”. “Son model bir arabam olsa daha mutlu olurum” cinsinden yanılsamaların fayda etmeyeceği bir bütünlük içinde hissetmek kendini. “İyiyim ya böyle. Çok şükür bir şeye ihtiyacım yok”tarzı bir yog.  Yoga insanın kendini bir bütün olarak hissedebilmesi için çeşitli teknikler önerir. Bu metinleri yazan bilge kişiler insanın benliğinin  parçalanmaya pek müsait bir yapısı olduğunun elbette farkındalar. (Eh onlar da insan nihayetinde.) Kültür fizik hareketleri olan asanalar nefes ve zihin bütünlüğünde yapıldığında insan kendini kısa bir süre de olsa dengede ve tamam hissediyor. Bunun fizyolojik, enercetik, psikolojik bir dolu açıklaması var. Ama yoga metinleri bu tamama erme hissinin uzun ömürlü ve sahici olabilmesi için insanın kendisi ve  öteki ile ilişkilerini düzenlemesi gerektiğini vurguluyorlar. Diğerine (ve kendine) zarar vermemek, doğruyu söylemek, çalmamak, hırslanmamak, her tür ilişkide şefkati ve saygıyı ön plana çıkarmak… Yog ancak bu tip ilkeler doğrultusunda yaşanıca  can buluyor.

Benim bilgisayarda çok sevdiğim, işlevleri hayatta da olsun istediğim tuşlar var. Bir tanesi Elma-Z’ye basınca canlanan undo tuşu. Son yaptığını sil, zamanı başa sar. Time machine var sonra, onu da çok seviyorum. İçine girip dolaşıyorsun, iki yıl, üç yıl önceki masaüstüne filan bakıyorsun. Bu da henüz hayata geçmedi ama bence yakındır. (İleri seviye yogiler çoktan keşfetmişler zaten.) Ve çok takdir ettiğim tuşlardan bir diğer “refresh” tuşu. Elma R’ye basınca oluyor. Eski ekran gidiyor, yerine yenisi geliyor. Bazen aynı ekran çıkıyor karşısınıza, olsun, yine de tazelenmiş hissediyorsunuz kendinizi. İşte bunun hayat versiyonunu istiyorum. Bas, eski düşünceler, inançlar, şüpheler bir tazelensin, son kullanma tarihi geçmiş duygular emekliye ayrılsın, hayata karşı taze bir bakış yeşersin. Ayrı gayrı olduğumuz yanılsaması bir kenara çekilsin de biz arkasında kim/ne saklanıyormuş bir görelim.

Yoga bundan ibaret. Kendi hayatında refresh tuşuna basabilen herkes yoga yapıyor zaten. Eğilip bükülmeye hiç lüzum yok.

(Bu arada- zaten refresh tuşuna basmadan eğilip bükülmek yanılsamaların en âlâsını beraberinde getiriyor. Bilen bilir!)

Hepinize pek çok sevgiler,

Haftaya görüşmek üzere.