Ve o kapıyı çaldım. İki gün sonra başlayacak yoga kursuna katılmak istediğimi söyledim. “Tamam” dediler, “Ιki gün sonra saat 7’de burada ol.”
“Oldu, “dedim ben de içimden.
Tamam erken uyanmayı severim ama erken dediysek güneşten önce de demedik. Gitmeyecektim kursa. Yoga benim neyimeydi zaten? Hakkında hiç bir şey bilmiyorum. H.İ.Ç.B.İ.R.Ş.EY. (ağır ağır okuyun diye böyle yazdım.) Sevgili okurlar, bugün taksi şoförlerinden tutun simitçilere kadar herkes yoga hakkında bir şey biliyor. O bir şey çoğunlukla yanlış ama bir şey biliyorlar değil mi? Rahatlatır, stres attırır, kasları esnetir, Hindistan çıkışlıdır, ruhani bir tarafı vardır, filan bu tip bilgiler artık kamuya hakim oldu. İnanın bana, ben yoganın hareket edilerek yapılan bir şey olduğunu bile bilmiyordum. Meditasyon mu sanıyordum o halde? Yooo, meditasyon değildi. (o kadarını biliyormuşum. Joan Baez meditasyon yapıyor diye. Bir de Marsel arkadaşımız.)
Eh peki be bekleyerek gittin de o kapıyı çaldın o zaman, diyeceksiniz değil mi?
Vallahi bilmiyorum.
Yeni işime başladığım Nong Khai’ye varalı iki ay olmuş. Yakışlıklı Yaz Aşkı -inanmazsınız- hala benimle birlikte. Ama bir eve yerleştik, benim sabahları gidip akşamları döndüğüm bir işim var diye ortalık biraz sakinleşmiş. Evin mutfağı yok, biz de diğer komşularımız gibi balkonda tüp üzerinde yemek pişiriyor, yer sofrasında yiyor, bulaşıkları banyoda yıkıyoruz. Yakışlıklı Yaz Aşkı öyle güzel yemek pişiriyor ki, stüdyo dairemizde akşam yemeği davetleri bile vermeye başlamışız.
Bu yoga kursunu da gidip gelirken görüyorum. Yabancıların yaşadığı çakıl taşlı sokağın güzel ahşap evlerinin birinin önünde kara tahtaya yazılmış bir ilan. 7-günlük Yoga’ya Giriş Kursu. Sokağın ucundaki Mutmee Guesthouse’un lokantasına çok gittiğimiz için okuldaki hocalarla gözüme çarpıyor ilan. Gözüme çarpıyor ama aklıma bile gelmiyor o ilanın benim için de olabileceği.
Taa ki Poppy’nin yoga kursunu yeni bitirdiğini duyana kadar. Poppy bizim okulda çalışan bir diğer hoca. Ben yaşlarda, İrlandalı, cool bir kadın. Gür kestane rengi saçları ve kızıl çilleri var. Diğer gürültücü İngiliz kızlarla değil de tek başına takılmayı tercih ediyor. Kasabanın sokaklarında karşılaştıkça kibarca gülümseyip birbirimize geçiyoruz. O gürültücü İngiliz kızlardan birinin yogaya gittiğini duysaydım ilgilenmezdim ama Poppy’nin gittiğini duyunca bir “acaba mı?” belirdi içimde. Benim de yoga yapabileceğim ihtimali Poppy’nin sayesinde aklıma düştü.
Sonra da işte kapıyı çalmışım.
Yine de gitmeyecektim de, (sabahın 7sindeymiş, üstelik daha parasını da ödememiştim) kursun başlamasından bir önceki gece hocalara sokakta rasladım. Ben onları tanımadım. Kapı arasında ettiğimiz iki laftan ne hatırlayacağım? Ama onlar beni tanıdılar. “Yarın sabah bekliyoruz, geliyorsun değil mi?” diye arkamdan bağırdılar. Bisikletle önlerinden geçmişim. (Sonra o anı çok düşündüm. Düşündüm çünkü meğer benim hocalar öyle evlerinden akşam vakti çıkıp da o gün oturdukları ve benim önünden bisikletle geçtiğim lokantaya filan gelmezlermiş. Bir tanesinin doğum günü diye, yılda bir kere dışarı çıkmışlar. Ben de önlerinden geçmişim ve bütün hayatım değişmiş.)
“Madem yakalandım, bari gideyim” dedim ve sabahın köründe kalkıp yola koyuldum. Yine inanmayacaksınız (hakikati değil de bir hikaye yazıyor olsam bu kadarı abartı olur diye bu bölümü çıkartırdım ama…) ama Yakışlıklı Yaz Aşkı yogaya da benimle geldi! Evet, evet, Defne Hocanız hayatının yoğun yoga kursuna bir çift olarak başladı!
