Hikayenin devamına geçmeden önce eski bir dostumun yazının ilk bölümü hakkında sorduğu bir sorusunu cevaplayacağım. Soru şu:
Hareketleri, nefesi iyice öğrenmeden tek başına nasıl yoga yapabildin? Detaylar doğru mu değil mi aşamasında nasıl ilerledin?
Şöyle oldu: Yoga hayatım bir haftalık yoğun bir Yoga’ya Giriş kursu ile başladı. Bu kurs, o aralar Tayland’da yaşadığım kasabanın yegâne yoga okulu olan Nong Khai Alternative Center’da her on günde bir tekrarlanan toplam otuz beş saatlik çok kapsamlı bir kurs idi. Bir hafta boyunca asana olarak hep aynı seriyi yaptık. Teknik derslerde yaptığımız serinin hareketlerini tek tek ele alıp inceledik. Pranayama derslerinde nefesi öğrendik. Meditasyon derslerinde hareketsiz oturmayı, zihnin maymunvari yapısını konuştuk, sonra oturduk. Bir haftanın sonunda elimde beni iki yıl boyunca götürecek kadar malzeme birikmişti. Aynı seriyi yapmaya devam ettim. Ayrıca kursa katılan diğer gezgin ruhların sahip olmadığı bir avantajım vardı. Ben hocalarla aynı kasabada yaşıyordum. Böylece Panço hoca ile her on günde bir bire bir seans yapma imkanım oluyor, o seanslarda Panço beni düzeltiyor, yeni bir şeyler öğrenme kıvamına gelmişsen bir iki yenilik (çoğunluk nefes, banda, mudra bazında) gösteriyordu. Yani açık denizde pusulasız giden gemi değildim. Emin ellerdeydim.
Bir de hazır lâf Tayland’daki yoga okulundan açılmışken, şunu da söyleyeyim. Geçen on yıl içinde Nong Khai Alternative Center benim nice öğrencime ve hatta yüz yüze hiç tanışmadığımız ama yazı yolu ile bağ kurduğum nice okuruma kucak açtı. Mütevazi hayat tarzlarında ödün vermeden yaşamayı sürdüren hocalarım hâlâ orada, hala bir haftalık yoğun yogaya giriş kursu sayesinde her yıl yüzlerce yüreğe yoga sevdasını aşılamaya devam ediyorlar. Yoga ile orada tanışmış biz eski öğrenciler dünyanın dört bir yanına dağılmış olsak da, aynı okuldan çıkmış çocuklar gibi birbirimize hala bağlıyız.
***
2007 yılında dünya etrafında attığım nice turu tamamlayarak İstanbul’a döndüm. Yasemin’in o yaz için bana devrettiği Cihangir’deki dairesine yerleştim, Cihangir Yoga’da ilk yoga derslerimi vermeye başladım. İstanbul’da yaz güzeldi. Özlemiştim. Adaya gidip geliyor, Boğaz’da bisiklete biniyor, yeni dostlar ediniyor, eskilerle buluşup yiyip içiyordum.
Yogaya başlayalı dört yıl olmuştu, o dört yıl boyunca bir tane bile eli yüzü düzgün ilişki, yoga aşkından başka aşk yaşamamıştım ve artık bir hayat eşim olsun çok istiyordum. Son dört yıl içinde Türkiye’de müthiş bir “yoga boom” yaşanmış da olsa, yogayı hayatının merkezine koymuş erkek bulmak hâlâ bir ütopyadan ibaretti. Ben elbette yogacı bir hayat eşi istiyordum. Sabahları benimle kalkacak, akşam yemeği yemeyecek, sigarası olmayacak, içkiyi, otu kararında içecek filan biri… Neyse işte ben her sabah yoga sonrası Allah’a dua ediyorum, karşıma çıkarsın bu adamı da diye. Çıkarıyor ya Allah karşıma birilerini, çıkarmıyor değil. Yogacı yabancı çocuklar gelip gidiyor, ben beğenmiyorum. Biri agresif, öteki tutkusuz, diğerinin tutkusu yalan…Var yani hepsinin bir kusuru.
Bir eksiklik hissidir gidiyor tatlı hayatımda yani anlayacağınız.
Yaz sona ermeye yakın, Kahvedan’ın sokağa çıkardığı masalarının birinde bir yandan sabah kahvemi yudumlar, öte yandan pembe deri kaplı, altın sayfalı defterime harıl harıl ne yapsam, ne etsem, nerelere gitsem diye dert yanarken yanımdan ayırmadığım mini mini bilgisayarımın ekranında bir e-mail beliriyor. Emma Balnavez of Shadow Yoga School. Neee? Yaz başından beri bir Shadow Yoga kursuna kaydolmak için çırpınıyorum, habire red ediyorlar. Dİyorum “Nereye gel derseniz geleceğim, Allah rızası için beni bir kursa kabul edin.” Onlar da “yer yok” dan başlayıp “yeterli referansın yok”a, ve oradan “hayır kardeşim tanımadığımız öğrencileri almıyoruz, ısrar etmesene, Allhalaaa! Çok istiyorsan listemizdeki hocaların biri ile çalış, sonra bakarız”a uzanan cevaplar veriyorlar. Ben yılmıyorum. Özellikle “yer yok” bahanesi ile red edildiğim kursları kurcalamaya devam ediyorum. “Hello Ms Emma, yer açıldı mı acaba?” “Günaydın Emma Hanım belki bir iptal olmuştur diye bir daha yazıyorum. “
Yıllar sonra Emma’nın gülerek bana anlattığı üzere, sonunda teslim olmaya ve beni denemeye karar vermişler. Cihangir’in o zamanlar tek wifi internetine sahip olan kahvesi Kahvedan’ın kaldırıma çıkardığı masasında okuduğum email tek bir satırdan ibaret:
“Portland kursunda yer açıldı, gelmek istiyorsan hemen kaydını yaptır!”
Hadi bu da burada bitsin…Siz yatmadan yayınlansın. Belki uyandığınızda devamını da yazmış olurum.
Esen kalın…
Şu an beni bu yazıyı yayınlamış olman kadar ne sevindirebilirdi bilemiyorum. Evimde oturmuş tez yazıyorum. Sabaha kadar da yazacak gibiyim. Ara verdikçe senin blogunu ve yazı dizini okumak çok keyifli oluyor. Ah ne kadar güzel oluyor böyle arkası sonralı… Bi de bi bakıyorum yenisi gelmiş ya çocuk gibi seviniyorum… Portland da bir türlü gidemediğim ama adını çok duyduğum bir yer oldu… Neyse işte sevgiler Defne Suman 🙂 Namaste