Sonrasını çoğunuz biliyor…çok yazdım. Sonra bana bir şeyler oldu. Bir kere yoga denen şeye bayıldım. Biraz bale, biraz cimnastik, biraz aerobik gibi geldi ki hepsini pek severdim. Ama hepsinden farklı bir tarafı da vardı. Ne olduğunu anlamamıştım o farklılığın, nefesti belki, belki hocamızın öğleden sonraları anlattığı felsefede gizliydi farkı. Kendimi çok mutlu hissediyordum bittiğinde. Derslerden sevinç içinde çıkıyordum. Bütün hislerim keskinleşmiş, Yoga Evi’den okula bisiklet üzerinde giderken boynuma, bacaklarıma, kollarıma dokunan serin sabah havası, burnuma dolan yemek, çiçek, meyve kokuları, renkler hepsi canlanmıştı. Daha iki saat önce dert ettiğim şeyler şimdi tüyden hafif geliyordu. Beni yoran ve yavaşlatan ergenlik ve ilk gençlik yılları aradan çekilmiş, ben yirmi yedi yaşımda yeniden çocuk olmuştum. Öyle kahkalar atıyordum.
Dördüncü gün ağladım. Kimse beni ağlamaya teşvik etmedi ama susturmaya da çalışmadı. Üzüntümü yaşamam için bir alan yarattılar, gerisine karışmadılar. Ben acele acele gözyaşlarımı silip, tamam pardon, özür dilerim, geçti filan demeye çalışırken, hocamız “üzüntüyü yaşamaya iznin var” gibi şey söyledi. Bu söz o anda beni müthiş rahatlattı. Çünkü bir şekilde (aile kuralı muhtemelen) üzgün olmaya hakkım yok diye düşünüyor, kendi üzüntümü yaşayabileceğim alanları kendi elimle kapatıyordum.
O bir haftada hocalarımız bize yogaya dair temel bilgileri öğrettiler. Yerinde, isabetli ve hala kendi yogamda ve derslerimde kullandığım bilgiler bunlar ama benim için çok daha önemli olan bir başka şeyi daha öğrettiler bize o kursta.
İçe dönmeyi.
Her dakika konuşmak, her söze cevap vermek zorunda olmadığımızı. Tek başınalığın nimetlerini. Sessizliğin kıymetini. Yavaşlığın, yumuşaklığın, zerafetin gücünü.
Orada, bir haftada Susan Cain’in ‘Dışa Dönüklük İdeali” olarak tarif ettiği ve benim de her başarının arkasında saklı olduğunu düşündüğüm ideali alt üst ettiler. İçe Dönük tabiatın nimetlerini anlattılar. Dünyanın içe dönüklerin sessizliğine, yumuşaklığına, sakin sakin iş bitirme yeteneklerine ve bireyselliğine ne kadar muhtaç olduğunu anlattılar. Onlar anlatır ve mevcudiyetleri ile bana örnek olurlarken ben de sonunda yatağında huzurlu bir uykuya dalan bir çocuk gibi içime dönmeye başladım.
Meğer ne kadar yorulmuşum dışa dönük yaşamaktan…
Yakışlıklı Yaz Aşkı kursu bitirince İstanbul’a döndü.
Kız Callie’nin, oğlan Cal’e dönüşürken yaptığı gibi ben de öğrenilmiş dışa dönük davranışlarımı bir kenara koyup, çocukluğumdan beri içine girmediğim esas tabiatımın içine kozasına geri dönen kelebek gibi kıvrıldım, bir üç yıl daha orada kalıp iyice dinlendim.
***
Βitmedi…Daha devamı var. Ayrılmayın.
Sevgiler,
Defne
Yüzlerce yazı değil ama bu. Bir cümle: “üzgün olmaya izin var” ve ben yogaya başlıyorum. Teşekkürler.
Harikasın!
Bu bu seriyi çok sevdim, her günkü yazını iple çekiyorum. Güne seninle başlıyorum. Çok yakında yogaya da başlayacağıma inanıyorum. Beni çağırıyor çünkü…
bu sabah hatırlamıştım sessizliğin kıymetini, yavaşlığın, yumuşaklığın, zerafetin gücünü. sen pekiştirdin. teşekkürler.
Defne Hocanız yoga’ya bir çift olarak başladı
Burda koptum, bu seri harika…
hahaha, teşekkür ederim.